Demo v1.0

5 Şubat 2025, Çarşamba

Beta v1.0

Cehalet Tutkusu

Cehalet bilgi ya da malumat eksikliğinden ziyade kendi içinde toplumsal ve politik yapıları şekillendirme kapasitesine sahip aktif bir güçtür. Özgürleşmenin yeni türlerinin mümkün olduğuna inanmamızı sağlayan şey bilgi değil, cehalettir.
Çeviren:
Zehra Topal
Kaynak:
The Philosopher

Başlıklar

I

Sevgi dolu bir birey olmak, ister bir eş, bir çocuk ya da bir ebeveyn olarak, her zaman doğrucu olmayı mı gerektirir? Eğer öyleyse, bu, insanların kendi cehaletlerini sanki bir tür avmış gibi izlemek, onu tuzağa düşürmek ve kontrol altına almak gibi bir görev üstlenmeleri gerektiği anlamına mı gelir? “İyi” bir insan olmak, zorunlu olarak daha iyi bir bilen olmak için çabalamayı mı gerektirir?

Bu sorular, “cehalet çalışmaları” olarak bilinen ve giderek genişleyen bir literatüre hayat veriyor ve Renata Salecl’in Cehalet Tutkusu1Salecl’in A Passion for Ignorance kitabı, 2022 yılında Şafak Tahmaz çevirisiyle Cehalet Tutkusu adıyla Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. – ed. n. kitabı, gelişmekte olan bu alt alana değerli bir katkı sunuyor. Cehalet çalışmaları; sosyoloji, antropoloji, analitik felsefe gibi birçok disiplinden beslenir, ancak burada her bir yaklaşımı gözden geçirmek bu incelemenin kapsamı dışındadır.

Yine de bu disiplinlerin her biri, Salecl’in kitabında benimsediği bakış açısını paylaşıyor: Cehalet bilgi ya da malumat eksikliğinden ziyade kendi içinde toplumsal ve politik yapıları şekillendirme kapasitesine sahip aktif bir güçtür. Cehalet, ticari ve politik müzakerelerde bir güç kaynağı, “ihmal edilme” söz konusu olduğunda bir kaygı kaynağı, aşk söz konusu olduğunda ise bir umut kaynağı olabilir. Cehalet, Charles Mills’in “beyaz cehalet” kavramında örneklendirdiği gibi bir baskı aracı da olabilir. Mills’e göre, beyaz cehalet, tarihsel bir kalıntı değil, aksine günümüzde beyaz üstünlüğünün sürekliliğini sağlayan kurucu bir güçtür.

Salecl’in kitabı, sosyoloji ve felsefenin arasında bir yerde duruyor ve okurlara, cehaletin hem insan ilişkilerini sürdürmede hem de onları yok etmede oynadığı rolü daha iyi anlamak için yeni bakış açıları geliştirmeye davet eden etkileyici sosyolojik örnekler sunuyor. Kitabın ampirik tuvali epey geniş; bir annenin erken ölümünün yasını tutan bir baba ile kızının arasındaki bireysel ilişkilerden, 1990’lardaki Bosna Savaşı’nın ardından St. Louis’de yaşamlarını sürdüren Bosnalı mültecilere kadar uzanır. Bu anlatılar aracılığıyla Salecl, insanın “cehalet tutkusunun” (Lacan’dan aldığı bir terim) zorunlu olarak irrasyonel bir eğilim olmadığını, aksine kendimiz ve başkaları hakkında yeni ve daha derin hakikatlere ulaşmak için bir yol sunduğunu ve aynı zamanda askeri bir travma, yas ya da aşk gibi bir dizi insani olay söz konusu olduğunda insanlara umutsuzluk ve umudun uç noktalarına dayanabilmede yardımcı olmak için bir araç olarak hizmet edebileceğini iddia ediyor. Cehalet, öfke ve şiddetin katalizörü olduğu kadar, katartik de olabilir, ancak onu “yalnızca” bilgi eksikliği olarak görme eğilimi bırakıldığında analitik olarak değerlendirilebilecek sosyal, politik ve psikolojik öneme sahip olabilir.

