Uzun zamandır aklımı yoran bir konu bu: Bir çevirmen takma isim kullanabilir mi? Bunun kültür ekolojisine ne zararları var, yararları olabilir mi? Çevirmenin ismi çeviri işleminde temel bir değer mi?
Günümüzün makine becerilerine saplantılı kültüründe her şeyin anonimleşmesi, bütün insani isimlerin kolektif bir şirket isminde temsil edilmesi alışkanlık haline geldi: Elon Musk, Sam Altman, Bill Gates ve şirketleri var, bunların mühendisleri, yazılımcı ve teknisyenleri, taşeron üretim merkezleri, oralarda çalışanlar isimsiz; Musk bir insan ismi sayılmaz artık, o bir zenginliğin lakabı, kısaltması gibi. Eğer doğruysa, böyle birkaç ismin, bir avuç insanın ABD’nin bütün servetinin %50’sini elinde tutan %1’lik bir nüfus kesimine denk geldiği söyleniyor. Musk isim konusunun önemini kavrayan zenginlerden, oğluna XÆA-12 adını vermiş. Anonimliğin zengin biçimi bu olmalı. Sam Altman OpenAI’ın kurucusu, şirketin ismi çok kapsayıcı, Açık YZ, böylece Açık Toplum çağrışımını veriyor. Bu açık sistemin içinde çalışanların isimleri kayıp, ancak şirketten ayrılıp yeni şirketler kurdukları zaman isimleri beliriyor; bunu yapacak durumda olmayanlar isimsiz. Makine çevirisinin en sevimsiz yanı bu –çevirmenin ismi fikrini yok ediyor.
Geçmiş yıllarda çeviride intihal karşıtı çalışmalar yaparken çevirmen isminin ve çevirmen biyografisinin önemini ortaya koyduk. Çevirmenin çeşitli yollarla varlığını belli etmesi, emeğinin özgünlüğünü ve değerini koruması için önemli bir olgu. Çevirmen adının marka değeri taşıyabilmesi mümkün, ama bunun için isminin gerçek isim olması, yaptığı çalışmanın takip edilebilmesi önemli.
1990 sonlarında, özellikle 2005’lerde 100 Temel Eser listesinin ardından sel gibi piyasayı kaplayan intihal klasik eser çevirilerinde isimlerin önemi çok net ortaya çıktı. Bu metinlerde büyük bir oranda sahte isim kullanıldığını, gerçek isim kullanıldıysa da bunların çoğu kez çevirmenliği meslek olarak yapmayan, muhtemelen genç ve öğrenci kimselere ait olduğunu saptadık. İlginç bir örnek bir yayınevinde bir ailenin bütün üyelerinin Balzac’tan Dostoyevski’ye bir dizi eserin çevirmeni olarak gösterilmesiydi, başka bir örnekte tek bir isim farklı dillerden yüze yakın eserin çevirmeni olarak gösterilmişti. Araştırdıkça çoğu takma ismin yayın piyasasında bilindiğini, türlü sebeplerle müdahale edilmediğini öğrendim. Başlıca sebep de çevirmen emeğinin değerli bir emek olarak görülmemesiydi; sürüsüne bereket, isminin ne önemi var.
Bu durum karşısında çevirmenin gerçekliğini ve işin sahiciliğini ortaya koyacak temel ögeleri şöyle belirledik: Öncelikle eserde gerçek, çevirmenliği meslek olarak benimsemiş bir çevirmen ismi olmalı; eserde yazar gibi çevirmen biyografisine de yer verilmeli, böylece okur eseri çevirmeninin uzmanlığına göre de tercih edebilmeli; mümkünse çevirmen bir önsöz yazmalı, eser için yaptığı çalışmayı okura tanıtmalı. Elbette bunların dengesi eserden esere değişecektir; çevirmenin yazarla rekabet eder hale gelmesi ya da önsözde ya da biyografide neyin tanıtıldığının, önemli olduğunun karıştırılması da mümkün. Ben iki dilden çeviri yaptığım için eser hangi dildense o dilde yaptığım diğer işleri anmaya çalışıyorum kısa biyografimde; İngilizce bir metnin çevirmeninin Rusçadan yaptığı çeviriler okura doğru bir uzmanlık, işe yarar bir mesleki deneyim sergilemez diye inanıyorum. Yazardan daha geniş bir biyografi vermek de utandırıyor beni –kitabın başında okura bir Z Raporu döker gibi diğer işleri, deneyimleri sıralamak okuru asıl şeyden, yazarın metninden uzaklaştırmaz mı? Belki de sona koymak lazım çevirmen biyografisini. İnternet çağında işler biraz daha kolay –merak eden okur, kişisel sitelerden forumlara dek her yerde bulabiliyor aradığı ayrıntılı bilgileri. Yazarla biyografimin yanyana gelmesi bazen bana hüzün de veriyor; çevirdiğim bu kitabı ben de yazabilirdim, yoksa yazamaz mıydım, yazabileceğim için mi çevirebildim ya da çevirdim, yayıncının beni bu yazarla yanyana getirmesi kaderin bir oyunu mu, yoksa kaçınılmaz mıydı? Dostoyevski gibi klasik eser çevirmenlerinin önsöz ya da söyleşilerdeki açıklamaları bu açıdan incelenmeye değer –hemen hiçbiri yazarı tesadüfen keşfettiğini söylemez, çocukluğunda, gençliğinde yazara tutkuyla ilgi gösterdiğini, onunla ruhsal bir bağ kurduğunu söyler. İntihal metinlerde gerçek çevirmen ismi, önsözü, biyografisi olmaması bu açıdan anlam taşıyor.
