Margaret Thatcher, 1980 yılında, Birleşik Krallık ekonomisini canlandıracağını iddia ettiği serbest piyasa ekonomisine ilişkin “Başka alternatif yok!” şeklindeki vahim açıklamasını yapmıştı. Her ne kadar politikaları vaat edilen sonuçları vermemiş olsa da şu bir gerçek ki, çoğu yerde daha eşitlikçi ve kapsayıcı kamu politikalarını savunanlar art arda tek bir seçim döneminden daha fazla bir süre boyunca yetki makamlarını elinde tutamamıştır. Öte yandan sıkça sonunun geldiğinin an meselesi olduğu öne sürülmesine karşın neoliberalizm, küresel ekonomide hâlâ hatırı sayılır bir güce sahiptir.
Peki ya, eşitlikçi ekonomi politikaları için geniş ve kalıcı nitelikte bir çoğunluk desteği oluşturma çabaları neden şimdiye kadar başarısız oldu? Buna verilen yanıtların bir kısmı, alternatif ekonomi politikalarını savunanların mevcut ekonomik teorilerin sınırları dahilinde faaliyet göstermeye devam etmelerine işaret etmektedir. Çoğunlukla sol görüşlü ekonomistlerin temel analitik çerçevesi 1930/40’lardan bu yana pek değişmemiştir.
Bu önemli bir sorunsaldır. Çünkü ekonomi kökten bir değişime uğradı. Dolayısıyla, mevcut ekonomimizi anlamlandırmak adına yeni bir paradigmaya ve yerel düzeyde tüketilen ve üretilen şeyleri şekillendirebilecekleri kaynakları ve mekanizmaları sağlayacak ikna edici bir politik gündem sunma ihtiyacımızın olduğu ortadadır.
Ne Tür Bir Ekonomiye Sahibiz?
1960’lardan bu yana, ben de dahil olmak üzere bazı akademisyenler, sanayi toplumundan bilim ve teknolojiye büyük ölçüde bağımlı olan ve tüketimin hizmetlere -genellikle soyut ve eğitim veya restoran yemekleri gibi kısa ömürlü çıktılara- doğru kaydığı bir topluma geçişi açıklamak için “sanayi sonrası” kavramını kullandı. Ancak bu kavram hiçbir zaman gerçekten kök salamadı. Zira, hem hatalı bir şekilde neoliberalizmin ekonominin sorunlarını çözeceğini iddia eden serbest piyasa ideologları tarafından siyasi olarak mağlup edildi hem de sanayi sonrası kuramcıları – sanayicilik için fabrika ya da tarım toplumu için çiftlik gibi– bu tarihsel aşamanın merkezinde yer alan yapıları tespit edemediler.
Artık açıktır ki, sanayileşmeyi takip eden şey çoğu insanın içinde yaşadığı topluluğun hafif veya ağır altyapısını üretmek, sürdürmek veya geliştirmek için çalıştığı bir “yaşam alanı” (habitasyon) ekonomisidir.1Block “habitation economy” terimini yaşamı çevreleyen unsurların bir bütünü olarak ele almaktadır; konut inşası, iletişim ve ulaşım altyapısının yanı sıra eğitim, sağlık hizmetleri ve gıda tedariki de buna dahildir, bu nedenle “yaşam alanı ekonomisi” olarak çevirmeyi uygun gördük. (Ed.) Sanayi toplumunda bu işler arkaplanda gerçekleşme eğilimindeydi; toplumsal yeniden üretim kuramcılarının açıkladığı üzere, bu işlerin çoğu kadınlar ya da ücretli işlerinden arta kalan zamanda erkekler tarafından yapılıyordu. Ancak bugün inşaat, sağlık, eğitim, yerel yönetim, perakende ticaret, ulaşım, iletişim, eğlence ve inovasyon ekonomisi dikkate alındığında çalışan kesimin büyük br kısmının bir tür yaşam alanı işçisi olduğu ortaya çıkmaktadır. Keza birçoğumuz, boş zamanlarımızda bu tür işleri ücretsiz yapmaktayız.
Ancak, ekonominin büyük kısmı bu alanlara odaklanmışken, istediğimiz yaşam alanını dahi elde edemiyoruz. Uygun fiyatlı konut konusunda ciddi bir sıkıntımız var; bu da evsizliğe, aşırı yüksek kira fiyatlarına ve dolayısıyla uzun ve yorucu işe gidiş geliş süreçlerine neden oluyor. Kentlerimizdeki, banliyölerimizdeki ve kasabalarımızdaki yoksulluk, ekonomik eşitsizlik ve çaresizlik uyuşturucu bağımlılığına ve suça zemin hazırlıyor. Taşradaki insanlar da istihdam olanaklarından, baz istasyonları gibi temel altyapı ve asgari hizmetlerden yoksun durumdadır. Buna paralel olarak, sağlık hizmetleri, eğitim, çocuk bakımı, yaşlı bakımı ve finansal hizmetlerde de benzer sorunlar mevcuttur.
Buraya nasıl geldiğimizi anlamak için sanayi devrinin temel kurallarını ve ekonomik kategorilerini yeniden gözden geçirmek zaruridir. Ayrıca, piyasanın arz ve talebi dengelediğine dair klasik düşünceyi terk etmemiz gerekmektedir.
