Felsefe Nedir?

Felsefenin bilgiyle ilişkisi olmadığını söyleyemeyiz –bu tamamen saçma olurdu– ama felsefenin kendisinin bir bilgi olup olmadığını sormalıyız.
Okuma listesi
Çeviren:

Çevirenin notu

Alain Badiou’nun verdiği derslerden oluşan What is Philosophy? eserinin 5. Dersinden alınmıştır.

Felsefenin diyalektik doğasının analitik felsefe anlayışına karşı olduğundan söz etmiştik. Daha genel olarak, bu karşıtlık iki farklı felsefe kavrayışının da karşıtlığıdır: Birincisi, felsefenin nihayetinde matematikten sosyal bilimlere kadar diğer tüm bilgiler gibi bir bilgi olduğu, ikincisi ise felsefenin bilgiyle ilişkili olduğu anlayışıdır. Doğal olarak felsefe, bilgi sorununun dışında değildir. Sözgelimi klasik felsefede, bilgi sorununun felsefenin en önemli sorunu olduğunu söylemek mümkün –bir şey biliyoruz, bir şey bilebiliriz veya nihayetinde hiçbir şey bilmiyoruz. Elbette tüm bunlar felsefenin büyük ve kadim tartışmalarıdır. Felsefenin bilgiyle ilişkisi olmadığını söyleyemeyiz –bu tamamen saçma olurdu– ama felsefenin kendisinin bir bilgi olup olmadığını sormalıyız.

Gördüğünüz gibi, genel anlamda söylersek, bir şeyin ne olduğu sorusu baş gösterdiğinde, bu soru o şeyin içinde yer almaz. Örneğin “matematik nedir” sorusu matematiksel bir soru değil, aslında felsefi bir sorudur. Ayrıca, “felsefe nedir” sorusu felsefenin içindeyse, bunun bir tür istisna olduğunu da söylemiştik… Bir istisna, çünkü “bu şey nedir”, “diğer şey nedir” gibi sorular, genel olarak “nedir” soruları daima felsefi sorulardır. Bir şeyin özüne ilişkin sorulardır bunlar: Bu şey gerçekte nedir, bu şeyin, matematiğin, doğanın, Tanrı’nın vb. anlamı nedir? Dolayısıyla, “nedir” sorusu felsefeye uygulayabileceğimiz felsefi bir soruysa –“felsefe nedir” sorusu felsefeye dâhilse– bunun nedeni muhtemelen felsefenin tam anlamıyla bir bilgi olmamasıdır.

Bir bilgi, nesnesiyle belirlenir –neticede bilgi her zaman bir şeyin bilgisidir. Ve doğal olarak, bir şeyin bilgisi olarak, o şeyin kendisine indirgenemez, çünkü bir şeyin bilgisi ile o şeyin varlığı arasında mutlaka bir mesafe vardır. Öyleyse bilgi, öncelikle nesneye ilişkin bir sorudur: Bilimin nesnesi nedir, fiziğin nesnesi nedir, tarihin nesnesi nedir vb. Felsefe bir nesne olmadığına göre, “felsefe nedir” sorusunun bir nesnenin bilgisiyle ilgili bir soru olduğunu söylemek mümkün değildir. Dolayısıyla, kendi içinde bu sorunun var olduğu bir alan varsa, bu alan bilgi ile nesne arasındaki ilişkinin alanı değildir –bu farklıdır, tamamen farklı.

Bu soruna ilişkin olarak, felsefenin bir bilgi olmadığına dair klasik bir gelenek vardır, çünkü felsefe tam anlamıyla bir sorudur –felsefenin varlığının özü, bazı özel soruların varlığıdır. Bu epey klasik bir ifadedir. Ve bir felsefe dersine başlarken, profesör felsefenin sonsuz bir soru olduğunu, aslında hiçbir şekilde bir cevap değil, tam anlamıyla bir soru olduğunu söyleyecektir. Bu tanımın aslında pek de kesin olmadığını göreceğiz: Felsefe bir sorudur, doğru, ama insan etkinliğinin birçok alanı vardır ki birer soru olmalarına rağmen felsefeye indirgenemezler. Dolayısıyla, felsefe bir soru alanıysa, genel soruların değil, tekil soruların alanıdır. Ancak, nihayetinde, öncelikle anlamamız gereken şey, felsefenin bir nesne olmadığıdır ve bu nedenle, “felsefe nedir” sorusunun felsefe içi bir soru olması, felsefenin felsefe bilgisine, felsefe tarihine indirgenemeyeceği anlamına gelir. Kuşkusuz, felsefe kendine dair bir sorudur – “felsefe nedir”… –ama kendi bilgisine indirgenemez.

