Tekil varlık bireyden farklıdır. Birey toplumla dinamik bağını, aralarındaki diyalektiği henüz kaybetmemiş bir failken, tekil olan kendi başına kalmış gibi görünür. Diğer yandan kitle içerisinde kaybolmuş bir uyruk da değildir. Tekil varlık, tarihsel değişim sürecinde tebaa, uyruk, yurttaş ve bireyden sonra gelir. Fakat içerisinde tüm bu faillerden izler taşır. Bu müşterek emareler sayesinde çoğul olanla bağlantı kurar.
Tekillik ve örgütlenmek sözcüklerinin yan yana kullanılması zor görünür; bu çabaya girişenlerde bir mahcubiyet yaratır. Tekil olan nitel bir varlıkken, örgütlenmeye açık failler daha nicel, birbirinden farklı görünmeyen parçalardır. Tekili tanımlayan sözcük ortaklıktan çok farklılıktır. Çokluk veya çoğul toplaşma içerisinde bir süre yer ve zaman işgal edebilir ama sonra kendi farklılıklarıyla rahat edebileceği alana geri çekilmek ister.
Tekil canlı olağan koşullarda merkezkaç bir kuvvetin idaresinde hayat sürer ama onun içindeki bireyliğe temas eden bir çoğulluğa rastgeldiğinde kendisine benzeyenlerle bir araya gelebilir. Bu benzerlik biçimsel düzeydedir. Yani hepsi ayrı ilgi sahalarına, arzu biçimlerine sahip olsalar da, tekil bir yörüngede seyretmeleri bakımından benzerdirler. Onları buluşturansa, ödev, sorumluluk, görev, vazife gibi daha etik görünen kavramlar olmaktan ziyade, keyif, haz, arzu, kaygı, eğlence, güzel zaman geçirmek gibi daha estetik ilgilerdir. Yurttaş veya birey kipindeki bir fail içinde yer aldığı toplaşma halini doğru ve yanlış gibi ayrımlarla tarif etse de, tekil canlı güzel veya çirkin gibi sıfatları daha fazla kullanır. “Böyle güzel insanlarla bir araya gelmek keyifliydi” der sözgelimi.
Birey ise bu keyfi daha yüceltilmiş ödevler ardında saklar. Bu durumda tekilleri örgütlemek isteyen toplaşma kendisi de tekil bir momentle hareket etmiyorsa, niyetini saklaması gerekir. Tekilin kendine özgü, nitel tarafına sesleniyor görünse de, esasen onu bir kafa hesabının parçası yapar. Yani tekil olana temas eden çoğul varlığın örgütlemek, yakalamak gibi tek taraflı yüklemlere başvurmadan, dokunmak, tesir etmek, paylaşmak, buluşmak gibi işteş fiilleri samimiyetle kullanması gerekir. Dikey değil de yatay bir toplaşma, öbekleşme, buluşma olması beklenir.
Bu şekilde ifade edildiğinde olağan bir teşkilatın, partinin, kuruluşun veya yapının tahammül edemeyeceği bir gevşeklikten, tesadüflere açıklıktan söz etmiş oluruz. Çoğul da başka düzeyde tekil bir fail gibi davranmış olur. İşin eğlencesi, keyfi kaybolunca o da muhtemelen ortadan kaybolur. Tekil varlık eyleme estetik ilgilerden, arzu düzleminden hareketle yaklaşınca, sebat, sabır, kararlılık gibi sıfatlar da yerini usanmaya, yorgunluğa, sıkıcılığa, keyifsizliğe terk eder. Çoğul bünye kısmetliyse ve onun nazarında arzu nesnesi olduysa tekil canlı orada bir süre daha durabilir. Haziran 2013 eylemleri bu hususta olumlu veya olumsuz birçok cümle kurma imkânı sağlar. Örneğin tekillerin mümkün mertebe bir araya gelebildikleri haftaların ardından “işin eğlencesi kalmadığında” veya tekil varlıklar artık “usandığında” geriye kalan tenhalık zamanımız için aşılmaz bir mukadderat mıdır? Çoğulun bu buluşmaları devamlı kılması için kendisinin de nasıl bir tekil olması, ağ yapısı kurması gerekir?
