Demo v1.0

5 Şubat 2025, Çarşamba

Beta v1.0

Chomsky, Wolfe ve Ben: Dilin Evrimi Üzerine Bir Tartışma

Bu tartışma, insan dili ve evrimini kavrayışımız için oldukça önemli ve şu ana kadar elde edilen kanıtlar Chomsky’nin değil, benim görüşümü desteklemektedir. Anlaşılan o ki dil, doğuştan gelmiyor. Dar bir dil yetisi veya bir evrensel dilbilgisi yok gibi görünüyor.
Çeviren:
Helin Binici
Kaynak:
Aeon

Bilimsel anlaşmazlıklardan çok az kısmı kamusal bir tartışmaya dönüşür. Ancak öyle zamanlar vardır ki, tartışmanın konusu ya da katılımcıları kamuoyunun hayalgücünü oldukça etkiler ve araştırmacılar arasında genellikle kuru ve teknik kalan bir anlaşmazlık medyada gelir, uzman olan veya olmayan pek çok kişide derin bir yelpazede fikirlerin oluşmasına sebep olur. Kamuoyunun ilgisini çekmek, eğer ki türümüzün anlaşılması üzerine daha derin düşünmeye yol açarsa bilim için iyidir. Ve tam da bu tür bir tartışma, dilbiliminde yıllardır sürüp gitmektedir. Son olarak, alandaki anlaşmazlıklar Amerikalı yazar Tom Wolfe’u da tartışmaya dahil etmiş ve konuyla ilgili yeni kitabı The Kingdom of Speech (Konuşma Krallığı) ve Harper’s Magazine dergisindeki bir kapak yazısı yayımlanmıştır. Bu durum tartışmayı biraz değiştirmiş; öncekinden çok daha fazla insanı dahil etmiş, şimdilerde ise Wolfe, Chomsky ve benim etrafımda dönmektedir.

Bu tartışmada neyin söz konusu olduğunu anlayabilmek için Chomsky’nin insanın dil edinimine dair önemli teorik önerilerini kavramamız gerekiyor. Amerikalı dilbilimci,1950’lerin sonundan bugüne ‘dil edinim aygıtı’ olarak adlandırılan mekanizmayı araştıran binlerce makale ve yüzlerce kitaba ilham kaynağı oldu. İnsan anatomisinde dile vakfedilmiş sıra dışı bir şeylerin olduğu fikriydi bu. Bu fikri savunmak için öne sürülen başlıca kanıt, çocuklarının kendilerine sunulandan öğrenebileceklerinden fazlasını bildikleridir. Bildikleri ve maruz kaldıkları dilsel örnekler arasındaki bu fark, “uyaran eksikliği” olarak bilinir. Literatürde bunun pek çok örnek ve karşı örneğe rastlamak mümkün. Bilişsel bilimciler böyle bir eksikliğin olup olmadığı konusunda ayrışırlar, bazıları (Chomskyciler) bunu küçümseyici bir şekilde “hayalgücü eksikliği” olarak adlandırır. Ancak bu tartışma şiddetlenirken, odak noktası insan dilbilgisinin ne kadarının, şayet öyleyse, doğuştan geldiği olmuştur.

İşte benim çalışmam burada devreye giriyor. 2005’te Current Anthropology dergisinde yayımladığım yazımda -yaşayan dillerle herhangi bir alakası olmayan bir Amazon dili olan- Pirahã dilinde birçok araştırmacının bir dilde olmasını beklediği birçok türde kelime ve gramer yapısının eksik olduğunu ileri sürdüm. Bu eksikliğin dili konuşanların herhangi bir bilişsel kısıtlamasından değil, kültürel değerler sebebiyle olduğunu ortaya koydum; özellikle bir tanesini “deneyimin doğrudanlığı ilkesi” olarak nitelendirdim.

Tartışmalı olabileceğini düşünmüş olsam da, makale sebebiyle on yıldan fazla süredir bana gelen çok sayıda akademik makale, kitap ve ad nominem saldırıya pek de hazırlıklı değildim. Bu tartışmadaki farklı uçlara göre ben ya önemli olmayan, yanılgı içinde bir şarlatandım (Chomsky, Folha de São Paulo, Şubat 2009) ya da Chomsky’nin evrensel dilbilgisi üzerine yaptığı çalışmalara daha önce kimsenin yapamadığı bir şekilde karşı duran bir ‘anlık halk kahramanı’ydım (Wolfe, Harper’s Magazine, Ağustos 2016).