Felsefenin diyalektik doğası, felsefenin pozitif bir bilgi olmadığı, bir bilim olmadığı anlamına gelir –[buna göre] felsefe, herhangi bir nesnesi olmayan bir şeydir. Bu felsefe anlayışı, analitik felsefe kavrayışına tam olarak zıttır, çünkü analitik felsefe anlayışını benimsersek, aslında felsefenin bir bilgi, belirli bir türden bir nesneye sahip bir bilgi olduğunu öne sürmüş oluruz. Sözgelimi dil bilgisi olabilir bu ve bu durumda anlam, anlamlı cümle nedir, anlamsız cümle nedir gibi sorular ortaya çıkar ve bunların tümü belirli bir bilgi alanı oluşturur ve bu bilgi, felsefe olur.

Şu ana dek, felsefenin diyalektik kavranışı bütünüyle olumsuz bir şeydir: Felsefe bir bilgi değildir. Bu noktadan, Sokrates’in ünlü ifadesine geçebiliriz: “Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir”… Tek bildiğim, hiçbir şey bilmediğimdir… Bu, felsefenin bir bilgi olmadığına dair açık bir ifadedir –“…hiçbir şey bilmiyorum”. Ancak burada diyalektik bir belirsizlik mevcut, çünkü Sokrates aynı zamanda bir şey bildiğini de söylüyor, bir şey… Bu ne tür bir şey peki bu? Tamamen hiçbir şey. Dolayısıyla, aslında Sokrates’in cümlesi, bir noktada, bir şeyin hiçbir şeyle aynı olduğunu ileri sürer. Neden mi? Çünkü bu “hiçbir şeyi” bilebiliriz ve aslında bu, bilebileceğimiz tek şeydir. Burada, bir tür denklem, asli bir denklem var –ve bu sadece benim Sokrates kavrayışımda değil, tüm büyük felsefe tarihinde de geçerli– bu da şey ile hiçbir şeyin eşdeğerliğidir. Felsefede, o halde, şey ile hiçbir şeyin eşdeğerliği gibi, tamamen paradoksal bir eşdeğerliğin olasılığı önerisi vardır.

Felsefe için bu tür bir eşdeğerliği inceleme olanağı var. Ama bu ne tür bir sorudur? Olumsuzluk sorusudur bu, olumsuzlama sorusudur, hiçliğin işlevi sorusudur. Sokrates’in ileri sürdüğü şey –şey ile hiçlik arasında bir denklem kurduğunda, hiçbir şey bilemeyeceğini söylemesi– belki de, felsefe bir bilgi değilse, bunun nedeni felsefenin nesnesinin bir şey olmamasıdır –bir ülke değildir, doğa değildir, fiziksel bir nesne değildir vb. Felsefenin büyük sorusu, hiçliğin sorusu, olumsuzluğun varlığının sorusudur. İşte bu yüzden, en başından beri, felsefenin diyalektik doğası ile olumsuzluk sorunu arasında yakın bir ilişki vardır. Felsefe, tüm veçheleriyle olumsuzluğun sorusudur –şey ile hiçlik arasındaki ilişkinin sorusu, hiçliğin varlığının sorusu, hiçliğin paradoksal varlığının sorusudur.

Felsefede, felsefe tarihinin tamamında, olumsuzluk sorusundan kaynaklanan, gizli bir olumlama türünden bir şey vardır: Var olmayan bir şeyi bilmek mümkün müdür? Var olmayan bir şeyi düşünmek mümkün müdür? Peki, neden felsefe bir bilgi değildir? Çünkü bu sorunun cevabı, kesinlikle var olmayan bir şeyin bilgisi olduğu değildir, ister doğal nesneler ister psikolojik durumlar vb. olsun, eğer bir şey varsa, o şeyin belirli bir bilgisi de vardır, her ne olursa olsun. Ama bir şey mevcut değilse, bu yoklukla (non-existence) olan ilişki bir bilgi olamaz, çünkü bilgi bir nesnenin bilgisidir ve mevcut olmayan bir şey nesne değildir.

Ve böylece felsefenin varlığı, her zaman aynı zamanda var olmayan bir şeyin, nesne olarak, dünyanın bir nesnesi olarak var olmayan bir şeyin olanağı sorusudur. Böylece felsefenin tamamen olmak ile var olmak (to be and to exist) arasındaki çok belirsiz ve karmaşık bir farka dayandığını söyleyebiliriz. Olmak ile var olmak arasındaki mesafe sorusu, doğal olarak, şey ile hiçlik arasındaki mesafe, varlık ile hiçlik arasındaki mesafe sorusudur. Tüm bunları, felsefenin diyalektik doğası hakkında bir fikir verebilmek için söylüyorum: Felsefenin diyalektik doğası, bir nesnenin bilgisi sorusuna indirgenemez olmak, ama var olmayan, nesne biçiminde olmayan ve bir nesnenin bilgisi biçiminin dışında, mevcudiyetinde, varlığında onaylanabilen bir şeyin var olma imkanını ortaya koymaktır.

