Siyaset felsefesinde dil, önemli bir rol oynar. Konuşma, çoğunlukla siyasal aktör ve siyasal toplumun parçası olmanın zorunlu bir koşulu olarak kabul edilir. Bu düşünce, felsefe tarihinde son derece köklü bir düşüncedir. Aristoteles bile Politika’sında yalnızca insanların siyasal hayvanlar olduğunu; çünkü insanların, iyiyi kötüden ayırt etmelerini sağlayan akla (logos) dayalı olarak konuştuklarını yazar. Diğer hayvanların da sesi (phonè) vardır fakat onlar, akıl sahibi konuşmadan yoksundur. Bunun anlamı; bu hayvanların yalnızca siyasal aktörler olamayacağı değil, aynı zamanda halkın (demos) dışında kaldığıdır. Dil ve siyaset arasındaki bu ilişki, günümüz siyaset felsefesinde -örneğin toplumsal sözleşme teorisinde ve müzakere teorilerinde- varlığını sürdürmektedir. Bu düşünceler ışığında konuşma; akılla, çıkarları ifade etme kapasitesiyle ve -Aristoteles’e göre- siyasal toplumun bir parçası olmakla ilgilidir.
Konuşma, siyasal uygulamada da önemli bir rol oynar. Parlamento ve yerel ya da bölgesel meclisler gibi resmî siyasal ortamlarda konuşma; tartışmalar ve müzakereler gibi karar alma süreçlerinde merkezî konumdadır. Feminizm ve ırkçılık karşıtlığı gibi toplumsal hareketler, siyasal söyleme katılabilme ve siyasal sese sahip olabilmenin önemini vurgular. Benzer biçimde, sokak gösterileri ve internet aktivizmi gibi protesto hareketlerinde, açıkça konuşmanın önemi vurgulanır. Kimin konuşabileceği, hem kimin konuşmasına izin verildiği hem de kimin konuşan bir varlık olarak görüldüğü anlamında temel bir siyasal sorudur.
Fakat siyasal dil üzerine düşünürken yalnızca konuşmaya odaklanmak yetersizdir. Dinleme, anlamlı bir siyasal tartışma yürütebilmek için bir o kadar önemlidir ve siyasal tartışmaya katılım, ancak dinlemeyle önem kazanabilir. Buna rağmen dinleme, siyaset felsefesinde çoğunlukla göz ardı edilir. Bu, bir sorundur çünkü konuşma ve dinleme, bir madalyonun iki yüzü gibidir ve dinleme, demokratik iletişimde -özellikle kamudaki ve siyasal tartışmadaki diyaloğa yer bırakmayan yoğun odak dikkate alındığında- önemli bir role sahiptir. Siyasal konuşma, yalnızca kendi mantığını göz önünde bulunduran konuşmacılar nedeniyle kendini gözetmeye fazlasıyla yatkındır. Dinleme, bunu dengeleyebilir çünkü öteki’yi gözetir. Öteki’ye odaklanan siyasal bir tutum geliştirmek; günümüzün başlıca siyasal sorunlarının, iklim değişikliği ve radikal sağın yükselişi gibi sorunların üzerine gidebilmek için gereklidir. Her iki örnekte de kendi üzerindeki yoğun odak, ortak dünyanın kaybına yol açmaktadır.
“Öteki” sözcüğüyle insan olan diğer yurttaşları kastetmekle birlikte; demokratik toplumların parçası olan fakat siyasal sesi pek bulunmayan çocuklar, insandan öte hayvanlar ve belki bitkilerle ekosistemler gibi demos’un dışında kalanları da kastediyorum. Aşağıda ayrıntılı olarak ele alacağım gibi besteci ve akordiyoncu Paulin Oliveros tarafından geliştirilen “derin dinleme” (deep listening) kavramı, siyasal dinleme (political listening) üzerine güncel demokratik toplumun sınırlarını aşan ve insanın ötesinde bir düşünme biçimi öneriyor.