Geleneksel Metanın Düşüşü
Ekonomi bilimi, Thomas Malthus ve David Ricardo’dan bu yana, aynı anda birçok tedarikçiden birden temin edilebilen ve tek seferde el değiştirebilen tek tipleştirilmiş malların üretimine odaklanmıştır. Bu nitelikler, piyasa ekonomisinde asimetrik bir güç dağılımının olmadığı görüşünün temelini oluşturmaktadır. Bir tedarikçi çok fazla ücret talep ediyorsa veya ürünleri piyasa standardının altındaysa alıcı kolaylıkla bir başka üreticiyle anlaşabilir. Bu doğrultuda, anlaşmadan çekilme piyasa aktörlerini disipline etmek için güçlü bir araçtır.
Ancak günümüzde üretilen ve tüketilen şeylerin çoğu, metanın bu bağlamdaki tanımına uymamaktadır. Günümüzde insanlar çoğunlukla hizmet ürünlerini veya tek tipleştirilmemiş malları tüketiyor. Keza hizmetlerin çoğu tek tip değildir ve süreç içerisinde gelişen ilişkileri de içermektedir. İster ev sahibi ister kiracı olun, meselenin kendisi taraflar arasında görece uzun süreli bir ilişkiyi gerektirir ve bu anlaşmadan çekilmek her iki taraf için de maliyetlidir. Buna benzer olarak şunu düşünelim: İhtiyaç duyduğu bir tıbbi işlemin maliyeti söylendiğinde (ne kadar pahalı olursa olsun) çok az hasta hastaneyi terk edecektir. Yeri geldiğinde bankaları, cep telefonu operatörlerini ve sigorta şirketlerini değiştirdiğimiz doğrudur, ancak bu da bir hayli zaman almaktadır. Üstelik yeni anlaşacağımız firmanın öncekine göre daha az sorun yaratacağının garantisi de yoktur.
Hala satın aldığımız her şey birer metaymış gibi düşünüyoruz. Hastane ziyaretlerimiz, sanki işlemler süpermarketten aldığımız fişlerde yazdığı kadar şeffafmış gibi, sigorta geri ödemeleri için kategoriler halinde kodlanmaktadır. Ancak bu tür faturalar, tıpkı kamu hizmetlerinden gelen anlaşılması güç faturalar gibi bürokratik kurgulardır. Hizmet tedarikçisi, sigortacıdan tam ödeme olarak 150 $ alsa bile tıbbi bir prosedürün resmi ücret karşılığı esasen 1.000 $ olabilir.
Çoğu ABD firması da tek tipleşmiş bir ürün satarak para kazanmanın zorluğunu anlamış durumda. Muhtemelen yabancı bir firmanın ilgili ürünü çok daha düşük bir fiyata üretebileceğinin de farkında. ABD firmaları, üretimlerini yurt dışına taşıdıklarında bile nispeten farklılaşmış bir ürün yelpazesi oluşturmaktadırlar. Öyle ki, bira ve ekmek gibi temel gıdalardan otomobillere, yatak döşeğe, ev aletlerine, giysilere ve ilaçlara kadar aklınıza gelebilecek hemen hemen her ürün tek tip olmaktan çıkmış durumdadır.
Tek tip olmaktan çıkan ürünler hızla birbiriyle kıyaslanamaz hale gelir. Bu durumda, fiyat ve nitelik arasında kesin bir dengeyi gözetmenin pek bir yolu yoktur. Dolayısıyla, bir seçim yaparken çoğumuz marka isimlerine güvenme eğilimindeyiz. Ancak bu durum, en büyük reklam bütçesine sahip firmayı ödüllendirmek anlamına gelebilir. Üstelik otomobil ve ev aletleri gibi görece daha pahalı malların çoğunda, garanti ve hizmet sözleşmeleri dolayısıyla alım satım işlemleri zamana yayılmıştır.
Hizmetlerin ve tek tip olmaktan çıkmış ürünlerin baskın olduğu tüketim kalıpları, gücü üreticilere kaydırdı. Birinin işletmesini başka bir lokasyona taşıması aslında tüketici için maliyetli olma eğilimindedir. Alıcılar ve satıcılar arasında ciddi bir bilgi asimetresi mevcuttur ve tüketicilerin bu açığı kapatmaya çalışması kendilerine pahalıya mal olmaktadır. Bu güç asimetrisi rekabet hukukunun son kırk yılda gevşek işletilmesiyle daha da büyümüş, bu da hem mal hem de hizmet piyasalarında yüksek düzeyde yoğunlaşmaya yol açmıştır.
Devlet, bu piyasaların çoğunda hem düzenleyici hem de mali kaynak sağlayıcı olarak etkin bir şekilde yer alsa da gücünü yalnızca ara sıra tüketicileri korumak için kullanıyor. Kablolu televizyon, elektrik ve cep telefonu hizmeti sunan firmalar kamu hizmetlerini sağlıyor, ancak çoğunlukla düzenleyici kurumları fiilen ayartmış durumdalar. Yerel yönetimler konut piyasasını imar ve inşaat yönetmelikleriyle düzenliyor ve federal hükümet konut finansmanının çoğunu üstleniyor. Ancak bu yetkiler, uygun fiyatlı konut arzını genişletmek için gereken ölçekte kullanılmış değil.
