Demo v1.0

8 Eylül 2024, Pazar

Beta v1.0

Kendisini Büyüten Kusurlu Çocuklar: Alfred Adler

Benlik, kendisini temellendiren bir zemini “inkâr ederek”, “arzularından vazgeçerek” inşa edilir; varlık zeminini yadsıyarak veya yanlış anlayarak, kusurlarını etkin biçimde gizleyerek tutarlılık kazanır.

Başlıklar

Alfred Adler, ruhsal gelişimi tarif ederken Freud gibi edilgin yüklemlere fazla başvurmaz. Büyüyen çocuk ruhsal gelişimi sırasında sadece denetimi dışında bazı etkilere maruz kalmaz; aynı süreci “bilinçsiz veya yarı bilinçli” biçimde “yönetir”. Adler, bazen kişisel gelişim kütüphanesinden bazı cümleler sarf eder gibi yazar. O da bunun farkındadır ama bir yandan da kuramını sadeleştirmesinin “kırk yılını” aldığını dile getirir (2020: 85). Eserlerinin başlıkları da biraz bu kanıya yol açar. Jung onu Freud kadar önemli bir isim saysa da, Freud, Adler’in yapıtından neredeyse alay ederek söz eder. Sadeliğini bir tür sığlık gibi değerlendirir. Özellikle bilinçli süreçlere ve çocuğun iradesine yönelik inancını geçersiz sayar. Fakat Adler için ruhsal gelişim öyküsünün bilinçdışı bir dram gibi seyretmesi, hadiselerin öznenin iradesi dışında geliştiğini kanıtlamaz. Özne, yaşı küçük de olsa, cezai ehliyete sahip sayılmalıdır.

Adler’in yapıtında libidonun bilinçdışı hareketlerine yön veren belirgin bir şuur ve “doğru veya yanlış değerlerle” bitişik bir istenç varlığını sürekli duyurur. Özellikle bünyevi kusurlarının, organ yetmezlikleriyle ilişkili noksanlıklarının farkına varan özne, erken yaşlardan başlayarak “başarısı” için diğerlerinden farklı bir çaba içerisine girer. Böyle satırları okurken varoluşçu bir kahramanla karşı karşıya olduğumuzu düşünebiliriz. Çocuk erken zamanlarda bireyliğini elde etmeye, iradesiyle kendisini oluşturmaya başlar. Bazı kararlar alır, seçimler yapar. Hatta kusurlarını gizleyen arazları, semptomlarını da kendisi seçer (2015: 47).

Bilinçdışı kavramını nadiren cümle içerisinde kullanan Adler için hayatı yöneten bilinç ve ondan kaynaklı bir iradedir. Leibniz’in “bulanık” veya “küçük algılar” ifadesini sanki ödünç alır gibi, bilincin bir derecesi saydığı bilinçdışını “anlaşılamayan algılar” bütünü gibi değerlendirir. Ona göre bilinçdışı dilden ve kavramlardan uzak düşünme eyleminin kaynağıdır; kendisiyle uyuşmasa da bilincin bir başka katmanıdır. “Bilinçsizlik” gibi anlaşılabilecek olan bilinçdışı, henüz “anlaşılamayan şeylerle” doludur. Bu durumda varoluş kapsamında bilinç alanını terk etmemiz olanaklı değildir. Bilinçsizlik ile bilinçdışı arasında derece farkından ziyade tabiat farkı bulunur. “Bilinçli yaşamı anlamakta başarısız olduğumuz” durumda bilinçdışına yer açılır (2015: 13).