Siyasal konuşmadan siyasal dinlemeye
Siyaset felsefecisi Iris Marion Young; dil, siyasal aktörlük ve demokrasi hakkındaki düşüncelerin birbirine bağlı olduğunu ileri sürer. Her ikisi de demokrasiyi nasıl anladığımızın bir parçasını yansıtan iki demokrasi modelini karşılaştırır: Birleştirici model (aggregative model) ve müzakereci model (deliberative model). Bu modeller, gerçek toplumların betimlemeleri değildir; bunun yerine toplumların altında yatan siyasal ve sosyal yapılara ışık tutmaları amacıyla tasarlanmıştır.
(Pek çok çağdaş demokraside hâlâ baskın model olan) birleştirici modelde; siyasal dil, bir iletiyi aktarmak ya da bir şey elde etmek için yalnızca araç olarak kullanılır. Siyasal dil hakkındaki bu görüş; (ilişkiler yerine) bireyin merkezde olduğu ve siyasetin, (dönüşen çıkarların olanaklılığına açılmak yerine) önceden belirlenmiş çıkarların birbiriyle nasıl ilişki kurduğunun hesabı etrafında şekillendiği, siyasal eylem ve yurttaşlık düşüncesiyle ilgilidir. Siyasetin bu kavranış biçimi, insanlara atomcu bakış açısıyla ve aklın bir hesap makinesi gibi anlaşılmasıyla ilişkilidir.
Yine de -Young’un belirttiği gibi- geleceğe, diyaloğa ya da diğer bakış açılarıyla tanışmaya odaklı çağdaş demokrasilerde hâlihazırda başka uygulamalar bulunmaktadır. Bu uygulamalar, demokrasinin müzakereci bir anlaşılma biçiminin sonucudur. Bunlar, önceden belirlenmiş çıkarların hesabına yönelik değildir; ilişkilere ve değişim olasılığına bağlıdır. Birbirlerinden farklı insanlar, birbirleriyle siyasal anlamda konuştuklarında yeni ya da daha iyi bir şeyin umudu doğar.
Buna rağmen günümüzde siyasal tartışmalar, bu beklentiyi karşılamaz. Bu tartışmalar, çoğunlukla eşitsizlikleri yansıtır ve belli sesler diğerlerinden daha az duyulur. Siyasal tartışmaya, duyulmayan ya da susturulan sesleri dâhil etmek için şeklî eşit haklar güvencesi vermek yeterli değildir; aynı zamanda iktidar ilişkilerinin siyasal ve sosyal tartışmaları şekillendirme yöntemlerine de dikkat etmeliyiz. Jürgen Habermas ve John Rawls gibi müzakere teorisyenleri, kolektif karar almada eşitler arasındaki rasyonel argüman alışverişini vurgularlar. Fakat feminist ve dekolonyal düşünürler, uzun zamandır, müzakere teorilerinin altında yatan rasyonalite ve öznellik düşüncelerinin evrensel olmadığına ve bu düşüncelerin var olan iktidar ilişkilerini yansıttığına dikkat çekmektedirler. Aynı çıkarım, dil için de doğrudur. Rasyonel tartışmaya odaklanılmasında olduğu gibi; nötr görülen konuşma biçimleri, çoğu zaman geleneksel olarak egemen olan toplumsal sınıfın tercihlerini yansıtır.
Bu, farklı gruplardan insanların ne kadar siyasal söze sahip olacaklarını etkiler. Young; kadınlar ya da beyaz olmayan insanlar gibi tarihsel olarak marjinalleştirilmiş siyasal gruplara mensup kimselerin bazen kendilerini, siyasal konuşmanın uygun bir biçimi olarak görülmeyen yollarla -örneğin daha fazla duygu veya farklı bir beden dili kullanarak ya da hikâye anlatmak veya tanıklık etmek gibi farklı konuşma biçimlerine başvurarak- ifade ettiklerine dikkat çekmektedir. Dahası farklı gruplardan insanların kendilerini ifade etme biçimleri, kamusal alanda farklı okunmaktadır: Bir kadın parlamentoda sesini yükselttiğinde; bir erkek aynısını yaptığında verilen tepkiden farklı bir tepkiyle karşılaşmaktadır. Bu durum, dışlanmanın gittikçe daha az fark edilmesine yol açabilir. Benzer biçimde; dili iyi konuşamayan ya da bölgesel bir lehçeye sahip olan insanlar, kendilerini normdan farklı bir yolla ifade ettikleri için daha az siyasal sese sahip olabilirler.