Salecl’in kitabının en özgün ve ilgi çekici yönü, cehaletin farklı sevgi biçimlerini sürdürücü rolünü psikanalitik görüşlerle incelemesidir. Salecl, genç yaşta annesini kaybeden ve her yıl annesinden gelen mektupları mutlulukla kabul eden bir kadından bahseder. Sonra bir gün bu kadın, Salecl’e bu mektupların “gerçek” olmadığını bildiğini açıklar. Annesi, bu türden bir hatıranın kızına psikolojik açıdan bir yük olabileceğini düşünerek böyle bir miras bırakmayı istememiştir. Ancak annesinin ölümünden sonra, mektuplara duyduğu derin özlem sebebiyle kızın babası, kızına bir mektup yazmış ve bu ritüeli her yıl tekrarlamışlardır. Her iki taraf da gerçeği bilmekte, ancak değerli, neredeyse kutsal bir cehalet içinde bu duruma göz yummuşlardır.

Salecl’in iddiası, yanlış olmalarına rağmen mektupların basitçe “cehalet” olarak reddedilemeyecek bir tür bellek yarattığı, ancak annenin içsel inançları ve düşünceleri hakkında “doğru” bir bilgiyi de temsil etmediğidir. Kız için, daha derin bir tür cehaleti bastırmaya ve hafifletmeye yardım etmişlerdir: kızın annesi hakkında aslında ne kadar az şey bildiği gerçeği. Bu dokunaklı örnek Salecl’in ana önermesini savunmasına yardım eder: Cehalet, kimi zamanlar ahlakın, kimi zamanlar sevgi ve umudun kaynağı olabilen karmaşık bir fenomendir.

II

Kimliklerimiz, topluluklar içinde yaşamanın gerektirdiği sürekli rol yapma ve performans sergileme tarafından şekillendirilir –bu da, Simone de Beauvoir’nın cinsiyet performansının tiyatrosuna atfettiği anlamda Erving Goffman’ın dramaturji kavramını etkileyen bir yaklaşımdır. Sosyal gruplar içinde yaşama ihtiyacı, doğası gereği bir tür rol yapmayı ve gizlenmeyi gerektirdiğinden bilmeme performansını, bilmeme gerçeğinden ayırmak zordur, çünkü cahilce davranmak, kendini daha sarsıcı gerçeklerden sakınmanın bir yolu olabilir.

Cehalet performansı ile onun gerçekliği arasındaki farkı anlamak için otoriter rejimlerde yaşayan insanların savunmasız gruplara yönelik zulümleri hakkında hem kamusal alanda hem de kendi evlerinde bile konuşurken kendilerini sansürlemeleri örneğini ele alabiliriz. Bir insanın herhangi bir yerde, hatta özel yaşamlarında bile konuşması bireyin yaşamını tehdit eder, bu yüzden şüphe duyulan ama kesin olarak bilinmeyen şeyler hakkında sessiz kalmak ölümcül misillemelerden kaçmak için bir savunma mekanizması haline gelir.

Başlangıçta, kriminolog Stanley Cohen’in dikkat çektiği gibi, insanların inkârı, daha fazlasını araştırmamak için kasıtlı bir cehalet türü gerektirir. İnsanlar görünmeyen diyarlardaki vahşetten şüphelenebilir, hatta uzaktan, toplama kamplarından gelen dumanı görüp koklayabilirler bile, ama göremiyorlarmış gibi görmezden gelirler.

Daha sonrasında ise, geriye dönüp baktıklarında, gerçekten bilmediklerini söyleyebilirler. Bu, bilemeyecekleri için değil, bilmeyi reddettiklerinden içindir. Bu kasti görmezden geliş onlara, suçluluklarını hafifletmeye yardımcı olan, benim “cehalet mazereti” (igrorance alibi) ya da “faydalı bilmeme” (useful unknown) olarak adlandırdığım şeyi verir. Bu, aklamanın yanıltıcı bir türü olabilir, ancak onların isteyerek bilmeyişinin yine de önemli psikolojik, hukuki ve politik sonuçları vardır. Ne kadar uzun süre uzağa bakarlarsa cehaletleri o kadar kalıcı hale gelir: Sergilen cehalet giderek gerçek cehalet halini alır. Ne de olsa kendini kasti olarak karanlıkta bırakan siz bile olsanız, oda hâlâ karanlıktır.

