Demo v1.0

23 Aralık 2024, Pazartesi

Beta v1.0

Kapitalizm İnsanı Yapayalnız Bırakıyor

Şayet yalnızlıktan uzak bir toplum arzu ediyorsak, insanın ihtiyaçlarını, dolayısıyla insan ilişkilerini, merkeze koymak zorundayız. Mevcut kapitalist sistem altında bu mümkün olmayacaktır.
Çeviren:
Aliberk Akbulut
Kaynak:
Jacobin

Koronavirüs salgınından çok önce, giderek büyüyen bir yalnızlık krizinin tam ortasındaydık. Bu problem sosyal medya, popüler kültür ya da şehir yaşamından kaynaklanmıyor! Asıl sorumlu kapitalizm!

Yalnızlık küresel bir kriz. Birleşik Krallık Yalnızlığa Son Verme Kampanyası verilerine göre, İngiltere’deki yetişkinlerin %45’i kendilerini “ara sıra, bazen ya da çoğunlukla yalnız” hissediyor. 2019 yılında yapılan bir ankette ise Y kuşağının %22’sinin “hiç arkadaşı olmadığı” tespit edilmişti. Dünya Sağlık Örgütü, yalnızlığın Avrupa’dan Hindistan’a oradan da Latin Amerika’ya kadar çeşitli yerlerde özellikle yaşlı nüfusun %20 ila 34’ünü etkilediğini açıkladı. Eski bir genel cerrah olan Amerikalı Vivek Murthy, Koronavirüs salgını ve beraberinde gelen sokağa çıkma yasakları dünyayı kasıp kavurmadan çok önce, 2017 yılında yalnızlık sorununu bir “salgın” olarak nitelendiriyordu.

Yalnızlık meselesi duygusal bir problem değil yalnızca. Harvard Üniversitesi’nde yaklaşık 80 yıl süren uzun dönemli bir çalışma, insan sağlığı ve mutluluğu üzerinde belirleyici olan faktörlerin aile, arkadaş ilişkileri ve sosyal çevre olduğunu ortaya koydu.

Çalışmanın yöneticisi ve Harvard Tıp Fakültesi’nde psikiyatri profesörü olan Dr. Robert Waldinger’a göre “vücudunuza bakmak önemli olmakla birlikte, kendi ilişkilerinizle de özel olarak meşgul olmak bir tür öz bakım anlamına gelmektedir.”

2015 yılında yapılan bir başka çalışmada, psikolog Julianne Holt-Lunstad yalnızlığın yüksek tansiyon, koroner kalp hastalığı, felç ve depresyon gibi birçok hastalık için bir risk faktörü olduğunu ortaya koydu. Çalışmada sık sık tekrarlanan temel bulgu, yalnızlığın insanlar için günde 15 sigara içmek kadar zararlı olduğuydu.

Bu bilgiler göz önüne alındığında, yalnızlık krizi özellikle kaygı verici bir durum.

Kimileri suçu sosyal medyaya atıyor. 2010’ların başlarında Facebook, YouTube ve diğer sitelerde vakit geçirmenin insanların gerçek hayattaki arkadaşlıklarını beslemekten vazgeçmelerine neden olup olmadığını sorgulayan makalelerin dolaşıma girdiğini görüyordum. Aşırı sosyal medya kullanımı zararlı olabilirken, ölçülü kullanım da insanların diğerleriyle bağlantıda kalmasına yardımcı olabilir; Koronavirüs gibi istisnai olaylarda özellikle geçerlidir bu. Üstelik sosyal ilişkilerin önünde çok daha büyük bir engel var: Kapitalizm.

Kapitalist sistemdeki pek çok insan, bırakın yeni dostluklar kurup onları geliştirmeyi, ailesini görmeye ve mevcut insan ilişkilerini sürdürmeye dahi vakit bulamıyor. Söz gelimi, birden fazla işte çalışırken (genellikle vardiya saatleri düzensiz olduğundan), işe gidip gelirken, çocukların veya aile üyelerinin bakımlarını üstlenirken, yemek pişirmek, markete gitmek ve çamaşır yıkamak gibi temel görevleri yerine getirirken hatta bunların hepsini aynı anda yapmak zorunda kalırken, insanlarla görüşmek için zaman ayırmak oldukça zor. Çoğu zaman sosyal aktivitelere ayrılan zaman, yapılacaklar listesinin en alt sıralarına itiliyor. Ücretsiz ya da ucuza vakit geçirilebilecek kamusal alanlar ise giderek daha az bulunur hâle geliyor; keza paranın kısıtlı olduğu durumlarda öncelik zorunlu ihtiyaçlara veriliyor. Bütün bu faktörler, aktif sosyal yaşantıların giderek daha fazla ekonomik gücü olan kişilere mahsus hâle geldiği anlamını taşıyor.