Demokratik etkileşimlerde dil, önemli bir rol oynamaktadır ve Young, siyasal dilin nasıl işlediğini inceleyerek; özellikle haklar ve siyasal kurumlara erişime odaklandığımızda saklı kalan dışlama örüntülerini ortaya çıkarabileceğimizi göstermektedir. Buna karşılık -siyasal dil tartışmasında- Young, temel olarak konuşmaya odaklanır ve dinlemeyi ayrıntılı olarak ele almaz. Aynı durum, siyasal dil ve müzakereyi tartışan pek çok düşünür için geçerlidir.
Siyasal dinleme
Müzakereci demokrasiyle ilgili çeşitli teorilerde dinleme, başarılı bir müzakere için zorunlu olarak nitelendirilir fakat dinlemenin neyi gerektirdiği ya da nasıl dinlememiz gerektiği, henüz yeterince kuramlaştırılmamıştır. Örneğin; düşünür Michael Morrell, çoğu zaman dinlemenin öneminden bahsedildiğini ya da bunun kabul edildiğini; fakat dinlemenin esasen olumsuz anlamda tartışıldığını belirtmektedir. Dinleme, örneğin, sessizlikle ilişkisinde analiz edilmemektedir. Buna rağmen bazı istisnalar da vardır.
Andrew Dobson ve John Dryzek gibi bazı çevre felsefecileri; doğayı bedenleşmiş dinlemenin (embodied listening); doğa üzerine tartışmanın birincil adımı olduğunu yazarlar. Bedenleşmiş dinleme önemlidir çünkü doğal dünya, bizim dışımızda olan ve yalnızca aklımızla kavrayıp bilgisayarlarımızın başında üzerine yazabileceğimiz bir şey değildir. Biz de doğanın bir parçasıyız, kısmen bedenlerimizle düşünüyoruz ve dünyada her zaman bedenlerimizle varız. Kendimiz dışındaki dünyayı anlamak ve temsil etmek için; ona katılmamız gereklidir ve bedenimiz, bu sürecin bir parçasıdır. Dinlediğimizde yalnızca kulaklarımızla havadan bilgi edinmeyiz; havanın sıcaklığından, bedenimizdeki bakterilerden, bilişsel olarak algılamadığımız kokulardan, duygulardan ve diğer pek çok etkenden etkileniriz. Nasıl ki tüm beden konuşmanın bir parçasıdır, aynı şekilde tüm beden dinlemenin de bir parçasıdır. Aynı zamanda bedenler olarak çevremizi de etkileriz.
Bir diğer önemli istisna, düşünür Susan Bickford’un demokratik bir uygulama olarak dinleme üzerine çalışmasıdır. İnsanlar, kamusal alana görüşlerini ve düşüncelerini tutkuyla savunmak amacıyla girerler fakat kimse dinlemezse yalnızca çekişme olur. Hannah Arendt’i izleyen Bickford, siyasal eylemde çoğulluğun ve siyasal eylemin gerçekleşeceği ortak bir dünyanın önemini vurgular. Bütün insanlar, farklıdırlar ve siyasete kendi çıkarlarını savunmak için girerler. Anlamlı siyasal eylemin gerçekleşebilmesi için çekişmenin ötesinde; kucaklayıcı bir çevreye (holding environment), ortak bir dünyaya ihtiyaç vardır. Bickford’a göre dinleme, farklı insanların birbirlerine kendilerini gösterebilecekleri bir alan yaratır. Buysa kolektif yargının agonistik biçimine olanak sağlar.
Bickford’a göre dinleme, hem bedenleşmiş bir deneyim hem de siyasal bir duruştur. Bu deneyimi açıklarken dinlemeyi, dikkatlilik ve hareketsizlikle ilişkilendirir. Birini dinlemek için bir adım geri atmanız gerekir. Bickford yönünü; öteki’yi dikkatle dinlemek için “‘ben’ olan her şey” pasif hâle gelmelidir, diyen Simone Weil’e çevirir; biz boşaltmalıyız ki diğeri girebilsin. Fakat Bickford’a göre siyasal dinleme, varlık da talep eder. Bunu kavramlaştırmak için Maurice Merleau-Ponty’nin çalışmasından yararlanır. Merleau-Ponty’ye göre siyasal dinlemede dinleyici, ötekinin konuşabilmesi için arkaplan hâline gelir. Dinleyici, sabit kalır fakat dikkatini konuşmacıya yöneltir; böylece onun önplana çıkmasını sağlar. Konuşmada, konuşmacı ve dinleyici sırayla yer değiştirir.