Birey ve yurttaş, toplumla daha zihinsel bir zeminde ilişki kurarken, tekil fail daha bedensel etkileşimler içerisine girer. Bunun sonucunda daha kısa süreli bir hafızaya gönderme yapar. İçinde yer aldığı çoğulluğa verdiği destek, elde ettiği tatminin sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Böyle olunca da herhangi bir eylemin, mücadelenin sürekliliğiyle tekilin adrenalin seviyesi arasında bir koşutluk ortaya çıkar. Bedensel, duyusal bir katılımla gerçekleştiğinden, öğrenilmiş ve sabırla uygulanacak eylemler değil de, daha deneysel, deneyime açık, ezber bozan yönelimler peşine düşülür. Ortakla bir arada hareket etmekte müşküle düştüğünden, mücadele edilen yapı, tertibat, sistem veya düzenle kendisi arasında bir karşıtlık bulmakta zorlanır. Aynı yapı zamanında kendi metabolizmasını da kurduğundan, erkenden arzularına nesneler tedarik ettiğinden, bu aşina görünen yapıyla çatışmasında bir gönülsüzlük fark edilebilir. Tüm varlığıyla önceden belirlenmiş bir davanın ardından gidemez. Bu durum korkudan, çekingenlikten değil, içine düştüğü belirsizlikten, şeyler arasında çelişki görme noksanlığından (veya yetisinden) ileri gelir. Carl Schmitt’in siyasetin esası saydığı dost ve düşman ayrımını oluşturamaz; mevcut ikilikler onu ikna etmez. Fakat bir yandan da bu müphemlikle yaşama alışkanlığı, karşıdaki dostane görünen hasmın değişken tabiatını ayırt etmesine yardımcı olur. Kendisi gibi çatıştığı düzenin doğası da kısa aralıklarla değişir. Onunla zıtlaşmasında bir önceki günkü diyalektiği, dinamiği sürdüremeyeceğini bilinçdışı düzeyde de olsa bilir. Bu zihinsel yeti (veya kusur) sayesinde bağnazlaşmaz, dogmalardan uzak durur, değişeni, fark yaratanı hızlıca belirler.
Alışkanlıkla Z Kuşağının üyesi sayılan bu tekil varlık, tam olarak bir kuşağın ve ona ait müşterek tavırların taşıyıcısı değildir. Z Kuşağı gibi bir çerçeve onlar adına ikna edici değildir. Bu varsayımla kendisine yaklaşan ve onları bir teşkilat bünyesine katmak isteyen yapıdaki ezberleri, dogmaları, art niyeti hemen ayırt eder. Her şeyden önce hemen yanındakine benzetilmek, onda en nefret ettiği durumlardan birisi olan “pişti olma” duygusuna sebep olur. Tanımı gereği tekil canlı benzersizliğini deneyimlemeden var olamaz. Onu bir kuşağın temsilcisi yapan, kestirme tariflerle konuşanlarla müşterek bir zeminde buluşamaz. Ona böyle harici ve hazır bir gündemle yaklaşmak sonuç vermez.
Tekil varlıklar, Haziran 2013 eylemlerinin de gösterdiği gibi, kendi halinde oluşması muhtemel bir dinamiğin veya olayın içerisine, kaynağı belirsiz bir manyetizmayla çekilebilir ve ardından yine tarife muhtaç başka bir momentumun tesiriyle oradan uzaklaşırlar. Onları bir araya getiren doğru veya yanlış, iyi veya kötü şeylerden ziyade, güzel görünen veya görünmeyen, arzu edilen veya edilmeyen, keyif veren veya vermeyen şeylerdir. Bir duygudaşlık zemininde, duyuların paylaşımı ortamında çoğul ile buluşur. Tekil canlı bu ağa katılabilmesi için, kendisinde çoğul varlığın bir devamını, uzanımını görmelidir. Çoğul, onun katılımıyla yaratacağı genişlikte, tekilin kendine özgülüğünü, başka oluşunu tecrübe etmesine uygun açıklıklar yaratmalıdır. Alışkanlıkla bir komün örneği vermeden, X-Men film serisinde Charles Xavier’in malikanesi X-Mansion’da olduğu gibi, bir araya gelen tüm kahramanlar kendi bedensel ve zihinsel melekelerinin baskılanmadığı, özel yetenekleriyle kendilerini ifade edebildikleri, iradelerine kısıt konmayan yerlerde bulunmalıdır. Onları edilgin kılan tertipler içerisinde değil de, icraya yönelik, daha duyusal, deneysel, deneyime ve devinime açık alanlar sunan bir çoğulluk muhitinde yer alabilirler. Bu sayede, X-Mansion’ın sevk ve idaresi kadar tutmasa da, geleneksel teşkilat ortamlarına göre daha maliyetli, meşakkatli bir dayanışma ve paylaşım ortamı açığa çıkabilir.
