“Atlıkarıncalar Dönüyordu!”

Varşova Gettosu Ayaklanması ve Gazze

Uykusunu böldükleri için Yahudi direnişçilere kızgın olan Katolik bir kadın şöyle diyordu: “Bütün gece makineli tüfek sesleri duyuyorum… Şu Yahudiler ne düşünüyor ki? Nasıl olsa ölecekler. En azından teslim olabilirlerdi.”
Okuma listesi
Editör:
Jacobin
Özgün Başlık:
The Warsaw Ghetto Uprising Wasn’t Always Celebrated
19 Nisan 2025

82 yıl önce bugün başlayan Varşova Gettosu Ayaklanması, bugün evrensel olarak Nazilere karşı verilmiş cesur bir Yahudi direnişi olarak anılıyor. Ancak o dönemde, birçok Polonyalı gettonun yanışını izliyor, hatta alkış tutuyordu. Bugün Gazze’de yaşananlarla o dönem yaşananlar arasındaki paralelliklerini görmezden gelmek zor.

1943’ün nisan ve mayıs ayları boyunca, Varşova Gettosu’nu çevreleyen duvarların dışında adeta bir kutlama havası hâkimdi. Çocuklar atlıkarıncaya biniyor, coşkulu kalabalıklar patlamaları izlemek ve tezahürat yapmak için bir araya geliyor, arkadaş grupları ise çatılara çıkarak bu “gösterileri” izliyordu. Seyircilerden biri, Varşova sokaklarını “bitmek bilmeyen bir geçit törenine” benzetiyordu.

Getto duvarlarının içinde ise kahkahalar ya da hayret nidaları değil, dehşet ve acı dolu çığlıklar yükseliyordu. Holokost’a karşı Yahudilerin önderliğinde yürütülen en büyük silahlı direniş olan Varşova Gettosu Ayaklanması, Nazi işgalcilerinin tüm kenti yerle bir etmesine yol açtı. Bir zamanlar 450.000 Yahudi’nin yaşadığı bu açık hava hapishanesi bir anda yeryüzünden silindi.

Bugün Varşova Gettosu Ayaklanması, Polonya’da ve dünyanın dört bir yanında cesur bir direniş eylemi olarak takdir edilse de yaşandığı dönemde durum bundan çok farklıydı. Varşova sokaklarında, Yahudi olmayan birçok Polonyalı, komşularının yanmasına seviniyordu.

Varşova Gettosu Ayaklanması’nın üzerinden seksen ikinci yıl geçmişken bugün başka bir halk yanıyor. İsrail’in sürdürdüğü soykırım Gazze’yi harap etmiş durumda; konutların yüzde 90’ından fazlası zarar gördü ya da yıkıldı, yaklaşık iki milyon Filistinli yerinden edildi ve yaklaşık on sekiz bini çocuk olmak üzere altmış binden fazla insan katledildi. İsraillilerin büyük kısmı, 1943 Varşova’sını dehşet verici şekilde anımsatan söylemlerle bu felakete destek verdiğini açıkça ifade ediyor.

Benim gibi Holokost’tan sağ kurtulanların torunları da dahil olmak üzere birçok Yahudi için, bu şiddetin “Yahudilerin güvenliği” gibi sahte bir gerekçeyle gerçekleştirilmesi acı verici. Bazıları, Varşova Gettosu Ayaklanması’ndan çıkarılan dersleri unutmuş görünüyor.

Ayaklanma

Nazi Almanyası Polonya’yı işgal ettikten yaklaşık bir yıl sonra, Ekim 1940’ta, Varşova’nın Yahudi bölgesinde bir getto kurdu ve Yahudileri Katolik Polonyalılardan ayırmak için on sekiz kilometrelik bir duvar inşa etti. Duvarların içinde Yahudiler, açlık sınırındaki kumanyalar, çöken sağlık altyapısı ve sefil yaşam koşullarıyla baş başa bırakıldı. 1940 ile 1942 yılları arasında, 83.000 kişi açlık ve hastalık nedeniyle hayatını kaybetti.