Adler, erkenden yetersizliklerini, kusurlarını fark etmeye başlayan bir çocuğun meyilleri ve tepkilerindeki anlaşılmazlığı doğrudan bilinçdışıyla ilişkilendirmez. Ruhsal gelişimi henüz gizemi açılmamış bilinçli etkiler içerisinde düşünmekten yanadır. Ruhsal görüngüler ardındaki nedenselliği bilincin açılımları gibi anlatır. Özellikle kusurlu halleri, kökensel nedenlerin açılımları olarak etiyolojik bir ilgiyle değerlendirir. Olumsuza odaklı bakış açısıyla tahlil edildiğinde, hatalı görünen davranışların, “hüner ve becerilerin” de kaynağında yer aldığı söylenebilir. “Hayatın yanlış tarafına düşmüş” bir fert yeterince güçlü, bilinçli olmadığından hatalı meyiller edinir. Kusurlarını kapatmak yerine onları bir çeşit mukadderat gibi kabullenir. “Tüm bedensel ve ruhsal devinimler” ile yürütebileceği bir “mücadeleden” uzak durur. Bu durumda böyle bir “bireyin hayattaki amacı” yaratıcı etkinliklerden ziyade üretken olmayan tepkiler üzerinde temellenir. “Organlar belli hedefler doğrultusunda” çalışmadan, kendi kusurlarıyla çizilen bir yol, yön bulur. Kendisinde “aşağılık duygusu” yaratan nesneler veya süreçlerle, “güçlüklerle başa çıkma gücünü” bulamaz. Böyle birisi aşağılık duygusunu bir komplekse, örneğin “kendini beğenmişliğe” dönüştürür. Bu kapsamlı duygu yüzeye çıktığında davranışlarında sürçmeler, sözel düzeyde kekemelik veya “aşırı telafiye” yönelik bazı davranışlar birer belirti gibi belirir. “Toplumsal çizgi” ile bağdaşık hareket etmediğinden, türlü “sapkınlıklar” sergiler. Sapa yerlere yönelir veya kalıtımın, tabiatın, bilinçdışının egemen olduğu sahalarda gezinir. Adler için ruhsal gelişim, kalıtımı veya başkaca meyilleri edilgin bir şekilde takip etmez.

Adler için yoksunluk, yetersizlik gibi olumsuz sıfatlar da öznenin “yaşam tarzını” belirlemekte birer ölçüt olabilir. Birisinin belli konulardaki ilgisizliği, ihmalkârlığı semptomatik başka bir tarafını ele verebilir. Sözgelimi kayıtsızlık gibi ortaya çıkan davranışlar, “düşmanca bir duygunun” işareti olabilir. Özellikle cemiyet duygusundan yoksunluk, topluluk içerisinde yer almaya dönük bir ilgisizlik, direnç her koşulda bir sapma belirtisidir. Erken zamanlardan başlayarak kararlar ve seçimlerle biçim bulan ruhsal aygıt, biraz da kusurların açtığı boşlukları doldurarak oluşur. Adler’i takip eden analist veya terapist de böyle izler peşine düşer: “Kusuru gördüğümüz zaman ona göre nasıl davranmamız gerektiğini de biliriz.” (2020: 11) Diğer yandan işlevini kusursuz şekilde yerine getiren organlar etrafında, olumsuz da olsa ruhsal yaratıcılık gelişmez. Yetersizlik sergilemeyen organların civarında bilinçli seçimlerin sonucu bir dinamiğe rastlanmaz. Büyüme, genişleme ve gelişme çoğu zaman olumsuz koşullara koşut cereyan eder; olumsuzun olumsuzlanması gibi bir diyalektiğe muhtaçtır. İyi ya da kötü büyüme “hata” etrafında gerçekleşir. Kusurlar, yetersizlikler öznenin olduğu haliyle durmasına izin vermez.

Aşağılık kompleksi, Adler’in “bireysel psikoloji” adını verdiği analitik yöntem içerisinde Oedipus dramıyla yer değiştirir sanki. Bilinçdışının etkinliğine inancı zayıf olduğundan, ruhsal gelişim öyküleri onun için gizemli, mitik göndermelerden arınır. Gizil süreçler denetimimiz altında bazı eylemlerle yer değiştirir. Kendisinde fark ettiği aşağılık duygusunu aşmak isteyen fail, bu çabasında “başarılı” olsa da her zaman aynı duygunun yarattığı boşluğa doğru çekilir. Sağduyulu benlik bu aşağılanmaya tekrar maruz kalmamak için ruhsal ve bedensel bütünlüğünü oluşturmaya dönük bazı sınırlar oluşturur. Dış etkilerden uzak görünen mağrur benlik, zamanında başına gelen aşağılamaların, “irili ufaklı utançların uç uca ulanarak oluşturduğu bir zincir” olduğunu ısrarla gizler. Benlik, kendisini temellendiren bir zemini “inkâr ederek”, “arzularından vazgeçerek” inşa edilir; varlık zeminini yadsıyarak veya yanlış anlayarak, kusurlarını etkin biçimde gizleyerek tutarlılık kazanır.

