Demo v1.0

20 Ocak 2025, Pazartesi

Beta v1.0

Yumuşak Faşizm, Yapay Zekâ ve Utancın Çöküşü

Kendimi artık “ılımlı muhafazakâr komünist” olarak tanımlıyorum… Bir süpervizyon durumundayız. Bu yeni bir sosyalizm biçimine yol açabilir ya da ölümcül şiddetin orta yerinde izole uygarlık minyatürlerine varan bir barbarlıkla sonuçlanabilir… En muhtemel sonuç benim “yumuşak faşizm” dediğim şeye varacak olmamız.
Çeviren:
Bekir Demir
Kaynak:
Sri Lanka Guardian

Gençken, geri kafalı solculardan başka bir şey değildik. Müstehcen hareketler ve edepsiz sözlerle tahrik edici konuşmalar yaparken, iktidarı ellerinde tutanların haysiyet sahibi olduğunu düşünürdük. Nihayet fark ettiğimiz şey, muktedirlerin tahayyül edemeyeceğimiz kadar müstehcen olduklarıydı.

Son seçimlerde hata üstüne hata yaptık. Demokratların hiçbir şey öğrenememe becerileri akıl almaz. Burada olmaktan gurur duyuyorum, hayır kötü bir şaka değil bu, ciddiyim ve çenem düşebildiği için kısa kesmeye çalışacağım. Bulunduğumuz yere dair bir fikir vermek adına söz arası değiniler bunlar.

Peki neredeyiz? Kuantum mekanikle flört etmeyi severim, fakat beni asıl büyüleyen şey süperpozisyon, çöküş gibi kuantum kavramlarının toplumsal hadiselere ve tarihe uygulanışıdır. Temel fikrim şu: Resmen radikal solcu olmayı sürdürsem de kendimi artık “ılımlı muhafazakâr komünist” olarak tanımlıyorum. Nedenini açıklayacağım.

Hem liberallerin hem de Marksistlerin olumsal ve kefil olunamaz, belli bir yöne işaret eden tarih düşlerini terk etmemiz lazım. Fukuyama’yı alın sözgelimi: Fukuyama aptal değil; bugün Bernie Sanders’i destekliyor ve teorisinin tutmadığını kabul etti. Diğer yanda ise taşıdığı zorluklara rağmen komünizmin kaçınılmaz olduğuna inanan Ortodoks Marksistler var. Rosa Luxemburg’un meşhur “ya sosyalizm ya barbarlık” şiarı gibi ifadelere başvurarak determinizmlerini maskeleyebilirler. Ama kaçırdıkları şey neydi biliyor musunuz? Stalinizmde ikisine birden aynı anda sahip olmamız.

En basite indirgenmiş haliyle fikrim şu: Kuantum süperpozisyonlarını bilirsiniz. Sanal bir dalga durumunda, A noktasından B noktasına giden parçacığın çökmeden önce tüm olası yolları kullandığını varsayarız. Sanırım şu an böyle bir an yaşıyoruz. Nereye gittiğimizi bilen var mı?

Üç veya dört ölümcül krizle karşı karşıyayız: ekoloji, savaş, göç (veya nüfus hareketleri) gibi. Derinine inmeyeceğim ancak temel sorun bu krizlerin nasıl etkileşeceği. Kimileri ekolojik krizlerin büyümesinin savaşları azaltacağını düşünüyor. Ben bundan pek emin değilim.

Durum gün gibi ortada. Kanımca bir süperpozisyon durumundayız. Bu, yeni bir sosyalizm biçimine yol açabilir ya da ölümcül şiddetin orta yerinde izole uygarlık minyatürlerine varan bir barbarlıkla sonuçlanabilir. Fakat kötü haber geliyorum demez. Detaylarını konuşuruz ama beni üzen şey şu: En muhtemel sonuç benim “yumuşak faşizm” dediğim şeye varacak olmamız.