Kısacası klasik metalara benzemeyen her türlü şeyin arz ve talebini dengelemek için piyasalara güveniyoruz. Bu nedenle bu piyasaların ekonomi teorisinde iddia edildiği gibi işlememesi pek de şaşırtıcı değil.
Üretim ve İnovasyondaki Değişimler
Tek tip olmayan mallar ve birçok hizmet, yüksek düzeyde inovasyon gerektirir. Ürünlerini farklılaştırmak için yeni özellikler ve yeni üretim yolları geliştirmek gerekir. İnovasyon aynı zamanda sağlık, eğitim, iletişim, eğlence hatta finansal danışmanlık gibi hizmetlerin de doğasında vardır. Örneğin sağlık hizmetlerinde hastalıklarla mücadele etmek ve insanlara daha kaliteli bir yaşam sunmak için sürekli yeni ilaçlar ve prosedürler araştırılır.
Söz konusu yenilik arayışının bir kısmı yüzeysel, hatta gülünçtür. Yeni çıkan birçok içecek ve gıda ürününün yarı-ömrü çok kısadır. Yine de, kişisel bilgisayar, akıllı telefon, elektrikli araba, LED ampuller, lityum piller, yeni kompozit malzemeler, RNA aşıları ve son yıllardaki diğer icatlar önemli ilerlemeleri temsil etmektedir. Kaldı ki, eğlence sektöründe ve kültür ürünleri alanında çoğumuz belki de on yıllar önce tükettiğimiz sanat, müzik ve edebiyattan farklı şeyler görmeyi arzularız.
Bundan şu sonuç çıkar ki, tek tip olmayan ve çoğunlukla yeni mal ve hizmetlere öncelik veren bir ekonomi, tek tipleştirilmiş ürünlere odaklanan bir sanayi ekonomisinden farklı şekilde işleyecektir.
Tek tipleştirme tarihsel olarak organizasyon alanındaki iki diğer inovasyonla bağlantılıydı. Yani dikey entegrasyon ve Taylorizm ile… Her üçü de Henry Ford’un endüstriyel tasarımlarında örneklenmiştir. Müşterinin, siyah renkte olduğu sürece, istediği renkte T Model arabaya sahip olabileceğini söylediği iddia edilen Ford, dikey entegrasyon modelini herkesten ileri bir noktaya taşıdı. River Rouge fabrikasında şirketi, araba üretmek için gerekli çeliği de camı da üretiyordu. Ford’un mantığına göre, üretimin ne kadar çok aşamasını kendisi yönetirse kâr akışının da o kadar büyük bir kısmını kontrol edecekti. Bu mantık son derece akla yatkındı, çünkü yüksek oranda tek tipleştirilmiş bir üründen çok büyük miktarda üretiyordu.
Ford’un montaj hattı, Frederick Winslow Taylor’ın 20. yüzyılın başlarında verdiği, tasarım ile uygulamayı birbirinden ayırma yönündeki idari tavsiyenin somut bir temsiliydi. Bu işlevleri birleştiren zanaatkârın yerine Taylor, kavramsal temeldeki çalışmayı yöneticilerin yapması ve üretim işçilerinin sadeleştirilmiş bir senaryoyu takip etmesi konusunda diretti. Bu husus montaj hattında pratiğe döküldü; her çalışma alanı, üzerinde çok az veya hiç düşünmeyi hiç gerektirmeyen tekrar edip duran birkaç görev içermekteydi.
Tek tipleştirilmemiş ve inovasyona öncelik veren bir ekonomi kapsamındaki hemen hemen her sektörde işbirliğine dayalı ağ üretimine (collaborative network production) kayıldığı görülmektedir. Ağ üretimini organize etmenin birçok yolu vardır, ancak bunların hepsi dikey entegrasyonun olumsuz yönlerine birer yanıttır. River Rouge’da çelik ve cam üreten birimlerin üretimleri için piyasa garantisi vardı ve daha verimli veya inovatif olmaları için çok az teşvik bulunuyordu. Buna karşın, tek tipleştirilmemiş bir sistemde, cam, çelik ve otomotiv bilgisayarları üretiminde en ileri uzmanlığa sahip firmalarla ortaklık kurmak için birçok neden vardır.
İşbirliğine dayalı ağ üretiminin klasik modellerinden biri, seri üretimden yalın üretime geçerken Toyota tarafından geliştirildi. Otomobil şirketleri, piyasadaki en düşük fiyat için pazarlık yaparken belirli bir rutin dahilinde tedarikçi firmalardan parça satın alıyordu ve sıklıkla bir tedarikçiden diğerine yöneliyorlardı Toyota, bunun yerine taşeron firmalarla uzun vadeli ve dolayısıyla nispeten kalıcı nitelikte bir işbirliği ilişkisi kurdu ve bu firmalara sürekli olarak inovasyon yaparak maliyetleri düşürdüğü sürece üretimlerinden kâr garantisi verdi.
Apple, kendi işbirliliğine dayalı ağ üretimi versiyonu doğrultusunda iPhone üretimini Çin anakarasında dev fabrikaları bulunan Tayvanlı şirket Foxconn’a yaptırmaktadır. Apple mühendisleri, fabrikanın çok üst düzeyde ve hatasız üretim yapmasını sağlamak amacıyla Foxconn tesislerinde epey zaman geçirmektedir. Başka bir örnek vermek gerekirse, günümüzde çoğu Hollywood filmi; oyuncuları, ses mühendislerini, yönetmenleri, film yapımcılarını ve diğer önemli grupları temsil eden birçok küçük firmanın işbirliğiyle yapılmakta, ancak dağıtım ve pazarlamayı büyük yapım şirketleri organize etmektedir.