Bir tür anti-felsefi felsefe olan pozitivizm sadece bilginin var olduğunu ve olmak ile var olmak arasındaki mesafenin ya da hiçbir şey’e eşdeğer bir şeyin var olduğu tezinin saçma olduğunu olumlar. Pozitivizm, var olan tek şeyin nesnellik formunda olan şeyler olduğunu ve nesnellikle ilişkimizin bilgi olduğunu ileri sürer. Son olarak, bilginin gerçek biçiminin bilim olduğu savıdır. Pozitivizmin tanımı, açık tanımı budur. Pozitivist, var olan her şeyin nesnel olarak var olduğunu, varlığın tek biçiminin bu olduğunu ve nesnellikle tek olumlu ilişkinin bilgi ve nihayetinde bilim olduğunu öne sürer. Dolayısıyla pozitivistlerin vardığı sonuç şudur: Felsefe ya bir bilimdir ya da felsefe diye bir şey yoktur ve felsefe hayali, yanılsamasal, nesnel değeri olmayan saf bir inançtır. Aslında pozitivizm, benim inancıma göre, analitik bakış açısının tek tutarlı biçimidir –analitik bakış açısını benimsiyorsanız, nihayetinde pozitivist olmalısınız. Pozitivist iseniz, bilgi biçiminde var olanla olan tek rasyonel ilişkimizin olduğunu söylemelisiniz ve çağdaş dünyada durum böyle olduğu için, gerçek ve etkili bilgi biçiminin bilim olduğunu onaylamalısınız. Dolayısıyla, pozitivist olsaydık, felsefenin idealinin bilim olduğunu, felsefenin bir bilim haline gelmesi gerektiğini söylemek zorunda kalırdık. Eğer durum böyle değilse –eğer felsefe bilimin idealine ulaşamıyorsa– o zaman felsefe eleştirilmeli ve nihayetinde bastırılmalıdır. Gerçek pozitivizm, tüm bilgi biçimlerinin bilim alanına geri kazandırılması gerektiğini öne sürer ve felsefe, diyalektik felsefe [analitik bakışa göre] tam anlamıyla metafizik, bir rüya gibi, hayali bir rüya gibi bir şeydir.

Doğal olarak, bu tür bir iddianın sorunu felsefi niteliktedir: Nihayetinde pozitivizmin kendisi bir bilim değildir. Peki neden bir bilim değildir? Bilimlerin bilimi diye bir şey olmadığı için, bilimin ne olduğunu söyleyen bir bilim olmadığı için bilim değildir. Dolayısıyla, pozitivist “gerçekten var olan tek şey bilimdir ve felsefeyi bilim formuna dönüştürmeliyiz” dediğinde, bunu bilimin içinden değil, nihayetinde felsefenin içinden bir yerden söyler. Dolayısıyla, pozitiviste uygun bir soruyla cevap verebiliriz: Hangi konumdan bu tür bir sürecin bilim olduğunu veya bilim olmadığını söyleyebilirsin? Eğer tüm bilgi bilimse, o zaman bilimin ne olduğu bilgisi de bilim olmalıdır. Dolayısıyla, pozitivist aslında bilimlerin biliminin varlığını onaylamaktadır. Ancak gerçekte bilimlerin bilimi diye bir şey mevcut değildir, varsa bile, felsefedir. Neden mi? Çünkü bir şeyi bilimlerin bilimi olarak onaylamak için, bilimin varlığını değil, bilimin gerçek varlığını ayırt etmemiz gerekir.

Matematik, biyoloji, fizik vb. bilimlerin var olduğunu biliyoruz, belki tarih, bilimsel tarih de olabilir, ancak tüm bunların bilimsel nitelikte olduğunu söylediğimizde, tüm bilimlerle ilgili bir şey söylüyoruz ve bu, herhangi bir bilim dalının kapsamadığı bir şeydir –bir bilim, neden bilim olduğunu açıklamaz. Mevcut bir bilimin bilim olduğunu söylediğimizde, bunu o bilimlerin varoluşunun keskin bakış açısından değil, varlıklarının bakış açısından söylüyoruz –sadece şunu söylüyoruz: Bunlar bilimdir. Var olan şey bilim değil, birçok bilim, birçok farklı bilimdir. Dolayısıyla, tüm bilimlerde ortak olan bir şey olduğunu söylediğimizde, tüm bunların bilimsel nitelikte olduğunu söylememizi sağlayan şey varoluş meselesi değil, tam anlamıyla varlık meselesidir. Anlıyorsunuz değil mi? Dolayısıyla, olmak ile var olmak arasındaki mesafe aslında pozitivist tarafından varsayılır. Ve olmak ile var olmak arasındaki mesafenin diyalektik bir nitelik taşıması durumunda, pozitivistin ileri sürdüğü, onayladığı hiçbir şeyi –konuştuğu pozisyon da dahil olmak üzere– analitik bakış açısına indirgemek imkansızdır. Bu nedenle pozitivizmde diyalektik bir unsur mevcuttur.

Bunları okudunuz mu?