Adler’e göre ikinci ve beşinci yıllar arasında temel çizgileri oluşan böyle bir benlik aynı zamanda içerisine düştüğü karmaşık dünyanın sürekli değişen uyaranlarını “indirgeyen” bir katman işlevi edinir. “Yaşam planı”, “tarzı”, “üslubu” dağılmasın diye en azından bir alanda “üstün” olmaya, “hız kazanmaya” çalışır. Mizaç da böyle bir hız ve sükûnet oranı gibi anlaşılabilir: “Mizaçtan ne anlamak gerektiğini söylemek kolay değildir. Bir kimsenin düşünme, konuşma ve davranmadaki çabukluğu, bu eylemler içine yerleştirdiği güç, ritim vb.” olabilir (2017: 212). Adler’in sanguinik, kolerik, melankolik ve flagmatik gibi dörde ayırdığı muhtemel ruhsal tiplemeler de, dünyayla, başkalarıyla ve kendileriyle ilişkilerinde olaylara dönük tepkime süreleriyle, hız ve yavaşlıklarıyla ayırt edilebilirler muhtemelen. Ruhsal tiplemeler mevcut bir bağlamla kendi yaşam tarzından türeyen kavramlar arasındaki geçişlilik derecesiyle ayrışırlar.

“Kendini beğenmiş”, üstünlüğünden emin görünen birey de böyle bir özgüveni temelde yerleşik bazı noksanlıklarına borçludur. Onu öne çıkaran vasıfları, erken ruhsal süreçlerin başka içeriklerle yeniden “talimi” gibi anlaşılabilir. “Özsaygısı” kökensel bir yetersizlikle ilişkili olabilir. Ruhsal kararlılığın zemininde genellikle aşağılık duygusu yer alır. Bu duyguya yol açacak herhangi bir kusur kendisini metaforik ve metonimik düzeylerde yeniden üretir. Adler’in “kök kavramı” olarak aşağılık duygusunun nesnesi türlü “ertelemeler ve dolambaçların” içerisinden farklı muhteva ve biçimler kazanır. Olumsuz sayılan bir duygu inşa edici önem kazanır; korkaklık, güçsüzlük, güvensizlik gibi. Örneğin solak olduğu için kekeme, korkak olduğu için hayalci, ufak tefek olduğu için kavgacı, şeker hastası olduğundan hırsızlığa meyilli veya sindirim sorunlarından dolayı “şımarık” olabilir veya raşitik olmasından karmaşık bir ruhsal tablo sunabilir. Sadizm bile bir güçsüzlüğün, “cesaretten yoksunluğun” üzerinde şekil alabilir.

Özne, aşağılık duygusuyla bitmeyen hesaplaşmaları sonucunda yaşam tarzını oluşturur. Bu duygu tahammül sınırlarını aşarak komplekse dönüştüğünde orada nevrotik ve psikotik tablolar yüzeye çıkar. Çünkü aşağılık kompleksi belirli bir diyalektikle veya dinamik süreçler yardımıyla uzlaşılacak bir boyutta olmaktan çıkar. Kısacası Adler’in sınırlarını çizdiği bireysel psikolojinin öznesi, kendi olumsuz varoluşuyla kurduğu dinamik ve diyalektikle yeni ve beklenmedik mizaçlar kazanır.

 

Kaynakça

Adler, Alfred (2017). İnsanı Tanıma Sanatı, çev. Kâmuran Şipal, İstanbul: Say.

Adler, Alfred (2015). Nevroz Sorunları, çev. Ali Kılıçlıoğlu, İstanbul: Say.

Adler, Alfred (2020). Yaşama Sanatı, çev. Tamer Çetin, İstanbul: Say.

Adler, Alfred (2013). Yaşamsal Sorunlar, çev. Kâmuran Şipal, İstanbul: Say.