Kamusal alandaki somut öteki üzerine bu odak; birbirlerinden farklı insanların karşılaşmalarına ve yeni konuşma biçimleri üretmelerine izin veren, gelişen evrensel siyasal tavrın bir parçasıdır. Bickford, haklı olarak, pek çok farklı bakış açısından oluşan bir dünyada, siyasal dinlemenin önemine dikkat çeker. Ayrıca dinlemenin her zaman durağan olduğunu ve kimin duyulacağı noktasında iktidar ilişkilerinin rol oynadığını kabul eder. Buna rağmen siyasal dinleme üzerine yürüttüğü tartışma, hâlihazırda siyasal aktörler olarak görülen kimselere odaklıdır. Burası sorunludur çünkü siyasal toplumun sınırlarının sabit olduğunu varsaymaktadır; oysa bu sınırlar, her zaman tartışmaya ve itiraza açıktır. Dahası hayvan toplulukları gibi siyasal çıkarları bulunduğu hâlde insan siyasal toplumunun bir parçası olmayı istemeyen varlıklar, bazen insan yurttaşlarla iç içe geçebilmektedir. Yurttaşlar, hatta siyasal aktörler olarak tanınmayan grupları dikkatle ve siyasal dinleme; çıkarlarının neler olduğunu, insan siyasal toplumlarıyla nasıl ilişkiye girdiklerini ve bazı durumlarda çoktürlü (multispecies) toplumun bir parçası sayılmaları gerekip gerekmediğini keşfetmede önemlidir.
Diğer yurttaşları dinlemekten diğer varlıkları dinlemeye
Günümüzün pek çok önemli siyasal sorunu, demosa mensup olmayan ya da siyasal sesi bulunmayan siyasal aktörlerin bakış açılarını ciddiye almamızı talep ediyor. Örneğin; iklim değişikliği konusunda çocukların, yetişkinlerden farklı çıkarları vardır. Aynı durum, hem karada hem de okyanuslarda ekosistemlerin çöküşünden insanlardan çok daha ciddi biçimde etkilenen, insan dışındaki hayvanlar için de geçerlidir. Bir başka örnekse Batılı tarzda tüketimin, doğrudan Amazon’un ormansızlaşmasına ve dolaylı olarak küresel ısınmaya ve deniz seviyesinin yükselmesine yol açmasıdır; bu durum, hâlihazırda insan iklim mültecileri yaratmıştır fakat bu insanlar da kendi hayatları ve gelecekleri hakkında kararlar alınırken dinlenilmemektedirler.
Bu tür siyasal aktörleri, siyasal dinleme; adalet bakış açısından önemlidir. Kendi hayatlarını etkileyen sorunlarda bir sese sahip olmaları gereken iklim mültecileri örneğinde bu açıktır. Fakat yalnızca hayat üzerine kendi bakış açılarına sahip yetişkin insanlar değil; diğer hayvanlar ve çocuklar da, hatta diğer varlıklar da konuşma hakkına sahiptir ve sahip olmalıdır. Onların seslerini dâhil etmek içinse baskın grup, dinlemeye başlamalıdır.
Siyasal dinleme, ayrıca epistemolojik önem taşır: Farklı bakış açılarını dinlemek, siyasal tartışmaların içeriğini etkiler ve müzakerede ya da karar almada neyin tehlikede olduğunu belirlemeye yardım eder. Çoğunlukla diğerlerinin çıkarlarının ne olduğunu biliriz. Örneğin; düşünür Vinciane Despret, insan dışındaki hayvanlara dair stereotipik görüşlerin “hayvanlar” üzerine bilgi üretimini olumsuz yönde etkilediğini ve bunun hayvanların insanlar tarafından sömürüsünü daha şiddetli hâle getirdiğini belirtir. Buna rağmen öncesinde görmezden gelinen grupların bakış açılarını dinlemek; yalnızca bu gruplara dair yeni bilgiler edinmek açısından değil, aynı zamanda herkes için daha iyi siyasal kararlar almak açısından önemlidir. İnsan bakış açıları sınırlıdır ve söz gelimi insan dışındaki hayvanlar, doğayı koruma üzerine daha iyi görüşlere sahiptir.