Ama bunlar da kesin ölçüler değil. Bir süre önce Alice Harikalar Diyarında çevirilerini incelerken önsözlerin bile intihal edilebildiğini gördüm; çeviri tarihçisi için ayrı bir harikalar diyarı bunlar. Çeviriyle birlikte önsözü de alıp birkaç yerini değiştirmişler bazı örneklerde; bazen de, eseri uyarlayan, Lewis Caroll’ın metninde olmayan olayları metne ekleyen kişi belli ki eski bir çeviriyi açıp yapmış uyarlamayı, o arada başkasının önsözünden, eserle ilgili sözlerinden de yararlanmış, onları da sahiplenerek koymuş kitabın başına.
Lewis Carroll deyince, tabii yazarların takma isim, sahte isim kullanabildiğini hatırlamak gerekiyor. Charles L. Dodgson’ın takma ismi Lewis Carroll –bu sahte ismi yirmi dört yaşında uydurmuş, matematik çalışmalarını gerçek ismiyle sürdürürken, otuz yaşında Alice’i bu isimle yayınlamış. Sonra kararlı, tutarlı bir şekilde bu ismi kullandığı için biz onu bu isimle tanıyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in, Mahmud Abdülbâkî’nin ya da Kemal Tahir’in kullandığı mahlasların da böyle hikayeleri var. Avni mahlası şiir tarihinin bir fatihi olmamış, Bâkî mahlası yazarın kendi ismi yerine geçmiştir, ama bunlar kendi sanatları için kullandıkları isimlerdir; Kemal Tahir ise M. Kemalettin mahlasını kendine ait saymadığı, geçim için çalakalem yaptığı sözde çevirilerde kullanmıştır, bu çalışmaları ancak kültür arkeolojisi için anlam taşır. Bizde polisiyenin bir tür olarak gelişememesinde, geç gelişmesinde bu sahteciliğin, sahiplenmemenin, ciddiye almamanın da bir payı yok mudur? Kemal Tahir’in böyle çalıştığını bilip onu örnek alanlar olmuştur herhalde.
Peki yazarlar yapabiliyorsa çevirmenler neden takma isim kullanmasın? Çünkü bu çalışmayı meslekileştirmek, mesleki hakları, alanda profesyonel örgütlenmeyi sağlamak isteyenler için bu büyük bir risk yaratıyor –çevirmenin çeviri işinde ciddi hareket edeceğinden, sorumluluk alacağından nasıl emin olacağız? Geçmişte, ideolojik sebeplerle birtakım metinlerin mahlasla çevrildiği biliniyor –diğer yandan bu ideolojik çevirilerde çok kritik oynamalar yapıldığı, dini ya da siyasi eklemeler yapıldığı, bunun çok yanlış sonuçlara yol açtığı, yanlış çevirilerle hiç olmayacak örgütlerin kurulduğu, hizipleşmelerin yaşandığı söyleniyor. Çevirmenin zarar görmemek için mahlas kullandığı çeviriler başkalarına zarar vermiştir.
Diğer yandan, çevirmenin gerçek isim kullanması çevirinin özgünlüğünü güvenceye almak için temel bir koşuldur –takma isimli bir çevirmenin birden fazla takma isim kullanıp çoklu yayın yapmadığından, hatta bunun yayıncısının o metinle birden fazla yayın yapmayacağından nasıl emin olacağız, hangi isimli metni gerçek metin sayacağız? Hatta bir takma ismin arkasında bir yayın-emek sömürüsünün, bir kerelik ödemelerin, düşük teliflerin olmadığını nasıl bileceğiz? İntihal çeviri furyasında aynı metnin farklı yayınevi markalarıyla farklı çevirmen ya da yayına hazırlayan isimleriyle çıktığını sıkça gördük, bu kitaplar bugün de internet satış sitelerinde bulunuyor.