İşbirlikliğine dayalı ağ üretimi yüksek nitelikte bir uzmanlığı gerektirir ve tek bir firmanın bu kadar çok sayıda uzman çalıştırmasının ne pratik ne de verimli olduğu söylenebilir. Artık en ileri seviyedeki teknolojik inovasyonlar, büyük devlet laboratuvarlarında veya devletin finanse ettiği araştırma kurumlarında; kamu görevlisi bilim insanlarının ve mühendislerin dış firmalardan bilim insanları ve mühendislerle birlikte çalışmasıyla gerçekleşmektedir.
Bazı işbirliliğine dayalı ağ üretimleri halen önemli ölçüde, sınırlı becerilere sahip ucuz işgücüne dayanmaktadır. Örneğin yeni internet firmaları, müşterilerinin halen pek çok hata barındıran yazılım veya uygulamalarla çalışabilmesine yardımcı olmak için çoğunlukla çağrı merkezlerindeki düşük ücretli çalışanlarına bel bağlamaktadır. Öte yandan Amazon, depo çalışanlarını yönetmek için Taylorizmin yüksek teknolojili bir versiyonunu kullanıyor. Ancak yalın üretim sistemlerinde montaj hattı çalışanları bile aksaklıklara neden olabilecek sorunları tespit etmek için eğitimden geçmekte ve ürün kalitesini artırabilecek üretim değişiklikleri önermeye teşvik edilmektedirler. İnovasyon üzerinde çalışan ekipler sürekli çözülmesi gereken sorunlarla iştigal etmektedir ve bazen önemli fikirler yüksek eğitimli olmayan kişilerden gelir.
En büyük hizmet sektörü kuruluşlarında da bir tür işbirliğine dayalı ağ üretimi görülmektedir. Yakın zamana kadar hastanelerde çalışan doktorların birçoğu hastane tarafından istihdam edilmiyordu. Üniversite öğretim üyeleri kendi kurumları tarafından istihdam edilseler de, öğretim ve araştırmalarında diğer tüm çalışanlara göre çok daha fazla özerkliğe sahiptirler.
Ekonomimiz, en tepedeki kişilerin neredeyse tüm önemli kararları aldığı ve sıradan çalışanların aldığı ücretlerden kat be kat fazla maaş aldıkları çok büyük şirketlerin hâkimiyetindedir. Ancak günümüzde çoğu şey, başarılı olması genellikle farklı kuruluşlara yayılmış birçok farklı çalışanın sunduğu katkıya ve uzmanlığına bağlı olan işbirliğine dayalı ağ organizasyonu sistemlerinde üretilmektedir.
Neler Yatırım Olarak Sayılabilir?
Üretim ve tüketimdeki tüm bu dönüşümlerin ekonomik analiz araçları üzerinde önemli etkileri vardır. Bunlar arasında en önemlilerinden birisi yatırım kavramıdır; tüketim harcamaları ve üretim sürecinde tüketilen malların aksine, üretimi yıllara yayarak artırmayı amaçlayan harcamalardır. Çoğu ekonomi politikası, ekonominin mal ve hizmet üretme kabiliyetini genişletmek amacıyla toplam yatırımı artırmak için tasarlanmıştır. Mesela vergi hukukumuz, yatırım harcamalarını artıracakları umuduyla işletmelere karşı oldukça cömert davranır.
İktisatçıların yatırım konusundaki temel yaklaşımı, çiftliklerin ve fabrikaların üretimde baskın olduğu bir sanayi çağında şekillendi. 1947’de Ticaret Bakanlığı ekonomideki değişiklikleri takip etmek için Millî Gelir ve Ürün Hesaplarını (National Income and Product Account) ilk kez yayımladığında, yalnızca makine, ulaşım ekipmanı ve bina harcamaları yatırım olarak sayılıyordu. Saymanlar yol, köprü ve havaalanı gibi yapıları inşa etmek için yapılan kamu harcamalarının yatırım kategorisine dahil edilmesi gerektiğini ancak 1996 yılında kabul ettiler. Hatta Ticaret Bakanlığı istatistikçileri halen hane halkının otomobil ve büyük ev aletleri satın almasını yatırım olarak değerlendirmemektedir.
Bazı ekonomistler, onlarca yıldır ekonominin hizmet gibi maddi olmayan şeyler üretmesinde görüldüğü üzere, maddi olmayan yatırımların da arttığına işaret ediyor. Buna giderek daha karmaşık hale gelen ve bilgisayar donanımı üzerinde çalışan veya araçlara, cihazlara, tıbbi ekipmanlara ve diğer birçok ürüne dahil edilen, yazılım sektörü örnek gösterilebilir. Yani bir bilgisayarın satın alınması yatırım sayılıyorsa, o bilgisayarın faydalı işler yapmasını sağlayan yazılımın maliyeti de yatırım sayılmalıdır.