Son olarak siyasal dinleme önemlidir çünkü insanların ve insan topluluklarının hayatları ve çıkarları, çoğunlukla insan dışındaki varlıklarla iç içedir. Bu ilişkiler ağını ciddiye almak, gelecek hakkında bilinçli kararlar almanın ve insan olarak daha büyük bir bütünün parçası olduğumuz yönündeki bir anlayışı yansıtan yeni bir tutum geliştirmenin zorunlu bir parçasıdır. Örneğin; nehirlerin, ormanların, bitkilerin ve ekosistemlerin çıkarları, dünyanın insan ev sahiplerinin çıkarlarından ayrı düşünülemez ve farklı çoktürlü toplumlar, karşılıklı bağımlı olabilir. İnsan dışı bu aktörlerin pek çoğu konusunda -özellikle Batılı bilgi paradigmaları içinde- henüz bilinmeyen çok şey var. Yerli (indigenous) teoriler ve uygulamalar, genellikle doğal varlıkları dinleme konusunda daha fazla deneyime ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerini ve ağlarını ifade eden farklı bir söz varlığına sahiptir. Batılı bilgi sistemlerinin, siyasal ilişkileri daha iyi anlayabilmesi ve onları şekillendirebilmesi için dinlemeye başlaması gerekiyor.
İnsan merkezli yapıları dönüştürmek ve diğerlerinin bakış açılarını önplana çıkarmak; siyasal toplumun, siyasal konuşmanın ve dilin, çoktürlü adaletin sınırları üzerine yeni sorular gündeme getiriyor. Bu sorular, bilgisayarı başındaki bir düşünür tarafından yanıtlanamaz; bunların dinleme sürecinin ardından yanıtlanması gerekir. İnsanların hâlihazırda diğer insanları dinleme konusunda kayda değer zorluklar yaşadıkları göz önüne alındığında; pek çok farklı aktörü dinlemenin, aşırı bir talep olduğu ileri sürülebilir. Buna karşılık güncel ekolojik krizler bağlamında, diğerleriyle ve genel anlamda dünyayla farklı biçimde ilişkiye girmeyi öğrenmemiz gerekiyor; dinleme, bu konuda bize yardım edebilir. Siyasal dinleme, diğer herkese yönelik olarak geliştirmemiz gereken bir beceridir.
Bu süreçte Bickford’un çalışması; iklim mültecilerinin, bazı çocukların ve insan dışı bazı hayvanların seslerini dinlemede iyi bir başlangıç noktası sunuyor. Fakat diğer konularda dinleme ve siyasal iletişim anlayışı yetersiz kalıyor. Örneğin; pek çok hayvan dili hakkında henüz çok az şey biliyoruz. Dahası hayvanlar yalnızca sesler aracılığıyla değil; renk, koku ve hareket aracılığıyla da iletişim kuruyor. Onların ne söylediği ve nasıl söylediği konusunda daha çok şey öğrenmek, dinlemenin yeni biçimlerini gerektiriyor. Konuşmayanlar ya da yaşı çok küçük olanlar gibi insan aktörler için de Bickford’un tarif ettiği konuşmalar, ya olanaklı değil ya da arzu edilmiyor. Ayrıca her zaman henüz duyulmayan ya da tanınmayan sesler vardır.