“Yumuşak” derken Nazi tarzı faşizmi veya düpedüz imha kamplarını kastetmiyorum. Daha ziyade, bana göre faşizmin en iyi tanımı muhafazakâr devrimdir. Bir yandan kapitalist gelişmenin dinamiğinden pay almak, diğer yandan da dizginlenemez kapitalizm ve liberalizmin toplumsal çözülmeye yol açabileceğini kabul etmek anlamına gelir bu. Kafası basan faşistler bunu anlamıştı. Bu yüzden de kapitalizme dayanan, ancak icat edilmiş geleneklere -mutlaka öyle olmak zorunda olmasa da genellikle dine- başvurarak kendini meşrulaştıran güçlü bir devlet tarafından kontrol edilen bir ekonomi öngördüler.

Bir kısmınızın canını sıkacak biliyorum ama buna örnek olarak kimi gösterebilirim biliyor musunuz? Çin. Çin’de neler olup bittiğini yakından takip ediyorum. İki ay önce liderleri bir konuşma yaptı. Şöyle başladı: “Gençlerimiz yeterince eğitimli değil, onları ideolojik olarak eğitmeliyiz.” Daha çok Marx veya Mao okumakla ilgili sıradan bir retorik bekliyordum. Fakat ne yaptı biliyor musunuz? Konfüçyüsçü gelenekleri vurgulayarak bunların toplumu bir arada tutmak için vazgeçilmez olduğunu söyledi. Modi de Hindistan’da benzer bir şey yapıyor: Zalim kapitalizm gelenek anlatısıyla birleşiyor. İşte bu, bence bu, dünyanın büyük bir kısmı için en olası yön.

Korkarım ki tarih bizden yana değil. Son raddede baş belası başka bir gidişat da haydut devletlerin yükselişi. Yanlış anlaşılmasın, haydut devlet derken alışılagelmiş Batılı emperyalist anlamını kastetmiyorum. Daha spesifik bir şeyden, mevcut düzenin yasal ya da ideolojik olarak artık kendini yeniden üretemediği bunun yerine yasadışı, acımasız şiddete dayandığı bir devletten söz ediyorum.

Bunun en bariz örneği, devletin çöktüğü ve topraklarının %80’inden fazlasının çetelerin kontrolünde olduğu Haiti’dir. Haiti sadece bir örnek. Rusya’yı ele alalım: Wagner Grubu, tamamen devlet tarafından finanse edilen, el altında tutulan yarı yasal, yarı yasadışı bir askeri örgüttü. İsrail’i düşünün. Batı Şeria’daki yerleşimciler genellikle yasaların dışında hareket ediyor, ancak İsrail devleti tarafından dolaylı olarak destekleniyorlar. Bugün İsrail’in trajedisi budur. Bir zamanlar İsrail mahkemeleri tarafından ırkçı bir suçlu olmakla mahkûm edilen Itamar Ben-Gvir şimdi Ulusal Güvenlik Bakanı. ABD’deki Proud Boys gibi gruplar bunun bir başka tezahürü. Bu tür gruplarla arasına mesafe koyarken onları manipüle etmeye devam eden yine Trump’tan başkası değil.

Bu, bana göre başarısız bir devletin işaretidir; kendi yasal ya da ideolojik çerçevesi içinde varlığını sürdüremeyen bir devletin işareti. Mevcut durumumuzun ne kadar radikal bir şekilde açık olduğunun farkında olmalıyız. Açık olan şu: Statüko sonsuza kadar devam edemez. Ancak gelecek önceden belirlenmiş değildir. Kuantum terimleriyle söylersek, mevcut durumun hangi tekil gerçekliğe çökeceğini henüz bilmiyoruz.