Çalışmamın medya tarafından tutulmuş olmasının sebebi, New York Times’ın sansasyonal bir şekilde ‘yaşayan en önemli entelektüel’ olarak etiketlediği adamın (Chomsky) temel fikirlerine karşı bir problem olarak düşünülmüş olması muhtemel. Şimdi geriye dönüp baktığımda, akademik eleştirmenlerimi bu kadar öfkelendiren şeyin, Pirahãların yan cümleciklerden yoksun oldukları iddiam olması şaşırtıcı. Cami duvarına işemişim gibi bir tepkiyle karşılaşmıştım. Birilerinin akıl yürütmemdeki hataları göstermesini ya da kaçırdığım verilerin açık örneklerini vermesini ya da iddialarımı test etmek için saha araştırmaları yapmasını pek tabii beklemiştim. Sonuçta akademik tartışmalardaki norm budur değil mi? Ancak, beş yıl süren eleştiri turunun ilk kısmında bunun yerine karşılaştığım şey hakaretten başka bir şey değildi.

***

Özyineleme (recursion) üzerine 2005 yılındaki makalem, elbette gökten düşmüş değildi. 2002’de Chomsky, Marc Hauser ve Tecumseh Fitch Science gazetesinde ‘Dil Yetisi’ (The Faculty of Language) üzerine bir makale yayımladı. Birbiriyle bağlantılı iki yetiyi birbirinden ayırdılar: geniş anlamda dil yetisi (FLB/ faculty of language-broad sense) ve dar anlamda dil yetisi (FLN/faculty of language-narrow sense). Denildiğine göre:

FLB, özyineleme üzerine hesaplama mekanizmalarını içeren duyusal-motor ve kavramsal-istemli bir sistem; sonlu bir eleman setinden sonsuz bir ifade yelpazesi üretme kapasitesini sağlar. Biz, FLN’nin sadece özyinelemeyi içerdiğini ve dil yetisinin yalnızca insana özgü olan bileşeni olduğunu varsayıyoruz.

Sonrasında “FLN’nin dil dışı sebeplerle evrimleşmiş olabileceğini, dolayısıyla karşılaştırmalı çalışmaların iletişim alanının kapsamı dışındaki bu tür hesaplamaların kanıtlarını arayabileceğini (sayı, navigasyon ve sosyal ilişkiler gibi)” öne sürdüler. Bu nedenle, çoğu insan benim Pirahã’nın özyinelemeden yoksun olduğu argümanımı özyineleme önermesine kusursuz bir karşı örnek olarak kabul etti.

Diğer yandan, benim o makalede vardığım asıl sonuç, esasen özyinelemeyle değil; dil ve kültür arasındaki bağlantıyla alakalıydı. Aslında “özyineleme” kelimesi o makalede neredeyse hiç yoktu: “Tüm”, “Her” ve “Hepsi” gibi niceleyici sözcüklerin, renk sözcüklerinin ve sayıların, yaratılış mitlerinin ve dinin eksikliğini; insanların yüzyıllar süren bir etkileşimden sonra tek dilli kalmaları, Pirahãların belgelenmiş en basit akrabalığa sahip olduğu gibi konuları ele almıştım. Vardığım sonuç neredeyse zararsızdı:

Evrensel dilbilgisi savunucuları için buradaki argümanlar, temel bileşenlerinin çoğunda içinde bulunduğu kültür tarafından etkilenebilen özerk bir dilsel modülü savunmak bir zorluk yaratıyor. Eğer özyineleme, ses yapısı, sözcük yapısı, niceleme, rakamlar, sayı vb. şeylerin şekli veya yokluğu, savunduğum gibi belirli bir kültür tarafından sıkıca kısıtlanıyorsa; o zaman özerk ve biyolojik olarak belirlenmiş bir dil modülü örneği ciddi bir şekilde zayıflar.

Aslında 20. yüzyıl başının dilbilimcileri buna neredeyse evrensel olarak inanıyorlardı hatta benim sonucum onlara muhtemelen sıkıcı gelirdi. Ama bu, Chomsky’nin dil anlayışıyla dramatik bir şekilde çelişir. Chomsky yazılarında “dil”e atıfta bulunsa da sadece özyinelemeli bir dilbilgisi sistemini kasteder. Bu nedenle, “dil” in yalnızca özyineleme ile doldurulmuş dar bir dilsel yetiden türediği yönündeki iddiası aslına bakarsanız kendisine referans veren, döngüsel bir savdır, çünkü bize sadece dili yıllardır nasıl tanımladığını anlatır. Eğer özyinelemeyi kullanmayı seçmeyen bir dil olsaydı en azından meraklı bir dil olur, son tahlilde ise Chomsky’nin bütün dil/dilbilgisi anlayışının yanlış olduğu anlamına gelirdi.

Eleştiriler, yanıldığımı göstermeye çalışan makalelerden “o bir şarlatan” ve “çalışması ipe sapa gelmez” gibi ifadelere dönüştü.