Derin dinleme
Amerikalı akordiyoncu ve besteci Pauline Oliveros tarafından geliştirilen derin dinleme kavramı; henüz siyasal aktör olarak kabul edilmeyen, dillerini anlamadığımız ya da dilleri olup olmadığını bile bilmediğimiz veya bilinmeyen varlıkları siyasal dinleme üzerine derinlemesine düşünmemize yardım edebilir. Oliveros’a göre derin dinleme, öncelikle müzikal bir çabadır: Gerçekten müziği, tekrar eden sesleri, doğaçlamaları ve çevresel gürültüleri dinlemeyi içerir. Oliveros, daha iyi dinlemeyi öğrenebileceğimize inanmaktadır ve bu amaçla besteler ve egzersizler geliştirmiştir. Bunların en bilineni, Sonik Meditasyonlar’ıdır (Sonic Meditations); insanların gruplar hâlinde yapabilecekleri bir dizi egzersiz ya da pratik. Bu meditasyonlar, “Yerli”de (Native) olduğu gibi, bazen çok sessizdir: “Gece bir yürüyüşe çık. Öyle sessiz yürü ki ayak tabanların kulakların hâline gelsin.” Bazense çok yüksek seslidir ve hoparlörler, tekdüze sesler, tezahüratlar ya da haykırışlar gerektirir.
Sonik meditasyonlar, insanlara kulaklarıyla daha iyi dinlemeyi öğretebileceği gibi dinleme aracılığıyla dünyaya yönelik farklı bir tutum da geliştirebilir. Bu anlamda sonik meditasyonlar, siyasal meditasyonlardır: Oliveros, dinlemeyi siyasal bir uygulama ve karara varmada bir temel olarak tanımlar. Meditasyon, çoğunlukla içe kapanma ya da dünyadan uzaklaşmayla ilişkilendirilse de Oliveros, daha iyi dinlemeyi öğrenmenin diğerlerini daha iyi duymamıza ve belki de daha iyi anlamamıza yardım edebileceğini belirtir. Kayıt teknisyenleri, besteciler, müzisyenler ya da kuş gözlemcilerinin başkalarından daha iyi duyabilmeleri, hepimizin daha iyi dinleme için eğitilebileceğimizi ve daha var ve dikkatli olabileceğimizi gösteriyor. Fakat dinlemenin bu sözlük anlamı, dinlemenin normatif boyutuyla da ilgili olabilir; dinleme, itaat etme anlamına da gelir. Eğer kulaklarımla daha dikkatli dinlersem bahçemdeki bir kuşun şarkısının anlamını fark etmeyi öğrenebilirim. Genel bir tutum olarak dinleme alıştırması yapmakla kendime, benim de bir parçası olduğum dünyaya ve onun bana söylemesi gerekenlere daha açık olmayı ve kendimi o dünyaya vermeyi öğretebilirim.
Oliveros’un dinlemesi, farklılığa ve bilinmeyene Bickford’unkinden daha fazla alan sunuyor. Derin dinlemede dinleyici; sabit olmayan ve ortaya çıkabilecek ya da çıkmayacak olan, hatta ancak uzun bir süre sonra ortaya çıkacak olan diğerine, arka plan hâline geliyor. Bu, Bickford’un birbirine benzeyen iki varlığın sırayla arka plan ve ön plana geçmesi uygulamasından farklı bir uygulamadır. Pek çok sonik meditasyon, gruplar hâlinde yapılmak üzere tasarlanmış ve kendimizi, dinleme konusunda kolektif olarak eğitmemizi amaçlıyor; buysa yeni kolektifler ve toplum olma yolları açısından önemlidir. Dahası bu meditasyonların merkezinde yer alan dünya; Bickford’un ya da Arendt’in siyasal insan dünyası değil, Dünya gezegenidir. Bedenler, sesler, müzik aletleri, ayak sesleri, yoldan geçen arabalar, kuşlar, anılar, ormanlar, okyanuslar, kasetler ve diğer varlıklar, olaylar ve nesneler; bu Dünya’nın bir parçası olabilir.