Burada çok sevdiğim Hegelci meselelere girmeyeceğim ama şunu söylememe izin verin: Hegel olayların geriye dönük doğasını kavramıştı. Tarihin belirli bir varyantı bir kez şekillendiğinde, geçmişi geriye dönük olarak yeniden tanımlarız; empirik olarak değil, onu nasıl anlattığımız ve algıladığımızla yaparız bunu. Geçmişi sürekli olarak yeniden yazarız.

Genellikle naif bir ilerlemeci olarak görülen Marx, Grundrisse‘de derin bir şey yakalamıştır. Şöyle yazmıştı: “Tıpkı insan anatomisinin maymun anatomisini açıklaması gibi, kapitalizm de önceki toplum biçimlerini yorumlamanın anahtarını verir.” Tarihin kapitalizme yol açacak şekilde önceden belirlenmiş olduğu anlamına gelmez bu. Aksine, kapitalizm ortaya çıktıktan sonra, tarihi sanki her zaman bu yönde ilerliyormuş gibi yorumlamaya başladık.

Tarihin bu geriye dönük yeniden kurgulanışı, David Graeber gibi düşünürlerin çalışmalarını takdir etmemin nedenidir. Eski İnka toplumlarının nasıl hem acımasız hiyerarşiler hem de kayda değer demokratik yapılar içerdiğini gösterdi. Tarihi gerçekten anlamak için, olabilecek ama olmayan şeylere dikkat etmeliyiz. Gerçekleşmemiş bu olasılıklar öylece yok olmazlar; gerici ya da ilerici hayaller olarak varlıklarını sürdürürler.

Yapay zekâ üzerine bir düşünceyle bitireyim. Bence bu konuya yanlış bir şekilde yaklaşıyoruz. Sık sık, yapay zekâ bizim gibi düşünebilecek mi diye soruyoruz. Peki ama bunu neden buraya sıkıştırıyoruz? Ortaya çıkacak yeni zekâ biçiminin insan düşüncesini taklit etmesi gerekmiyor.

Yapay zekânın taklit edemeyeceği gerçek insani özellikler, anlamsız günlük ritüellerimiz ve küfür etme kapasitemizdir. Muslukları takıntılı bir şekilde iki kez kontrol etmek veya tuhaf alışkanlıklara düşkünlük gibi gibi tuhaflıklarımız, hayatın doğasında var olan kaosa kırılgan bir düzen duygusu empoze etmemize yardımcı olur.

Özellikle küfürler beni büyülüyor. Bu sadece kabalık meselesi değil. Küfür, dilin kendisiyle ilgili hayal kırıklığımızı, deneyimlerimizi tam olarak ifade edemememizi yansıtıyor. Bunun, insan olmanın ne anlama geldiğinin merkezinde yer aldığına inanıyorum.

Son olarak, bugün beni en çok üzen şey kamusal yaşamdaki utanmazlık patlamasıdır. On yıl önce düşünülemeyecek şeyler artık açıkça tartışılıyor ya da sergileniyor. Örneğin İsrail’de yakın zamanda Knesset’te Hamas üyesi mahkumlara korkunç işkenceler yapılan bir hapishanedeki gardiyanlarla ilgili bir tartışma yaşandı. Beni rahatsız eden sadece eylemler değil, tartışmanın tonuydu: Birçok kişi gardiyanların cezalandırılmasının utanç verici olduğunu savundu. Hamas üyelerini insandan daha aşağı görüyorlardı. Korkarım ki bu tür utanmazlıklar dünya genelinde giderek artan bir eğilim. Kendimize sormamız gereken soru şu: Böylesine müsamahakâr bir çağda, utanç duygusunu nasıl yeniden tesis edebiliriz?

 

Editörün Notu: Bu makale Oxford Union’da yapılan konuşma metnine dayanmaktadır.

 

Orijinal Başlık: Žižek on Soft Fascism, AI, and the Collapse of Shame
Yazar:
Slavoj Žižek
Türkçeye Çeviren: Bekir Demir
Editör:
Kerim Can Kara