Chomsky’nin eleştirmenlerinin büyük çoğunluğuna karşı kullanılan taktik, onları görmezden gelmektir. Bunu yapmakta yanlış bir şey yok ve bu, akademide olağan bir durum. Ben kesinlikle bütün eleştirmenlerime cevap vermeye zaman ayırmıyorum. Yapılması gereken daha önemli işler var. Ancak bu durumda, ortaya çıkan tanıtımdan ötürü çalışmamı görmezden gelmek çok daha zordu. Chomsky net bir iddiada bulundu: Özyineleme, dilin olması için esastır. Ve benim makalem aslında bunun böyle olmadığını gösteren bir karşı örnek sunuyordu. Eğer özyinelemesiz diller varsa, sadece bir dil varsa bile, özyineleme dilin temelinde olamazdı.

Reklam kampanyası, Current Anthropology’nin yayıncısı olan Chicago Üniversitesi Yayınlarının, derginin editörünün talebi üzerine 2005 yılındaki makalem hakkında bir basın bülteni yayımlamasıyla başladı. Bu, editörler bir makalenin kayda değer olduğunu düşündüklerindeki genel uygulamadır. Genellikle bu tür basın bültenleri tamamen göz ardı edilir. Ancak benim durumumda, birkaç gazete ve radyo programı hikâyeyi alıp benimle çalışmam hakkında röportaj yaptı. Birkaç dergi, sonuçların kısaca tartışıldığı makaleler yayımladı. Daha göze çarpan dergiler bile bu hikâyelere yer verdiler, The New Yorker’ın Nisan 2007 sayısı ve sonrasında Wolfe’un Harper Magazine’deki bahsi geçen kapak yazısı bunlar arasında yer alıyor.

Basının çalışmaya olan ilgisi hem akademisyen hem de akademisyen olmayanlarca birçok olumlu eleştiri ve iltifatın yanı sıra büyük bir eleştirel tepkinin ortaya çıkışına sebep oldu. On yıl sonra geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, çalışmama gelen bu eleştiri döngüsü ilginç görünüp Arthur Schopenhauer’a atfedilen şu iddiayı hatırlatıyor: “Her gerçek, üç aşamadan geçer: İlk olarak, onunla alay edilir. İkinci olarak, ona şiddetle karşı çıkılır ve son olarak da apaçık olarak kabul edilir.”  Eleştiriler, yanıldığımı göstermeye iddiasında olan makalelerden “o bir şarlatan” ve “çalışması ipe sapa gelmez” gibi ifadelere dönüştü; hemen hemen Schopenhauer’ın kabul görme aşamalarını takip ediyordu. (Schopenhauer’ın tam olarak böyle bir şey söylemediği iddia edilse de benzer şeyler söylediği de biliniyor. Ayrıca, çalışmamın herhangi bir şekilde “hakikat” olduğunu iddia etmiyorum. Belki de gerçekten yanılıyorumdur.)

***

Ve şimdi, boş ve gösterişli düşünceleri yerle bir etme tarzıyla tanınan Wolfe, Radikal Şık (1970) ve Bauhaus’tan Evimize (1981) gibi eserlerinde olduğu gibi, bu tartışmaya tüm gücüyle atıldı. 2016 tarihli Konuşma Krallığı (The Kingdoms of Speech) kitabında, Chomsky’yi alaycı eleştirilerde neredeyse boğar (Wolfe’un düzyazısının bazı kesimlerde yarattığı dehşete rağmen bu eleştiriler tamamen haksız sayılmaz). Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Wolfe’un hedef aldıkları ve Chomsky’ye saygı duyan diğer birçok kişi, karşı ateşle cevap veriyorlar. Ve ben, The Kingdoms of Speech’teki iki kahramandan biri olduğum için (diğeri 19. yüzyıl doğa bilimcisi Alfred Russel Wallace) dilbilimcilerden ve dilbilimci olmayanlardan daha fazla ateş altında kaldım. Bazıları, çevrimiçi 3:AM dergisinde takma adla yazan bir yazarın bana olan saldırısı gibi (itiraf etmeliyim ki, düzyazısı oldukça güzel!) içerik olarak o kadar yanlış ve tonda o kadar kötü ki, bir cevabı hak etmiyorlar.

Ancak, işin içinde olan duygulara rağmen, tüm bunlarla ilgili önemli bir şeye işaret ediyor görünüyor. Ortalama bir insan, dilin insan olmanın ne anlama geldiğinin merkezinde bulunduğunun farkındadır. Her sağlıklı insan konuşur, Chomsky ile benim aramdaki özyinelemenin insan dilindeki rolü üzerine olan tartışmanın detaylarına kayıtsız kalanlar bile dilin önemli olduğunun farkında oldukları için Wolfe’un kitabının cazibesine kapılıyorlar.