Bu noktadan hareketle, bilimsel keşiflerin ve yeni ürünlerin ardındaki Ar-Ge faaliyetlerine harcanan paranın büyük kısmının da yatırım olarak sayılması gerektiği sonucu çıkıyor. Benzer şekilde, edebi eserler, filmler, televizyon şovları ve plak, albüm kayıtları dahil olmak üzere özgün kültürel ürünler yaratmak için gereken harcamalar, bunların uzun yıllar boyunca satılmaları amaçlanıyorsa yatırım sayılmalıdır.
Artık birçok ekonomist, nüfusun bilgi ve beceri düzeyini yükseltmek için harcanan paranın “beşeri sermaye” oluşturduğunu ve bunun da önemli bir yatırım biçimi olduğunu savunuyor. Ancak, Ticaret Bakanlığı bu harcamaları yatırım olarak saymıyor. Bu husustaki direnişin iki nedeni var gibi görünüyor. Birincisi, ekonomistlerin beşeri sermaye harcamalarını ölçmenin en doğru yöntemi konusunda anlaşamazlığa düşmeleri. İkincisi, bilgi ve becerilerin artırılmasına yönelik harcamaların diğer yatırım türlerine göre oldukça büyük olmasıdır. Verilerin beşeri sermaye harcamalarını içerecek şekilde revize edilmesi, GSYH’ye ilişkin büyüklük ve büyüme modeli tahminlerinin tamamını önemli ölçüde değiştirecektir, bu da istatistik kurumlarının yapmaya hiç de istekli olmadığı bir şeydir.
Sonuç olarak, ekonomistlerin analizlerinde kullandıkları resmi veriler, disiplindeki çoğu kişinin benimsediği yatırım tanımına dayanmamaktadır. O halde, elinizdeki veriler toplam yatırımın hatalı bir ölçümüne dayanıyorsa ekonomik büyümeyi nasıl kavrayabilirsiniz?
Feminist akademisyenler toplumsal yeniden üretim kavramını kullanarak alternatif bir paradigma geliştirdiler. Çocukları yetiştirmek ve onları üretken ve sosyal becerilere sahip insanlar haline getirmek için gerekenleri öğretmek adına yapılan tüm çalışmaların yatırım sayılması gerektiğine işaret ediyorlar. Öyle ki, bunlar olmasaydı mevcut ekonomik çıktı düzeyine ulaşamazdık. Buradan, kapsamlı bir yatırım ölçütünün yalnızca Ticaret Bakanlığı tarafından takip edilen maddi ve maddi olmayan yatırım harcamalarını değil; aynı zamanda eğitim, öğretim ve ev dışı çocuk bakımı harcamalarının ve buna ilaveten vaktini çocuk yetiştirmeye adayan aile üyelerinin ücretsiz emeğini de hesaba katması gerektiği sonucu çıkmaktadır. Ayrıca, hane halkının araç ve büyük ev aletleri alımları gibi, sağlık harcamalarının önemli bir kısmı da dahil edilmelidir, zira bu harcamalar insanları üretken olabilecek kadar sağlıklı tutmak için gereklidir. Hatta, gıda pulu ve işsizlik sigortası gibi geliri koruma harcamaları da ekonomik sıkıntı dönemlerinde aileleri destekledikleri için yatırım kapsamında değerlendirilmelidir.
Ekonomideki yatırım düzeyleri toplumsal yeniden üretim çerçevesinde yeniden hesaplandığında ortaya şaşırtıcı bir tablo çıkmaktadır (bkz. Tablo 1). Bu çalışma için ekonomi üç sektöre ayrılmıştır: iş dünyası, devlet ve hem hane halklarını hem de kâr amacı gütmeyen kuruluşları kapsayan toplum. Son altmış yılda maddi olmayan yatırımlardaki büyümenin bir sonucu olarak, yatırımların çoğu toplum ve devlet sektörleri tarafından yapılmakta ve iş dünyasının yatırımları toplam yatırımın dörtte biri veya üçte biri gibi ufak bir kısmını temsil etmektedir.
Bizlere şimdiye kadar defaatle, hükümetlerin iş dünyası ve zenginler üzerindeki vergileri artırmadan bütçelerini dengelemesi gerektiğini, zira onların yatırımlarının refahımız için kritik olduğu söylendi. Benzer şekilde firmalar, ücretlerin artması durumunda bunun kârlarını tehlikeye atacağı ve iş dünyasının yaptığı kritik yatırımların kesintiye uğrayacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Kısacası kemer sıkma politikalarının gerekçesi, her zaman temelde ticari yatırımların devamını sağlamaktır.