Tekillerin buluşmasından önce gizli bir ajandada tümüyle kayıt altına alınmış bir kapsam, yönerge veya örgüt ülküsü bulunmamalıdır. Çoğulun şekillenmesinde onların icraya dönük, performatif devinimleri, toplaşmaları bir taslak oluşturur zaten. Bu sırada tekil olmanın gereği katmanlı farklılıkların sınırları, cinsiyete, cinselliğe dair veya nörolojik değişkenler önceden belirlenmemelidir. Çileci ülküler, bedensel veya zihinsel ifade araçlarını baskılayan tüm tertipler tekil ile çoğul arasındaki bağın kurulmasına mani olur. Çoğul fail bir çeşit ağ yapısı olsa da, kendisi de bir tekillik olan bu toplaşma, kültürel sahayı ekonomik, sınıfsal, siyasal veya toplumsal alanlar altına yerleştirmez. Kültürel görüngüler onların gölgeleri sayılmaz. Bazen ekonomik belirlenimcilik tersine döner gibi olur. Yani birisinin kültürel konumu sınıfsal olana öncelikli gibi görünebilir. Görecelilik ve keyfilik, zorunluluk ve sorumluluğun yerine göz dikebilir.
Çoğul ile tekilin buluşmasına yönelik yarı-nedensel nitelikte bu öneriler ve varsayımlar onlar karşılaşmadan önce tam olarak belirlenemez fakat “Nasıl bir araya geliriz?” sorusuna yönelik fikirlerin de her gün yeniden tashih edilerek dile gelmesi gerekir. Tekil varlıklar örgütlenmesi en zor faillerdir. Hatta böyle bir soruyu sormak ve bu ihtimal üzerine düşünmek bile onlara bir hakaret sayılabilir ama böyle bir çoğulluk olasılığı gerçekleştirilmeden bilinemez. Diğer türlü nelerden keyif alacağımızı, neyin güzel ve arzu edilir olduğunu bizlere erkenden söyleyen, küçükken örgütleyen ve neyin doğru, iyi ve faydalı olduğunu oradan itibaren belirleyen bir yapıyı karşımıza almak mümkün olmaz. Diğer türlü çok küçükken tekil fail adaylarının ellerine bazı nesneler veren ve bunların güzel olduğuna ikna eden bir tertibatla başa çıkmak olanaksız görünüyor. Psikanaliz ve özellikle nesne ilişkileri okulu, böyle bir çoğulun esasına ve yönelimlerine dair çok yerinde cümleler kurmamıza yardımcı olabilir.
Spinoza aynı tertibin nasıl oluştuğunu ve işlediğini muhtemelen herkesten önce belirlediğinden bu kadar anlamlı geliyor bizlere. Tekil düşünce de onunla başlıyor zaten. Arzuların, keyfin, duyguların, heveslerin kurucu gücünü etkili bir şekilde tasvir ediyor. Ona kulak verirsek tekilin kuruluş zemininin farklı bir sıra izlediğini ayırt edebiliriz. Böyle bir faile öncelikle estetik düzeyde şekil veriliyor. Sonradan neyi güzel, estetik, cazip, karizmatik, şık buluyorsa yine onu faydalı, doğru ve iyi görmeye başlıyor. Walter Benjamin de faşizmin temelinde “estetize edilmiş yaşamı” bulur. Tekil failin bu durumda çoğulla karşılaşınca böyle bir sırayı değiştirmesi, doğru, iyi, faydalı ve güzel olmasının nesnenin farklı nitelikleri olduğunu kavraması beklenir. Bu sıfatlardan biri diğerini karartınca orada bağnazlık başlar. Fail orada münfaile dönüşür; istediği kadar keyfince, arzu ettiği, haz aldığı gibi yaşadığını söylesin. Fakat bu derin yanılsamaya ve tekillerin yarattıkları sınırsız zorluklara rağmen onların buluşmasını dert edinmeyen herhangi bir çokluk, toplaşma veya çoğul varlık bir çıkar çevresi olmaktan fazlasını başaramaz gibi görünüyor.
Editör: Bekir Demir