İnsanların, aksi takdirde muğlak olan bu akademik tozlanmada duygusal bir paya sahip olmalarının başka bir nedeni daha var. Binlerce kişi, Chomsky’yi dilbilimsel çalışmalarıyla değil, politik yazılarıyla tanıyor. Bazılarınca, Chomsky’nin siyaset üzerindeki entelektüel otoritesinin dilbilimde entelektüel olarak Albert Einstein’ın görelilik teorisine eşit bir teori icat etmedeki ihtişamından kaynaklandığına inanılıyor. Bu insanlar, Chomsky’ye gelen dilbilimsel eleştirilerden hiç hoşlanmadılar, çünkü bu eleştiriler, onu siyasi bir figür olarak putlaştırmaları açısından oldukça önemli olan ‘deha’ etiketini sarsabilirdi. Chomsky hakkındaki eleştirilerim, bazılarınca belirsiz bir kolejdeki Einstein’ın teorilerini tahrif ettiğini iddia eden genç bir fizikçinin eleştirilerine benzer olarak görülüyor. Ama ne Chomsky Einstein ne de dilbilim fizik.

Chomsky’ye gelen eleştirilere negatif tepkilerin bir diğer sebebi de zaman zaman “Sarmaşık Ligi önyargısı” olarak adlandırdığım şey. Taklit, kültürlerde yenilikten daha nüfuzlu bir güçtür. Yenilik yapmak yerine taklit etmemiz, her şeyin daha kolay ilerlemesini beraberinde getirir; bu yüzdendir ki kıyafetlerimizi aynı büyük mağazalardan alıp yemeklerimizi aynı restoranlarda yeriz. Ve onların kazaklarını giyip, müziklerini dinleyip fikirlerini tekrarlayarak taklit ettiğimizde çoğu kültürün yaptığı şeyi yaparız; prestij ve statü sahibi insanları taklit ederiz. Örneğin, muhabirler bilimi ele alırken nadiren yenilik yaparlar; yani zor materyaller hakkında nadiren kendi fikirlerine ulaşırlar. Bunu yerine, atıfta bulunmak için bir “başvurulacak” uzmanlar listesi belirlerler. Ve bu listeler büyük ölçüde Sarmaşık Ligi profesörleri tarafından doldurulur.  Bunda yanlış bir şey yok, sadece bunun yaygın olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bu, insanı özgün düşüncenin dayanılmaz iş yükünden kurtarır.

Ama Chomsky Einstein değil. Örneğin, Einstein’dan farklı olarak, Chomsky şu anki araştırması olan “Minimalizm” adlı çalışmasına kadar getirdiği önemli önerilerin hemen hemen hepsini geri çekmeye zorlanmıştır. “Derin yapı” ve “yüzey yapı” gibi ünlü olmasını destekleyen kavramlar, yıllar önce çöpe atılmıştı. Ve fizikten farklı olarak, Chomsky’nin daha kapsamlı iddialarını çürütecek herhangi bir önemli matematiksel yöntem veya net bir yol bulunmuyor; bu da mevcut tartışmanın bir nedeni.

Zamanla, evrensel dilbilgisi, sözde doğuştan gelen zengin bir ilkeler kümesinden, insan dilini mümkün kılan insan biyolojisi hakkındaki şey her neyse ona indirgenmiştir (Bu tanımca, defalarca söylediğim gibi, fiziksel beynin kendisi ‘evrensel dilbilgisi’ için gereken tek şeydir). Ve Chomsky, insan dilini diğer canlılar için mümkün ve erişilemez kılan dar anlamda dil yetisine indiğinde, bunun özyinelemeden -bir şeyi aynı türden bir diğerinin içine koyma kabiliyetinden- başka bir şey olmadığını iddia etti. Ve sonra Pirahã çıkageldi.

***

Özyineleme birçok dilde yaygındır. Örneğin, ‘kamyon’ ismini ve ‘şoför’ ismini tek bir ismin içine koyun, ‘kamyon şoförü’nü elde edersiniz. Bir cümleyi başka bir cümlenin içine koyduğunuzda, ‘John bunu yapmadığını söyledi’ ifadesini elde edersiniz, burada ‘bunu yapmadı’ daha büyük cümlenin içindeki bir cümleciktir, “John dedi ki…” Ya da çok daha eğlencelisi, “İstiridyelerin kendilerinin yediği istiridyeler istiridye yer”, bu da “İstiridyelerin yediği istiridyeler istiridye yer” şeklinde de olabilir. [“Oysters that oysters eat themselves eat oysters”, “Oysters oysters eat eat oysters.”]