Ayrıca çevirmenin ismi konulu uluslararası kampanyalara bunu nasıl açıklayacağız: Çevirmenin isminin kapakta görünür olmasını savunuyorsak, kapakta gerçek isim olmamasını savunamayız. Ve bunu yazarların kitaplarının çeşitli suçlamalarla, okur tepkileriyle piyasadan kaldırıldığı bir ortamda yapıyoruz. Eğer çeviride takma isim olabiliyorsa, editörlükte de olabilir; o zaman yayın ortamında kimin ne yaptığını nasıl takip edeceğiz, yayın emekçilerinin örgütlenmesi nasıl, hangi isimle gerçekleşecek? Editörlerin son anda, habersiz yaptığı düzeltmelerle çokça karşılaştım, bazen beni kurtardı, bazen yanlış çıktı bunlar –ismi takip edemezsem nasıl tanıyacağım yol arkadaşımı? Dahası, sosyal medyadaki anonim isimli, avatarlı yorumcularla mesleki örgütlenme çabasındaki bizler arasında ne fark kalacak?
Son on yıldır takma isimli çevirmenlerin yayın listelerine girdiğini görüyorum. Bana böyle birini önce bir dil bölümü mezunu olarak tanıttılar, çevirisini değerlendirmemi istediler. Sonra öyle olmadığı ortaya çıktı. Bir dizi yayınevinden çıktı yine de çevirileri. Ben özellikle uzmanı, çevirmeni az bulunan dillerden çevirileri, iyisiyle kötüsüyle, yetenekleri varsa öncelikle o dilin üniversite eğitimini alanların yapmasını savunuyorum; takma isimli alaylı bir çevirmenin mesleğe ne yarar getireceğini anlayamıyorum. Yayıncıların da ideolojiden önce mesleki ilkeyi öncelikli tutması, listeyi karıştırmaması gerekli bence. Tıpkı İstanbul’daki adaların yollarına hiç uygun olmadığı halde zorla sokulan Azmanbüsler gibi. Evet, bunlarla da iyi kötü yol alınabilir adalarda, ama bunların yapıları Adaların yollarına uygun değil, adaların kültür ve ekoloji sistemini hızla bozacak.
Acaba takma isim konusundaki bu eleştiri yanlış mı? Belki iyi sebepleri vardır takma isimli çevirmenlerin, onları yayınlayanların; ama başkasının eserine, başkalarının tekrar çevirebileceği eserlere takma isimle imza atmanın ne yararı olabilir? Bu sadece gerçek isimle çalışan çevirmenlerin isimlerini kapağa, tanıtımlara, yazılara yazdırmak, görünür olmak için harcadıkları çabayı boşa çıkarır. İstanbul Belediyesi Adalar’a Azmanbüsleri sokarken bir dizi sebep sıralıyor, ada sakinlerinin onları kabul etmesi için türlü düzenlemeler yapıyor, takma isimli çevirmen yayıncıları da bu işi gerekçelendiriyor, zamanla bunun kabullenileceğini, çevirmen ismine ve biyografisine aldırmadan okuyan okurların sayısının, tıpkı Adalara gelen turistler kadar çok olduğunu düşünüyorlar. Ama öyle olsa bile doğru mu bu yaklaşım?
Yayın dünyamızda tanık olduğum tuhaf olayların sonu gelmiyor. Yıllar önce gerçek isminin ondan habersiz ve izinsiz olarak bilmediği dillerdeki bir sürü çeviri metnine imza olarak konduğunu söylemişti biri, ÇEVBİR’e başvuracağını söylemişti; daha eskilerde, öğrencilerine parça parça çeviri yaptırıp sahiplenenler olduğu söyleniyordu; en son makine çevirilerinin takma isimle insan çevirisi gibi satıldığını da gördük. Bunların ortak özelliği insanların makine gibi kullanılması, gerek sahte çevirmen gerek editör rolünde. Sonuçta takma isimleri yayına hazırlayanlar da var. Bunlar Azmanbüsler gibi girdi piyasaya. Çeviri tarihçilerini, araştırmacıları, okurları yanlış yönlendiren bu olayın sonuçlarını düşünmedi bu işleri yapanlar. İsimle çevirmen özdeşliğinin zorunlu olduğunu, editörden çevirmene herkesin asıl ismiyle sorumluluk alması gerektiğini, yoksa tuhaf bir kültür ortamına düşeceğimizi gösteren bir sürü örnek var.
Sonuçta benim görüşüm bu: Kimse meslek hayatında takma isim kullanmamalı, kullanacağı durumlara zorlanmamalı; yayıncılar bir takma ismin yayılmasına aracı olmamalıdır. Yoksa bu karman çorman kültürün ekolojisini ve tarihini daha da bozarız. Eğitimin, uzmanlığın, kitapla yaymaya çalıştığımız değerlerin hepsi altüst olur.
Azmanlığa hayır, uzmanlığa evet.
Editör: Bekir Demir