Sosyalleşmek için harcadığınız süreyi artırmanın pek çok yöntemi bulunuyor elbette. Örneğin, zaman yönetimi becerilerinizi geliştirebilir, insanlarla görüşmek için kesin tarihler belirleyebilir ve programınızın aksadığı durumlarda yeniden plan yapmak için daima tetikte olabilirsiniz. Bir spor dalına, dinî bir gruba veya siyasi bir organizasyona katılarak yeni insanlarla tanışabilirsiniz. Dolayısıyla daha az yalnız hissetmek için standart hâline gelmiş “bir kulübe ya da derneğe üye olun” ilkesine başvurulabilir.

Fakat bunlar genellikle kolektif bir soruna getirilen bireysel çözümlerdir. Gerçek şu ki, bir günde çok fazla zaman var ama çoğu insan için bu sürenin büyük bölümü çalışmakla geçiyor ki, bu da arkadaşlıklar için çok az zaman ve enerji kaldığı anlamına geliyor. Belediye bütçelerinde yapılan kesintilerle geçen yıllar, gençlik merkezleri gibi kuruluşların korkutucu bir hızla kapatılmasına ve “kulüpler”e tahsis edilen toplumsal alanın giderek daralmasına neden oldu.

Bir başka sorun da sermaye akışının uzun süredir var olan toplumsal bağları nasıl tahrip ettiğiyle ilgili: Sermaye, kırsal kesimlerden ve sanayileşme sonrası kentlerden âdeta kaçmaktadır. Bu yerlerdeki genç nüfus, iyi işler bulmak amacıyla kendilerini Londra ya da New York gibi sermaye merkezlerine doğru çekilirken buluyor.

Büyük şehre taşınmak ille de yabancılaşma anlamı taşımıyor. Esasında birçok LGBT birey için büyük kent merkezleri ilk kez gerçek bir toplumsal birliktelik arayışına girebilecekleri yerler olmaya devam ediyor. Ne var ki kitlesel nüfus hareketleri, hem gidenler hem de geride kalanlar için yabancılaştırıcı olma eğilimi taşıyor.

Diğer örneklerde topluluğunun çözülüşü tamamen ters yönde cereyan etmektedir. Şehir merkezlerinde yetişmiş insanlar, artan kiralar nedeniyle dışarıya itilmekte ve daha ucuz bölgelere yerleşmektedir. Bu yeni topluluklarında yeni insanlarla tanışabilirler fakat bu yıllar, on yıllar hatta nesiller boyunca kurulan bağların yeri asla dolduramayacaktır.

Zaman ve mekân sorunlarının ötesinde, şiddetli eşitsizlik gerçek ilişkiler kurmayı zorlaştırır. Epidemiyolog Kate Pickett ve Richard Wilkinson, The Inner Level adlı çalışmalarında, insanların başkalarının ne düşündüğü korkusu olarak da bilinen “toplumsal yargılanma tehdidi” karşısında güçlü bir şekilde tepki gösterdiğini ortaya koymaktadır. Ekonomik eşitsizlik düzeyi ne kadar yükselirse, sosyal statü için o kadar mücadele ederiz; dolayısıyla toplumsal hiyerarşide nerede durduğumuz konusunda da bir o kadar kaygı duyarız. Oysa sağlıklı ilişkiler karşılıklı hassasiyet ve güven gerektirir: Yani biraz önce söylediğimiz her şeyin tam tersini…

Şayet yalnızlıktan uzak bir toplum arzu ediyorsak, insanın ihtiyaçlarını, dolayısıyla insan ilişkilerini, merkeze koymak zorundayız. Mevcut kapitalist sistem altında bu mümkün olmayacaktır.

 

Orijinal Başlık: Capitalism Is Making You Lonely
Yazar:
Colette Shade
Türkçeye Çeviren:
Aliberk Akbulut
Editör:
Kadir Gülen