İş Dünyası Yatırımı | Devlet Yatırımı | Toplumsal Yatırım | |
İktisadi Analiz Bürosu Birimleri | 3826.3 | 740 | 0 |
Konut Yatırımı | -798.5 | 798.5 | 0 |
Kar Amacı Gütmeyen Yatırım | -213.7 | 0 | 213.7 |
Dayanıklı Tüketim Malları | 0 | 0 | 1413.4 |
Revize Edilmiş Toplam | 2814.1 | 1538.5 | 1627.1 |
Eğitim ve Öğretim | 468.1 | 1140.7 | 962.6 |
Gelir Desteği | 0 | 199.4 | 0 |
Sağlık | 237.5 | 569.6 | 355.7 |
Çocuk Bakımı | 16.8 | 71.8 | 80.2 |
Kar Getirmeyen Yatırım | 0 | 0 | 246.0 |
Gönüllülük Esaslı Zaman | 0 | 0 | 147.0 |
Ev-içi Ücretsiz Çalışma | 0 | 0 | 1855.2 |
Toplam | 3536.5 | 3520.0 | 5273.8 |
Toplam Yüzdesi | 28.7 | 28.5 | 42.8 |
Tablo 1: Toplumsal Yeniden Üretim Paradigması Çerçevesinde Yatırımların Karşılaştırılması (Rakamlar ‘milyar dolar’ cinsinde olup 2019 yılındaki verileri temsil etmektedir)
Ancak yine de, eğer yaşam standartlarını iyileştirmemizi sağlayacak anahtar esasında hane halkı ve devlet harcamalarıysa, o zaman mevzubahis tüm argümanlar boşa düşer. Bunun yerine kamu sektörü yatırımlarını maksimum düzeye çıkarmalı ve ortalama hane halkının ücretleri artırılmalıyız. Devlet ve hane halkının daha fazla yatırım yapması, ürünlerine yönelik talep daha güçlü olacağı ve daha üretken bir iş gücü oluşacağı için iş dünyasının da kendi yatırımlarını artırmasına neden olacaktır.
Yeni Bir Politik Paradigma
Ekonomimizin geleneksel metalara benzemeyen şeyler ürettiği ve yatırımların büyük kısmının artık hane halkı ve devlet tarafından yapıldığı fikrinden yola çıktığımızda, çabucak çok farklı bir politika paradigmasına ulaşıyoruz. Temel unsurlarından bazılarını kısaca özetleyelim.
Kaynaklar ve Demokratik Kontrol
İlk kritik adım, insanlara ekonomiyi kolektif olarak kontrol etme konusunda daha fazla kabiliyet kazandırmaktır. Bu da yerel, eyaletsel ve bölgesel ölçekte mevcut kaynakların arttırılmasını gerektirir. Onlarca yıldır eyalet yönetimleri ve yerel yönetimler mali kriz nedeniyle sıkıntılı zamanlar geçiriyordu. Bu yönetim kademelerinin, eğitim, sağlık hizmetleri, cezai adalet sistemi, altyapı ve benzerlerini finanse etmek için sahip olduğu sınırlı kaynaklara yönelik talep artmıştır; ancak vergileri yükseltmek, büyük işletmeleri ve zengin insanları daha düşük vergilerin uygulandığı bölgelere itme riskini taşıyor. Federal hükümet, sorunu çözmek için vergi gelirlerinin paylaşılmasına yönelik bir düzenlemeyi uyguladı, ancak bu sistem Ronald Reagan tarafından sona erdirildi. Eyalet ölçeğinde ve yerel ölçekteki siyaset, farklı çıkar grupları arasında sınırlı kaynaklar üzerinden süren çirkin bir mücadele haline geldi.
Bu uzun süreli mali krize çözüm bulmak için vergi gelirlerinin federal düzeyde artırılması ve kişi başı dağılım baz alınarak eyaletlere ve yerel yönetimlere yeniden dağıtılması gerekiyor. Dahası eyaletlerin ve yerel yönetimlerin altyapı projelerini finanse etmek adına borçlanma imkanları, Wall Street’in sağladığından çok daha uygun koşullarla tahvil ihraç eden kâr amacı gütmeyen yatırım bankaları kurularak artırılmalıdır.
Yerel yönetimlerin ve eyalet yönetimlerinin ellerindeki daha fazla kaynakla konut, ulaşım, enerji, altyapı, eğitim, ceza adaleti ve polislik, sağlık hizmetleri, çocuk bakımı ve yaşlı bakımıyla ilgili önemli kararlarda halkın sesini artırmak için yeni mekanizmalar oluşturması gerekecek. Piyasa mekanizması işlemediğine göre insanların istedikleri yaşam alanlarına sahip olabilmeleri için bu demokratik katkı gereklidir. Üstelik bu tür görüşmeler, beyaz olmayan pek çok insanı yetersiz hizmet ve daha büyük çevresel risklerin olduğu mahallelere iten sistemik ırkçılığın yeniden ele alınması için bir fırsat olabilir. Bu tür müzakerelerin halihazırda ayrıcalıklı olanlarca domine edilmemesini sağlayacak mekanizmaların oluşturulması için ciddi deneyler yapılması gerekecektir.
Bu doğrultuda, büyük altyapı harcamaları için farklı planlar, aralarından seçim yapmalarına olanak tanıyacak referandumlarda seçmenlere sunulabilir. Sağlık hizmetleri gibi diğer alanlarda, hizmetlerin teminini denetleyecek ve uyuşturucu ilaçların gereğinden fazla miktarda reçetelenmesi veya toplum sağlığı sorunlarına müdahale edilmemesi gibi ihmaller için erken uyarı sistemi görevi görecek yerel bir sağlık kurulu için seçimler düzenlenebilir. Katılımcı bütçeleme modeli, belediye harcamalarının daha büyük bir bölümünü kapsayacak şekilde genişletilebilir. Katılımcıların rastgele seçildiği ve birlikte müzakere ederek uzun bir süre geçirdikleri, jürilerden esinlenen halk meclisleri belirli türdeki kararlar için kullanılabilir.