Uygulamada siyasal dinleme
Bickford’un demokratik dinlemesi ve Oliveros’un derin dinlemesi, mevcut siyasal söylemden ve belirli konuşma biçimleri üzerine çağdaş siyasetteki vurgudan çıkarılmış görünüyor. Buna rağmen mevcut siyasal uygulamalar ve kurumlar içinde, dinlemeyi ciddiye alma için hâlihazırda giriş kapıları bulabiliriz. Nerede ve nasıl siyasal dinlemeye başlayabileceğimizi incelemek için; siyasal iletişimin nerede gerçekleştiğini ve farklı müzakere alanlarının birbiriyle nasıl bağlantılı olduğunu belirlememiz gerekiyor. Siyasal iletişim; parlamento ve bölgesel ya da yerel meclisler gibi resmî siyasal toplantı yerlerinde; gösteriler, toplumsal hareketler, yurttaş girişimleri ve sanat gibi karşı hareketlerde; medya ve üniversiteler gibi diğer alanlarda gerçekleşir. İnsandan öte siyasal tartışmalar, çoğunlukla, normalde siyasal görünen alanların dışında; evlerde, doğal koruma alanlarında, şehirlerde ve parklarda bulunur. Siyasal iletişimin çeşitli tiplerinin her biri, kendi siyasal dinleme biçimine sahiptir.
Mevcut siyasal uygulamalar ve kurumlar içinde dinlemeye yer açmak, zaman ve mekâna dikkat etmeyi gerektiriyor. Günümüzde siyasal karar alma, tamamıyla ölçülebilir sonuçlara yönelmiş durumdadır. Toplantılar ve meclisler, çoğunlukla zamanla sınırlıdır. Örneğin parlamentoda farklı görüşler ortaya konur ve ardından oylama yapılır. Burada dinleme, çoğunlukla araçsaldır: Taraflar, birbirlerini ikna etmeye çalışmaktadırlar ve bakış açılarına çoktan karar verilmiştir. Ayrıca duyulanlar üzerine düşünmek için de çok az zaman vardır. Yavaşlık, verimliliğe odaklı toplumlarda hoş karşılanan bir misafir değildir. Fakat tempodaki sürekli artış; yabancının, yeninin, ötekileştirilen ve susturulanların pahasınadır. Birkaç toplantı yapmak, daha şeffaf bir sürecin gelişmesine olanak sağlayabilir; aradan geçen zaman, dinlemenin gerçekleşebileceği bir alan yaratır.
Buna rağmen eğer katılımcılar, kendi görüşlerini tekrarlayıp duruyorlarsa daha fazla zaman yeterli değildir; bu, daha az dinlemenin gerçekleşmesine yol açabilir. Bu yüzden karar alanların, bu kararlardan etkilenenleri dinledikleri yeni alanlara da ihtiyacımız vardır. Konferans salonlarında, hastanelerde ya da gençlere yönelik bakımevlerinde dinleme oturumları gerçekleşebilir; âdil gıda sistemlerine geçiş hakkında hem çiftçilerin hem de ineklerin dinlenebileceği çiftliklerde ya da sâkinlerinin çevre kirliliğinden olumsuz etkilendiği doğal koruma alanlarında gerçekleşebilir. İyi dinleme, çoğunlukla sessizce oturmaktan fazlasını içerir ve yürümek gibi bazı faaliyetler, konuşmaya ve dinlemeye daha elverişlidir.
Diğer hayvanları siyasal dinleme, bir çiftlikte ya da doğal koruma alanında gerçekleşebilse de bu alanlar, yine de güç dengesinde eşitsizliğe yatkındır. Kanadalı düşünür Sue Donaldson, çoktürlü ilişkileri ve iletişimi geliştirmede hareket özgürlüğünün önemine dikkat çekmektedir. Hayvanların ne istediklerini belirlemek için insanlar, hayvanlara kelimenin tam anlamıyla daha fazla alan vermelidirler; altyapıyı (örneğin arabaları yasaklayarak) daha güvenli hâle getirmelidirler ve her türden hayvanın eşit erişime sahip olduğu ve diğerleriyle özgürce karşılaşabildikleri yeni kamusal alanlar yaratmalıdırlar. Farklı türlere mensup hayvanlar ve toplumlar; bu alanda yalnızca birbirleriyle değil, bu alan hakkında da konuşabilirler.