The Kingdom of Speech bloglarda, yorumlarda ve gazete makalelerinde dilbilimciler, antropologlar, psikologlar, gazeteciler ve evrim biyologları tarafından sık sık ağır eleştirilere maruz kaldı. Çoğu zaman bu kişiler, Chomsky’nin dilbilim ve politika konusundaki görüşlerinin kanıtlanmış ya da yerleşiklik kazanmış olduğuna inanan kişilerdir; bilimin dışından gelen meydan okumalar -“bilimden bihaber olanların” müdahaleleri- kutsal değerlere saldırı olarak görülür. Benim bu kavgada bir çıkarım yok. Wolfe’un kitabı benim kitabım değil. Wolfe, birkaç ay boyunca benimle telefonda saatlerce röportaj yaptı. Ancak vardığı sonuçlar tamamen ona ait.

Ama Wolfe kendi başının çaresine bakabilir. Benim onu savunmama ihtiyacı yok. Yine de Wolfe’un çalışmalarıyla ilgili eleştirilerin çoğuna tepkim, ‘çok fazla protesto ettikleri’ yönünde oldu. Görünüşe göre bazı eleştirmenler, Wolfe’un kitabını yerden yere vurmak için benim çalışmamı da yerden yere vurmaları gerektiğine inanıyorlar; bu benim dikkatimi çekmekte. Chomsky’nin kitabından okuduğum diğer tüm kitaplara kadar, Wolfe’un kitabının incelemelerinde çalışmalarıma yönelik her eleştirinin, hedefi büyük ölçüde ıskaladığını görmek hayal kırıklığı yaratıyor.

Herkes gibi ben de yanılıyor olabilirim. Bir gün Pirahã’nın özyineleme yaptığı kanıtlanabilir. Ancak henüz hiç kimse buna az biraz yakın bir şey yapmadı ve hiçbiri 2005 analizimi başarılı bir şekilde reddetmedi. Language dergisinde çalışmamla ilgili eleştirel bir tartışma yapıldı; doğrudan belirttiğim gibi, eleştirmenlerimle bir tartışma sürecine girdik, ancak bu değiş tokuştan sonra ne ben ne de karşı taraf daha fazla ikna olmuş durumdaydık. Wolfe’un kitabının bazı incelemeleri ve tartışmaları, tartışmanın önemsiz olduğunu bile belirtti. Bu da yanlış. Bu tartışma, insan dili ve evrimini kavrayışımız için oldukça önemli ve şu ana kadar elde edilen kanıtlar Chomsky’nin değil, benim görüşümü desteklemektedir.

Çalışmam The Grammar of Happiness hakkındaki belgeselle alakalı yorum yapması istendiğinde, Chomsky şu sözleri söyledi: “Dilin özyinelemeli bir süreç üzerine inşa edildiği konusunda hiçbir şüphe yok.” Bu ifadeyle Chomsky, Schopenhauer’in öngöremediği bir adımı tanıtıyor; araştırma yapılmamış basit bir iddia: “Tanım gereği haklı olduğumda ve rakibimin haksız olduğunda ısrar ediyorum.”

Diğer dilbilimciler, analizimin doğru olmadığını göstermek için dürüst ve özenli bir çalışma yaptılar. College London Üniversitesinde Andrew Nevins, Massachusetts Institute of Technology’de (MIT) David Pesetsky ve şimdi Rio de Janeiro Papalık Katolik Üniversitesinde bulunan Cilene Rodrigues beni medyada ve akademik dergilerde birçok kez eleştirdiler; ancak, en azından ilk beş yılda hiçbir zaman çalışmamın önemsiz olduğunu söylemediler. Wolfe’un The Kingdoms of Speech’te onların eylemleri hakkında söylediği her şey doğru.

Öte yandan, bu dilbilimciler benim çalışmamı ciddiye aldılar ve Language dergisinde uzun ve oldukça eleştirel bir makale yayımladılar; derginin editörünün daveti üzerine ben de aynı sayıda buna cevap verdim. Makaleleri esasen 1983 yılındaki doktora tezimin dilde özyineleme olduğuna dair kanıt sağladığını iddia etti. Bu kritik makaleye cevabım basitti ve hâlâ öyle: Yeni veriler fikrimi değiştirdi ve beni Pirahã’nın özyineleme yapmadığına ikna etti. Aslında tartışmamız bundan ibaretti, ancak Amerikan Dilbilim Derneği’nin önde gelen dergisinde eşi benzeri görülmemiş bir şekilde 87 sayfa tuttu. O tartışmada hiç kimse Pirahã’nın önemsiz olduğunu söylememişti. Çünkü hiç kimse böyle düşünmüyordu. Bu, sonradan ortaya çıkan bir fikir.

Pirahãlar aptal, geri kalmış ya da genetik olarak izole ucubeler değillerdir. Bu, onların kültürü ve dilbilgisinin bağlantısından kaynaklıdır.