Salecl’in kitabı, insanların neden bu tür bir karanlığı, bu bilinmezliğe dalışı arzuladıklarını aydınlatan farklı örnekler sunuyor. Salecl, farklı bilmeme türlerini sınıflandırmayı amaçlamıyor (nitekim Ann Kerwin ve Nancy Tuana gibi diğer akademisyenler zaten cehaletin etkili sınıflandırmalarını geliştirmişlerdir), o, daha ziyade, sosyal hayatta ortaya çıkan farklı bilmeme yöntemlerini analiz etmek için psikolojik ve sosyolojik literatürden olduğu kadar kişisel örneklerden yaralanıyor.

Salecl’in en kişisel vaka çalışmalarından biri, 1990’ların ortalarında savaş sırasında ve sonrasında Bosna’yı terk etmek zorunda kalan Bosnalı mültecilerin yaşadığı St. Louis’deki bir topluluk evini ele alır. Bu, Salecl için özellikle kişisel bir çalışmadır, çünkü bir Sloven olarak tanıştığı Bosnalılarla kültürel ve bölgesel bağlara sahiptir. Kitabın “Boş Mezarlar: Savaşta Cehalet, Unutkanlık ve İnkâr” adını taşıyan ikinci bölümde, bir yandan unutmanın farklı biçimlerinin, diğer yandan ise hem kasıtlı anma hem de zorla kabullenmenin, hayatta kalan farklı kişilerin travmatik anıları ve St. Louis’deki ekonomik ve sosyal zorluklarını dengede tutmasına nasıl yardım edebileceğini inceler. Küçük Bosna’da düşük ücretler karşılığı çok yorucu işlerde çalışan yaşlı kadınlarla tanışıklığından söz eder. İş zahmetli, ama aynı zamanda 1995’te Srebrenitsa’daki soykırım gibi geçmiş zulümlerin sürekli hatırlanmasının ruhsal yorgunluğundan kopmak için bir fırsat sunuyor. “Paraya ihtiyaçları var. Ama bu kadınların çoğu için çalışmak aynı zamanda acı dolu geçmişlerinden kaçmalarına bir sığınak sunuyor” diyor Salecl ve böylece travmatik olayların bastırılmasının “yaşamaya devam etmek için çaresiz bir girişim” olabileceğine ilişkin psikolojik çalışmalardan yararlanır (s. 51).

Bu bölüm, Bosna-Hersek’teki toplu mezarlarda gömülü olan kayıp aile üyelerine dair kesin bilgiye ulaşmak için DNA testlerinin kullanımına yönelik çabaları da ele almaktadır. Salecl’in vurguladığı nokta, cehaletin sıklıkla insanlara dayatıldığıdır, bu kasıtlı bir şey değil, daha çok, insan kalıntılarının kesinlikle sevdiklerine ait olduğuna kanıt sağlayarak, insanların ortadan kaldırabileceğini umduğu bir lanettir. Yine de başka sorular ve bilinmeyenler her zaman var olmaya devam edecek, ama belli sorular sonsuza dek cevapsız kalacak olduğunda bile, teyit etmek insanlara biraz olsun huzur getiren bir katalizör olabilir.

Diğer bir kışkırtıcı ve önemli bir bölüm olan “İhmal Edilme Korkusu: İncelden Sahtekâra” başlıklı kısımda Salecl, bugüne kadar “cehalet çalışmaları” alanında çok az ilgi gören bir konuya, yani ihmal edilmenin ya da dışlanmanın sosyal etkilerine dair yeni bir anlayış sunuyor. Bugüne kadarki çoğu çalışma, farklı kurumsal ve politik avantajları korumak için cehaletin verimli kullanılmasına odaklanmıştır. Salecl ise bu bakış açısını tersine çevirerek, “stratejik cehalet” gibi bir kavrama yeni bir anlam yükler ve ihmal edilme iddialarının incel kimliğinin merkezinde yer aldığını söyler. Bu durum, incellerin kadınlara yönelik nefret ve şiddet eylemlerini, ne kadar aldatıcı olursa olsun, haklı göstermeye çalışmalarına olanak tanır.2İncel, erkeklik krizi ve kadın nefretiyle ilgili şu yazıyı da okuyabilirsiniz: Alev Özkazanç, “İncel Devrimi, Alternatif Sağ ve Erkeklik Krizi”, Corpus Dergi, 14 Ağustos 2024, https://corpusdergi.com/2024/incel-devrimi-alternatif-sag-ve-erkeklik-krizi/ – ed. n.