Bu, diğer türlerle; araziye müdahaleleri (bitki ekmek ya da ekmemek konuşmaları şekillendirebilir), onların dillerini öğrenmeyi ve nesneleri kullanmayı içerebilen diğer diyalog biçimlerine dikkat etmemizi gerektiriyor. Örneğin pek çok dost hayvan için gıda, oyuncaklar, kanepe ve araba; onların insanlarla iletişiminde hâlihazırda önemli bir rol oynuyor. Çünkü insanlar; uzun bir zaman diğer hayvanların konuşamadıklarına, birlikte konuşabileceğimiz ortak bir dünya bulunduğuna inanmadılar. Bu, diğer hayvanların suçu değil çünkü onlar, genellikle insanlara (zorunluluktan, meraktan ya da diğer nedenlerden) fazlasıyla dikkat gösteriyorlar; asıl insanların onları dinlemeyi öğrenmeleri gerekiyor.
Dinleme, aynı zamanda yeni kolektif siyasal alışkanlıklar geliştirmede de bir rol oynayabilir. Onondaga gibi bazı yerli toplumlar, toplantılarına varlıklarına olanak sağlayan doğal dünyaya teşekkür ederek başlarlar. Braiding Sweetgrass’ta Robin Wall Kimmerer; bunu, insanların daha büyük olan ve yaşayan insan dışı dünyanın bir parçası oldukları yönündeki dünyagörüşünün bir ifadesi ve bu dünyada ötekilerin aktörlüğünü tanımanın bir yolu olarak tanımlamaktadır. Tıpkı siyasette, birinin kişi olarak muhatap alındığını gösterme işlevini üstlenen diğer selamlama biçimleri gibi; insan dışılarla başka etkileşim biçimleri üretmek olanaklıdır. İnsan dışı dünyayı dinlemenin merkezde olduğu benzer alışkanlıklar geliştirilebilir. Bu, insanlara o dünya hakkında yeni bilgiler verebilir ve farklı bir tutumun; insanın diğer varlıkların hükümdarı değil, bir bütünün parçası olduğu özenli bir tutumun alıştırması olabilir.
Doğal dünyayı dinleme, siyasal karar almanın diğer biçimlerinde de önemli olabilir. Önemli bir koruma alanı ya da diğer bir doğal varlık hakkında kararlar alınırken; derin dinleme, bir hareket noktası sağlayabilir. Belirli bir durum ya da yer hakkında sahip oldukları özellikli bilgi nedeniyle bazı durumlarda insan temsilciler rol alabilirler. Fakat günümüzde her şey insanların elinden geçiyor ve bu, tehlikede olan şeyin ne olduğunu çarpıtıyor çünkü bu sorunlarda insanların kendi çıkarları bulunuyor.
Dinlemeye yer açmak
Siyasal sistemler, belirli sesleri büyütmeye ve diğerlerini susturmaya yatkındır. Kendilerini farklı biçimlerde ifade edenlerin de bir sese sahip olabileceklerini düşünmek, demokratik anlamda aslî önem taşır. Bu, asla bitmeyecek bir proje: Yalnızca siyaset bağlamında değil, konuşmanın biçimi üzerine konuşmaya devam etmeliyiz; her zaman dinlenecek yeni sesler olacaktır. Daha çok dinleme, ne herkesin konuşacağı ne de dinlemenin kendiliğinden daha iyi kolektif kararlara ya da anlayışa yol açacağı anlamına gelir. Her zaman kendini saklamayı tercih eden varlıklar olacaktır; bazı çıkarlar ve düşünceler, dilin biçimi yüzünden henüz ifade edilemezdir ve kimse, sözlerinin gelecekte nereye varacağını bilemez. Dinlemeyi öğrenmede eğitim, sanatınki ve edebiyatınki gibi bir rol oynayabilir fakat aynı zamanda, basitçe, mevcut konuşmalara ve yenilerine başlamamız gereklidir. Anlama gibi dinleme de zorla olmaz fakat siyasal hayatta dinlemeye belli bir yer ayırmak ve dinlemenin önemini kabul etmek, yeni ilişkileri olanaklı kılabilir. Bilinmeyende her zaman yeni bir şeyin olanağı vardır. Her hâlükârda daha iyi dinleme, siyasal tartışmaları daha çetin, daha güzel ve daha zengin hâle getirecektir.
Orijinal Başlık: Deep Listening and Democracy: Political Listening to Fellow Citizens and Other Beings
Yazar: Eva Meijer
Türkçeye Çeviren: Beyza Nur Demir
Editör: Uğur Şen