Ancak bugünlerde eleştirmenlerimin iddia ettiği şey tam olarak da bu, yani haklı olsam bile, Pirahã analizimin insan dilinin doğasını anlama gibi önemli bir girişimle alakasının olmadığı.

Chomsky ve diğerleri, Pirahãların pek çoğunun Portekizce konuştuğu yönünde yanlış bir iddiada bile bulunmuşlardır, bu da onların özyinelemeyi kullanabildikleri savını güçlendirmektedir. Yine, bunu Pirahãların özyineleme kabiliyetine sahip olduklarını ve bu nedenle dar dil yetisi hipotezinin güvenli ve sağlam olduğunu iddia etmek için kullanıyorlar. Ancak dediğim gibi, bu mantıklı değil.

Pirahã dilini öğrenmeden önce Portekizce öğrenen hiçbir Pirahãlı yoktur. Portekizceyi iyi öğrenenler, yalnızca kasaba dışında ana dilleri Portekizce olarak yetişen Pirahãlardır. Bristol’deki Batı İngiltere Üniversitesi’nden Jeanette Sakel, tam olarak bu konuyu çalıştı. Benimle birlikte Pirahãları ziyaret etti ve kendi araştırmasını yürüttü, hakemli dergilerde Pirahãların Portekizce kullanımı hakkında makaleler yayımladı.

Ana dili Pirahã dili olan ve kültürel olarak Pirãhalı olan kişiler, eğer konuşuyorlarsa çok az Portekizce konuşuyorlar. Ve Sakel’in çalışmasına göre, konuştukları Portekizce özyinelemesiz bir Portekizcedir. Bu, Pirahã ve Portekiz kültürleri arasındaki dil teması ve Pirahã’nın temel değerleriyle ilgili şaşırtıcı bir gerçektir. Bu, bir zekâ meselesi değil. Bu insanlar aptal, geri kalmış ya da genetik olarak izole edilmiş tuhaf insanlar değiller.

***

Sonuç olarak, bu tartışma Pirahã’nın Chomsky’nin çalışmasına bir ‘karşı örnek’ mi yoksa bir ‘istisna’ mı olduğuyla ilgilidir. Görünüşte, karşı örnekler ve istisnalar aynıdır. Her ikisi de bir öngörüye uymayan gerçeklerdir. Onları bir kenara alıp teorinizi savunmaya devam etmeniz (istisnalarda olduğu gibi) ya da onları teorinizi gözden geçirmeniz veya teorinizden vazgeçmenize yetecek kadar ciddiye almanız (karşı örneklerde olduğu gibi); değerlerinizi, bilgi sisteminizi ve toplumsal rollerinizi yansıtan kültürel bir karardır. Değer sisteminize göre size en zarif gelen veya ilgilendiğiniz gerçeklere en çok uyan şeydir. Chomsky yanlısı görüş ise, Pirahã’nın bir karşı örnek olmakla birlikte, önemsiz bir istisna olduğu yönündeki görüştür. Yeni Chomskyci görüş, ‘özyineleme sadece zihinsel bir durumdur’ ifadesi, Pirahã’yı önemsiz kılmaz. Özyinelemeli düşünmek, özyinelemeli bir dilbilgisine sahip olmakla aynı şey değildir.

Pirahãların özyinelemeli düşünmesi gerçeği; Hauser, Chomsky ve Fitch’in (2002) dar dil yetisinin özyineleme olduğu fikrini neden kurtarmıyor? Chomsky ve arkadaşları, bunun üzerinde uzun uzadıya durmalarına rağmen asıl noktayı kaçırıyorlar. Asıl öğreti şudur: Eğer özyineleme, dilin dar yetisiyse ve belirli bir dilde ortaya çıkması gerekmiyorsa, o halde Pirahã’dan daha fazla dilde (Örneğin Endonezya dili Riau’da) özyineleme eksik olabilecektir. Ve bu akıl yürütme ile, özyinelemenin insan dilini mümkün kılan özellik olmasına rağmen, hiçbir dilde bulunması gerekmediği gibi ilginç bir iddiaya ulaşıyoruz.

Bu türde bir akıl yürütme, dar dil yetisi ve asıl dilbilimsel veri arasındaki herhangi bir ampirik bağlantıyı ortadan kaldırıyor. Bu sorun, Chomsky’nin özyinelemeli düşünceye sahip olmayı özyineleme yeteneğinin odağı ve birincil işleviyle karıştırıyor olmasıyla ortaya çıkıyor. Pek çok kez, en önemli sorunun insanların özyinelemeli düşünme yeteneğine sahip olup olmaması değil, bu yeteneğin nerede bulunduğu olduğunu öne sürdüm. Ve özyinelemenin düşünceyi kolaylaştırıp dilin bilginin aktarılabilme oranını artırdığı sonucuna vardım. Örneğin, (1) numaralı özyinelemeli cümledeki kompleks bilgiyi aktarabilmek, (2) numaralı özyinelemesiz cümledekinden daha kolaydır:

(1) John, Mary’nin John’un ayın yeşil peynirden yapıldığına yanlış bir şekilde inandığını düşündüğünü söyledi.