Freud’dan yararlanan Salecl, incellerin “Chads” –kadınların kendilerinden daha çok istediklerini düşündükleri, güçlü, keskin bir çene yapısına sahip hayali mükemmel erkek için taktıkları ad– olarak adlandırdıkları kişilere duydukları kıskançlığın, Freud’un “ilkel sürü” teorisine benzediğini öne sürer; bu teori, insanlık tarihinin eski dönemlerinde, erkek çocukları öldürüp kadınları tekeline alan bir ataerkil lider tarafından yönetilen topluluklarda öne çıktığını iddia eder. Freud’un teorisinin herhangi bir erken topluluklarının gerçek bir yansıması olduğuna dair hiçbir kanıt yok, ancak Salecl, bunun bir versiyonunun ihmal edilmiş hisseden erkeklerin yanılsamalarında tekrarlandığını öne sürer. Salecl onların şiddetini rasyonelleştirmeye değil, durumu değerlendirmeye ve üzerinde düşünmeye çalışır. Bugün bu ihtiyaç her zamankinden daha fazladır, çünkü incel motivasyonunu “anlama isteği” yakınlığın, hatta hak edilmeyen bir sempatinin büyümesi gibi gözüktüğünden, akademisyenler de dâhil çoğu insan bu tarz konulardaki motivasyonları bilmek ya da hakkında konuşmak istemiyorlar. Ama bu, bir sorumluluk reddidir. Bu, başlı başına kasıtlı bir cehalet biçimidir. İncel şiddetinin temelini oluşturan aldatıcı fanteziler gibi iğrenç motivasyonlar, beyaz üstünlüğü ve beyaz hakimiyetini destekleyen kültürel unutma ve günah keçisi yapma gibi daha büyük yapılar tarafından şekillendirilmektedir. Yanılsamanın katmanlarını soymak, başkalarını bakmaya teşvik etmek bir görev gibi gözüküyor. Salecl bu sorumluluğu almaya hazır.

III

Cehalet Tutkusu, toplumsal bir cehalet teorisinden çok, cehaletin toplumsal yaşamının bir portresi. Cehaleti bazı gruplar ve bireyler için diğerlerinden daha “uygun” kılan yapısal güç biçimleri nadiren ele alınır. Mills’in “beyaz cehalet” üzerine yaptığı çalışmanın gösterdiği gibi, geçmişe dair cehalet nadiren tesadüfidir. Örneğin, sömürgeci geçmişin öğretilmesini büyük ölçüde göz ardı eden eğitim sistemine sahip ülkelerde, büyük bir bilgi eksikliği tamamen bireysel bir başarısızlık değildir, aynı zamanda kurumsallaşmış kasıtlı unutma biçimleriyle yapısal bir şekilde koşullanır. Müfredat geliştirme konusunda etkili olan insanların bu yüzden cehalet konusunda daha “seçkin” oldukları söylenebilir ki bu da benim, farklı sosyal ve politik ortamlardaki cehalet hiyerarşisine dair analizlerimde kullandığım bir fikirdir.

Salecl’in kitabı cehaleti görselleştirmenin yeni yollarını oluştururken, bazen sosyolojik olarak oldukça “yetersiz” kalıyor. Vaka incelemelerinde Salecl’in, insan etkileşimlerine dair önceki sosyolojik çalışmalara dikkat etme pahasına psikolojik çalışmalara ayrıcalık tanıma eğilimi var. Örneğin, Polonyalı psikanalist Helen Deutsch’un çalışmasından yararlandığı, “sahtekârlar” üzerine bir diğer ikna edici bölümde Salecl bize, kariyerini yalan söyleme davranışı üzerine yeni psikolojik fikirler geliştirerek harcamış ve “sahtekârlar” hakkında yazmış olan Deutsch’un yaş aldıkça git gide daha karamsar biri olduğunu, “her yerde sahtekârlar görmenin dehşet verici olduğunu söylüyor: arkadaşları ve tanıdıkları arasında, hatta kendinde bile. Herkes kimliğini kendilerinin hayali bir versiyonuna uyacak şekilde uyduruyormuş gibi görünüyor” (137). “Normal” ve “hastalıklı” sahtekâr arasında bir fark var mı diye soruyor Deutsch. Salecl bu sürekli kimlik değiştirmenin mutlaka kendi başına bir sorun olmadığını, daha derin problemin, insanların her zaman “kim olmak istediklerini ve hangi görüntünün sosyal olarak cazip olacağını tahmin etmeleri olduğunu” iddia ediyor (138). Bu kesinlikle ilginç bir nokta, ama böylesi bir tahmin etme neden bu kadar sorunlu?