Bu tür bir programın uygulanabilirliği inovasyon ekonomisiyle zaten gösterilmiştir. Federal hükümet; devlet yetkililerini, iş temsilcilerini, yüksek okulları, üniversiteleri ve bazen de sendikaları teknolojiye dayalı ekonomik kalkınmayı teşvik etmek için bir araya getiren yerel ve bölgesel köprü hüviyetindeki kurumların gelişimini teşvik etmektedir. Bu köprü kurumlar, belirli bir teknolojik inovasyon etrafında endüstriyel kümelenmelerin yaratılmasını sağlamak için federal hükümetin tahsis ettiği maddi kaynaktan yararlanabilmektedir. Diğer sektörlerde de işe yarayabilirler ancak karar alma sürecinde bölgedeki tüm sakinlerin temsil edilmesini sağlamak için bunların genişletilmesi gerekmektedir.
Mal ve Hizmetlerin Kamu ve Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlar Tarafından Temininin Genişletilmesi
İşbirliğine dayalı ağ üretiminin mantığı, ekonomide faydalı şirketler ve kamuya ait kuruluşlar olarak örgütlenmiş küçük firmalar, kooperatifler ve etik ticari anlayışa sahip firmalar için çok daha fazla alan olması anlamına gelir. Bu durum, artık birçok piyasada dev şirketlerin hâkimiyeti söz konusu olduğundan, ekonomideki rekabeti artırmanın ve daha etkili düzenleyici politikaları uygulamanın önemli yollarından biridir.
Örneğin sağlık alanında bazı ilaçlar kâr getirmeyecekleri için özel firmalar tarafından geliştirilmiyor veya üretilmiyor ve piyasaya hiçbir rakip girmediği için muadil ilaçlar dudak uçuklatan fiyatlara satılıyor. Peki neden bu tür ilaçları uygun fiyatlarla üretmek için özel firmalarla işbirliği yapabilecek kâr amacı gütmeyen ilaç geliştiricilerinden oluşan bir ağ geliştirilmesin?
Benzer şekilde, uygun fiyatlı konut açığını ihtiyaç duyulan tüm hizmetlerin bulunduğu mahallelerde cazip ve çevreye duyarlı evler inşa etmeyi taahhüt eden ulusal bir ajans ağının oluşturulması gibi bir girişim giderebilir. Bunun için de, daha önceki yıllarda yoksulluğu bakımı düzgün yapılmayan toplu konut binalarına yığma hatasından ders çıkarmak gereklidir.
Aynı sorun diğer mal ve hizmetler için de geçerlidir. Neden bilgi kaynaklarının ortadan kaybolduğu yerlerde, yerel, ulusal ve küresel konularda halkın kaliteli gazeteciliğe erişimini sağlamak için haber yapımcılarının kaynaklarını paylaştığı işbirliğine dayalı ağlar geliştirilmiyor?
Bazı şehirlerdeki taksi şoförleri, araç paylaşım hizmetleri sunan büyük firmalarla doğrudan rekabet etmelerine olanak tanıyan kooperatifler kurmayı deniyor. Quebec’te ise bu tür hizmetleri sağlayacak yeni kooperatiflerin kurulmasını teşvik ederek kaliteli çocuk bakımı ve yaşlı bakımı arzını genişletmeye yönelik girişimler vardır.
Bu projelerin birçoğu devlet sübvansiyonunu gerektirecektir. Yerel medya gibi bir alanda hükümet, bölge sakinlerine belirli bir haber kaynağını desteklemelek için kupon dağıtabilir. Bu, devletin gazeteciliğe doğrudan müdahalesi sorununu çözecektir ve de belirli bir bölge, farklı yönelimlere sahip birkaç haber kuruluşunu destekleyebilecektir.
Ancak finans sektöründeki daha fazla kamu seçeneğine olan ihtiyaç daha önceliklidir Bu, geleneksel şirket modeline uymayan firmalara finansman sağlayabilecek kabiliyette ve istekte olan, makul bir oranda kâr amacı güden banka ve diğer kredi kuruluşlarının oluşturulması anlamına geliyor. Bu aynı zamanda yatırım yelpazesinde kamu yatırımlarına yönelik seçeneklerin genişletilmesi, bireylerin büyük yatırım yönetimi firmalarını sübvanse etmek yerine bu tür çabaları destekleyen fonlar aracılığıyla emeklilik için tasarruf yapmalarına olanak sağlanması anlamına da geliyor.
Üstelik bu türden bir politika yaklaşımı, rekabet hukuku kurallarının etkin bir şekilde uygulanmasını da gerektirmektedir. Büyük şirketlerin devasa fon havuzlarına erişimi vardır ve çoğu zaman kaynakları kontrol ederler, bu da küçük firmaların rekabetçi olmasını zorlaştırır. Örneğin dev gıda şirketleri süpermarket zincirlerine ürünlerine yer ayırmaları için para ödüyor, böylece daha küçük rakiplere daha iyi ürünlere sahip olsalar bile çok az yer kalıyor. Gerçek rekabetin önündeki bu tür örtülü kısıtlamaların giderilmesi gerekmektedir.