(2) John konuştu. Mary düşünüyor. John yanılıyor. John inanıyor. Ay yeşil peynirdir.

Özyineleme, dilin biyolojik temeli değildir; insan düşüncesinin geliştirilmesidir.

İronik olarak, çalışmamın önemsiz olduğu iddia edilse de aynı grup hâlâ benim yanıldığımı kanıtlamak için yoğun bir çaba içinde. Yine de edilen her itiraza cevap verdim. Ancak, yanıtlarımdan hiçbirinden eleştirmenlerimce bahsedilmiyor. Söyleyebileceğim kadarıyla, insanlar beni eleştirdiğinde benim yanıtlarımdan değil, yalnızca eleştirmenlerimden alıntı yapıyorlar.

Pirahã, iki sebepten ötürü dil teorileriyle alakasız olabilir: Birincisi, Chomsky’nin teorisi özyinelemenin dar anlamda dil yetisinin temeli olması için dilin gerçekten özyineleme kullanmasına gerek olduğunu söylememektedir. İkincisi, önceki sebeple bağlantılı olarak, evrensel dilbilgisinin genotipinin birçok fenotipte kendini gösterebileceği ve göstermesidir.

Chomsky, “özenli akademik çalışma”nın iddialarımı çürüttüğünü iddia ediyor. Ama bu doğru değil.

Ne evrensel dilbilgisi (Chomsky’ye göre tüm dilbilgilerinin doğuştan gelen biyolojik kapasitesi) ne de dar dil yetisi, bütün dillerin birbirine benzeyeceği tahmin edebilir. Örneğin, Bantu dillerindeki tıklama sesleri ve Mandarin’deki ton özelliği, bütün dillerde yoktur. Bütün dillerde peltek dişsil ünsüzler (İngilizcedeki ‘throw’ ve ‘then’ kelimelerindeki ‘th’ sesi gibi) yoktur. Evrensel dilbilgisi, hatta dar anlamda dil yetisi fikrini kabul eden birçok dilbilimci (bu ikisi arasındaki ilişki sizin için net değilse bu çok normal, çünkü bu kimse için net değil) bunun bir ‘alet çantası’ olduğuna inanır. Her dil, doğuştan gelen bu evrensel alet çantasından istediği özellikleri seçebilir. Bu alet çantasının var olduğu fikri, alet çantasının tamamı her dilde kullanılmadığı için tehlike altında değildir. Sonuç olarak, hiçbir tamirci, sahip olup kullanmadığı araçların kullandıklarından daha az gerçek olduğunu söylemez.

Ancak alet çantası, özyineleme ve dil için uygun bir benzetme değildir. Bunun sebebi de ton, tıklama sesleri gibi dil özelliklerinin hiçbirinin özyineleme gibi ‘dil yetisinin sadece insana özgü olan bileşeni’ olduğu iddia edilmemiş olmasıdır. Chomsky’ye göre özyineleme, seçimi yapılacak bir araç değil; dil motorunun kendisidir. Diğer özelliklerden tamamen farklıdır, temel bir unsurdur. Dar anlamda dil yetisi hipotezine göre, diğer her şey türemiştir.

Ancak, belirttiğim gibi, Chomsky hâlâ her yönüyle temkinli olmak istiyor; yanıldığımı, şarlatan ve önemsiz olduğumu söylüyor. Ekim 2016’da La Voce di New York’ta yaptığı bir röportajda, özenli akademik çalışmaların “iddialarımı çürüttüğünü” iddia ediyor. Ancak, birçok eleştirmen buna inanmak istese de bu doğru değil. Profesyonel literatürde sunulan her bir karşı analizi başarıyla yanıtladım. Aslında, Plot One dergisindeki güncel bir makalede, Rochester Üniversite ve MIT’den birkaç bilişsel bilimci, benden önce gelen (getirebileceğim herhangi bir ‘doğrulama yanlılığı’ tarafından ‘lekelenmemek’ amacıyla) bir misyoner tarafından toplanmış bir dizi doğal Pirahã hikâyesini incelediler. Çevirileri, aynı misyoner (Steve Sheldon, Wycliffe Bible Translators) tarafından daha sonra kontrol edildi ve şu sonuca vardılar: “Yaptığımız analiz, Pirahã dilinde sözdizimsel olarak gömülü yapılara güçlü bir destek bulmayı başaramamıştır.” Tabii ki, bu hiçbir şeyi kanıtlamıyor. Ancak bu net olarak, özyineleme konusunda yanıldığıma dair net bir kararın henüz verilerden ortaya çıkmadığına işaret ediyor.