Salecl, durmadan kendimizin dışsal olarak nasıl algılandığını sorgulama, içinde kendimizi karmakarışık bulduğumuz bitmek bilmeyen tahmin yürütme sorumluluğunun bir nevi “gerçek” kimliğimizi reddetme olduğunu iddia eder. Fakat böyle bir tahmin yürütme ve onun çevrelediği belirsizlik bana toplumsal hayatın kaçınılmaz özelliklerinden biri gibi geliyor. Kendimizi diğer insanların gözünden görürüz, ancak bu evrenselliğin, Du Bois, Fanon, Beauvoir ve Sartre gibi düşünürlerin dikkat çektiği gibi çok farklı, hiyerarşik toplumsal sonuçları olabilir. Salecl’in bu bölümdeki tartışması yeterince teorize edilmemiş hissettiriyor. Psikanalizden çokça yararlanırken, bu bölüm, varoluşçuluk ya da dramaturji teorilerini açıkça araştırmaktan faydalanabilirdi. Beauvoir ve Goffman’ın çalışmalarının gösterdiği gibi, böyle bir “tahmin yürütmenin” bu kadar sorunlu olmasının bir sebebi, başkalarının kişinin nasıl davranmasını isteyeceği hakkındaki varsayımların, sosyal tabakalaşmanın inatçı bir kaynağı olmasıdır. Dramaturjik sosyal teorinin önemli bir bakış açısı, Goffman’ın ifade ettiği gibi sosyal “performansların” baskın normları ve “resmi olarak itibar edilen değerleri” yeniden doğrulama eğiliminde olmasıdır. Bu, mevcut düzenleri pekiştirebilir ve ırkçı, cinsiyetçi ve sınıfsal iktidar hiyerarşilerini güçlendirebilir.

Öte yandan, yenilik yapmak için, yeniden doğuş için, hangi rolü benimseyeceğimizi “tahmin etmek” için insan kapasitesinin yeni bir aydınlanmanın kaynağı olabileceği de doğru. Du Bois’in belirttiği gibi, daha iyi oynayan kişinin, “resmi olarak itibar edilen değerleri” sergilemede rahat olan insanlarda eksik olma eğilimi gösteren “çifte bilinç” ile gelişmiş bir bilme kapasitesine sahip olması mümkündür. Ben, “tahmin yürütmenin” arkasında bir miktar hayali bir belirsizlik olduğunu düşünüyorum. Bir çeşit umutlu, ileriye yönelik bir cehalet bizi olumlu bir şekilde, sürekli diğer insanlarla aynı düşüncede ya da anlaşmazlık içinde olup olmadığımızı tahmin etmeye zorlar, ne kadar kısa süreli ya da kendini sabote edici olursa olsun sürekli bir tür insani uyum arayışına iter.

Bazı günler, özgürleşmenin yeni türlerinin mümkün olduğuna inanmamızı sağlayan şey bilgi değil, cehalettir. Birinin umudunun gerçek olmadığına onu inandırmayı deneyin, yapamazsınız, çünkü umut tanımı gereği bu tür olumsuzluklardan kaçınır. Salecl’in hoş ve ilgi uyandıran kitabının önemli katkısı bu tarz bir umutlu cehaleti iletmektir.

 

Notlar

(1) Salecl’in A Passion for Ignorance kitabı, 2022 yılında Şafak Tahmaz çevirisiyle Cehalet Tutkusu adıyla Timaş Yayınları tarafından yayımlandı. – ed. n.

(2) İncel, erkeklik krizi ve kadın nefretiyle ilgili şu yazıyı da okuyabilirsiniz: Alev Özkazanç, “İncel Devrimi, Alternatif Sağ ve Erkeklik Krizi”, Corpus Dergi, 14 Ağustos 2024, https://corpusdergi.com/2024/incel-devrimi-alternatif-sag-ve-erkeklik-krizi/ – ed. n.

 

Orijinal Başlık: Hopeful Ignorance
Yazar: Linsey McGoey
Türkçeye Çeviren: Zehra Topal
Editör:
Eren Yılmaz