Küresel Reformlar
Demokratikleşmiş bir ekonomik yapıya doğru ilerlemeye başlayan herhangi bir ülke veya ekonomik bölgenin, neoliberal ortodoksiyi dayatmak üzere yapılandırılmış olan küresel finansal sistem içerisinde dirençle karşılaşması gayet muhtemeldir. Bir ülkenin hükümeti daha fazla borçlandığında ve işçiler için ücret artışlarını kolaylaştırdığında, tahvil notları düşürülecek ve döviz piyasalarında para birimi değer kaybedecektir. Dahası, zengin insanların ve işletmelerin varlıklarını yurtdışına transfer etmek için harekete geçmesi de muhtemeldir, ki bu da döviz kuru üzerinde aşağı yönde daha büyük bir baskı oluşturacaktır.
Bu nedenle, küresel ekonomiyi yöneten, eşitsizliği yeniden üreten, uluslararası gerilimleri artıran ve çevresel krizlere daha etkili yanıtlar verilmesini engelleyen kural ve kurumların derhal elden geçirilmesi elzemdir. Neyse ki, hem ülke içinde hem de uluslarötesi alanda yeni politika paradigmalarının etkili bir şekilde deneyimlenmesine alan açacak birkaç başlangıç adımı vardır.
Öncelikle IMF ve Dünya Bankası’nın kredi verme kapasitesinin ciddi oranda artırılması gerekiyor. Bu, iklim değişikliği sorunuyla yüzleşmek üzere her ülkede yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufu için yeterli düzeyde harcama yapılması için gereklidir. Aynı zamanda, kredi verme kriterlerinin neoliberal ideolojiyle bağlantısının kesilmesi gerekiyor, böylece devletler sermaye kaçışıyla mücadele etmek için açık kredi limitlerine sahip olacaktır.
İkinci olarak, para birimleri ve bir ülkenin tahvil notlarına karşı bahis oynamak için kullanılan bir dizi türev araç üzerinde spekülasyon yapmanın kârlılığını önemli ölçüde azaltacak küresel bir finansal işlem vergisi oluşturmanın zamanı geldi de geçiyor.
Üçüncüsü, çok zengin insanların gelirlerini ve varlıklarını vergi makamlarına bildirmekten kaçınmak için paralarını sakladıkları vergi cennetlerinin kapatılması gerekiyor. Eğer vergilendirme belli bir uygarlık düzeyine erişmek için ödediğimiz bir bedelse bu vergi cennetlerinin barbarlığın araçları olduğu çok açıktır.
Son olarak, IMF üzerinden sunulan önerilere istinaden ifade edilen bir fikre geri dönelim. Şöyle ki, bir ülkenin sermaye kontrollerini ihlal ederek yurt dışına gönderilen fonlara, fonun alıcısı ülkenin hükümeti tarafından el konulmalı ve fonun çıktığı ülkenin vergi makamlarına iade edilmelidir. Organize suç ve kara para aklamayla mücadeleye yönelik mevcut küresel kurallar, bu tür bir takibin tümüyle uygulanabilir olduğunu bize göstermektedir.
Başka bir dünya mümkün!
Başka bir dünya mümkün! Bu dünyaya ulaşmak için, sanayi çağından miras aldığımız ve temel olarak tek tipleştirilmemiş mal ve hizmetlerden oluşan bir ekonomide artık hiçbir anlam ifade etmeyen kalıplardan kesin bir kopuş gerçekleştirmeliyiz. Bu minvalde yapılacak şey, ekonomiye toplumsal yeniden üretim teorisinin merceğinden bakarak kendimize yatırım yapmanın yolunu açmaktır.
Çok zengin, köklü şirketler ve gerici işbirlikçileri burada kabataslak bir özeti sunulan ajandaya direneceklerdir. İlgili hususta ilerleme sağlayabilmek adına hem sivil toplumda hem de seçim ve yasama alanlarında örgütlenme ve seferberlik gereklidir. Öte yandan, yurttaşlarımıza kendi yaşam deneyimlerini anlamlandıran gerçekçi ve pratik bir yol sunabildiğimizde bu tür mücadeleleri yürütmenin çok büyük bir avantajı olacaktır.
Bir yüzyıldan fazla bir süre zarfında, sosyalist bir alternatif tasavvuru fabrika işçileri ve onların müttefikleri için tam da bunu yaptı. Geçtiğimiz yarım yüzyılda birçok sebepten dolayı sosyalist bir bayrak arkasında çoğunlukçu hareketler inşa etmek mümkün olmadı. Bununla birlikte, yaşam alanlarımızı demokratikleştirmek ve gezegeni geniş çaplı bir çevresel felaketten korumak adına bu tür çoğunlukçu koalisyonlar oluşturmak pekala mümkün olabilir. Böyle bir çaba, sosyalist geleneğin en iyi yönlerine; demokrasiye bağlılık, tüm insanların eşitliği ve insani ihtiyaçları karşılamak üzere inşa edilmiş bir toplum gibi unsurlara sırtını yaslayacaktır.
Notlar
(1) Block “habitation economy” terimini yaşamı çevreleyen unsurların bir bütünü olarak ele almaktadır; konut inşası, iletişim ve ulaşım altyapısının yanı sıra eğitim, sağlık hizmetleri ve gıda tedariki de buna dahildir, bu nedenle “yaşam alanı ekonomisi” olarak çevirmeyi uygun gördük. (Ed.)
Orijinal Başlık: The Habitation Economy
Yazar: Fred Block
Türkçeye Çeviren: Gökay Arslan
Editör: Uğur Şen
Kapak İllüstrasyonu: Anna Sorokina, Dissent Magazine