***

Eğer özyineleme genel olarak sadece insan zekâsının bir bileşeni ise, hatta insan zekâsının gerçeği olsa bile, o zaman bu, insan dilleri tarafından kullanılabilir ya da kullanılamaz. Özyineleme bir dar dil yeteneği değil, insanların düşünme şeklidir. Ve bizim özyinelemeli düşünebilen tek varlıklar olduğumuza dair sağlam bir kanıtımız yok. Hauser, Fitch ve Chomsky bile; diğer hayvanların da özyinelemeye sahip olabileceklerini, sadece bunu dilde kullanmadıklarını söylemişlerdir. İnsan beyni, diğer beyinlerden daha büyük ve komplekstir ve birçok yerde, dar veya geniş bir “dil yetisi”ne başvurmaya gerek kalmadan, insan beyninin insan dilini destekleyen daha büyük yetenekleri ve bilişimsel bir gücü olduğunu belirttim.

Kısacası, asıl soru insanın özyinelemeli düşünüp düşünemediği değil, bu yeteneğin özel olarak dille veya insanın bilişsel yetenekleriyle bağlantılı olup olmadığıdır. (İkisiyle de bağlantılı olabilir ancak bu, beynin organizasyonu ilgili bildiklerimizden yola çıkınca daha az muhtemeldir).

Eğer yanılmıyorsam, insan dillerinin cümlesel dilbilgisi özyinelemeli olarak oluşturulmak zorunda değildir ve ben bunu gösterdim. Bütün insanlar özyinelemeli düşünebilir, ancak dilbilgileri özyinelemeden yoksun olabilir. Gösterdiğim şey şudur ki, Pirahãların özyinelemeli düşünebilme yeteneğine sahip olmaları nedeniyle, dillerinin özyinelemeden yoksun olması; özyinelemenin dilin temel bir özelliği değil, daha genel olarak insan bilişinin bir bileşeni olduğunu gösterir. Aksini iddia etmek, yine, bütün dünya dillerinin özyinelemeden yoksun olabileceğini; ancak özyinelemenin yine de dilin dar bir yetisi olduğunu iddia etmek olur.  Ve bu, ampirik olarak bir saçmalıktan başka bir şey değildir. Eğer insanın dil kapasitesine özgü ve doğuştan gelen herhangi bir şeyin varlığından söz edilebilirse, Pirahã verisi özyinelemenin bunun bir parçası olmadığını göstermektedir.

Dilbilimcilerin ve diğerlerinin bu tartışmadan ötürü neden bu kadar duygusallaştıkları sorusu gizemini koruyor. Bunun iki sebebi olduğuna inanıyorum: Birincisi, birçok insanın Chomsky’ye büyük saygısı var ve Chomsky bu saygının her bir parçasını hak etti. Kariyerimin ilk 25 yılını onun teorisi üzerine çalışarak geçirdim ve ona muazzam bir şekilde hayranım. İkincisi, eğer Chomsky yanılıyorsa, onun teorisi üzerine inşa edilmiş birçok araştırma kariyeri sallantıdadır.

Bir dilbilimci bana, birçok zeki insanın Chomsky’nin teorisine ilgi duymasının teorinin doğru olduğunu gösterip göstermediğini sordu. Hiç de değil. Pek çok parlak ilahiyatçı var, ancak hâlâ hakkında teoloji yapılacak bir tanrının varlığına inanmıyorum. Zekâ, haklı olmanın garantisi değildir ve bilim demokrasi değildir.

Özyineleme, dilin temeli değildir ve bir dil bunu göstermektedir. Anlaşılan o ki dil, doğuştan gelmiyor. Dar bir dil yetisi veya bir evrensel dilbilgisi yok gibi görünüyor. Dil eskidir ve genel insan zekâsından, topluluklar ve kültürler kurma ihtiyacından ortaya çıkmıştır.

Schopenhauer’ın aksiyomu doğruysa, çalışmamın üçüncü eleştiri turu ‘Bunu başından beri biliyorduk’ olacaktır. Bu, bana William James’e atfedilen alıntıyı hatırlatıyor: “Birçok insan düşündüğünü sanır, aslında yaptıkları sadece önyargılarını yeniden düzenlemektir.”

 

Orijinal Başlık: G. E. M. de Ste Croix’s Marxist History of Greece and Rome
Yazar: Daniel Everett
Türkçeye Çeviren: Helin Binici
Editör:
Bekir Demir