Temmuz 1942’de, Naziler soykırımı hızlandırarak üç ay içinde 265.000 Yahudiyi Varşova Gettosu’ndan Treblinka ölüm kampına sevk etti. Bu “tehcir”in toplu cinayet için bir kılıf olduğunu anlayan, çoğu sosyalist siyasi örgütlere mensup Yahudi militanlar, silahlı direnişi örgütlemek için Yahudi Mücadele Örgütü’nü (ŻOB) kurdu.

Fısıh Bayramı’ndan1Passover. Yahudi bayramı ve festivali. -çn. bir gün önce, 19 Nisan 1943’te başlayan ikinci dalga sürgünler, Varşova Gettosu Ayaklanması’nın fitilini ateşledi. Çoğu savaş eğitimi almamış yaklaşık 650 Yahudi direnişçi, tanklar ve ağır toplarla desteklenen 2.000’den fazla Nazi askerine karşı savunmaya geçti. Ayaklanmanın ilk gününde direnişçiler iki Nazi tankına molotof kokteyli yağdırarak birini imha etmeyi başardı. Gerilla taktikleriyle, hazırlıksız yakalanan Nazi birliklerine el bombaları ve tabancalarla saldıran isyancılar, daha sonra gizlendiklere yerlere çekildiler. Direniş, yirmi yedi gün sürdü.

Naziler, bu ayaklanmaya Varşova Gettosu’nu yerle bir ederek karşılık verdi. Direnişçilerin bir araya gelip mücadele yürütebileceği hiçbir yer kalmayana kadar binaları tek tek yıktılar. 16 Mayıs 1943’e gelindiğinde, Büyük Sinagog’un bombalanmasıyla Varşova’nın Yahudi bölgesindeki tüm binalar yok edilmiş ve esirlerin tamamı ölüm kamplarına sürülmüştü.

Bugün Varşova Holokost’a adanmış tabela ve anıtlarla doludur: Getto duvarından kalan bazı bölümler korunarak, bir zamanlar nerede durduğunu gösteren işaretlenmiş sınırlar; Polonyalı Yahudilerin bin yıllık tarihini anlatan POLIN Müzesi; direnişin komutanlarının düşmanın eline geçmeyi reddederek kendi canlarına kıydıkları yeri gösteren bir anıt mezar. Her ne kadar bugün Varşova’nın dört bir yanına dağılmış sayısız anıt bu direnişi yad ediyor olsa da direniş sırasında Polonya’nın verdiği tepki çok farklıydı.

Uğursuz Bir Gösteri

POLIN Müzesi’nde düzenlenen Etrafımızda Bir Ateş Denizi başlıklı sergide toplanan –çoğu getto dışında saklanan Polonyalı Yahudilere ait– birinci elden anlatılar, Yahudi olmayan Varşova halkının Nazilerin ayaklanmayı bastırmasına nasıl tepki verdiğine dair canlı bir tablo sunuyor. En azından kamusal alanda, Varşova Gettosu’nun yıkımı ya açıkça bir kayıtsızlıkla karşılandı ya da seyircilerin izlemekten keyif aldığı bir gösteri olarak görüldü.

Getto’nun yıkımına tanık olan Henryk Rudnicki şöyle yazar:

İlk dikkatimi çeken şey, insanlarla dolup taşan atlıkarıncalar oldu. Evet, atlıkarıncalar hemen yanı başlarında yanan apartmanlardan çıkan yoğun duman bulutları içinde dönmeye devam ediyordu. Sadece birkaç metre ötede insanlar diri diri yakılıyordu ama gösteri devam etmeliydi. Heyecandan deliye dönen kalabalık, yanan mahalleyi izlemek için şehrin dört bir yanından akın ediyordu.

Bu tutumun bir parçası da Yahudilerin çektiği acılara yönelik bir duyarsızlıktı. Varşova’da saklanan Yahudi bir kadın olan Aleksandra Sołowiejczyk-Guter, günlüğüne şöyle yazacaktı: “Büyük çoğunluk, gettodaki mücadeleye, sanki başka bir yarımkürede, uzak ve bilinmeyen bir kabilenin yaşadığı bir olaymış gibi kayıtsızdı.” Belki de bu sahte mesafe algısı, asıl hedefin kendileri olmamasından doğan bir rahatlamayla ilgilidir. Ancak bu sevinç havasını sadece duyarsızlıkla açıklamak yetersiz kalır. Sołowiejczyk-Guter ekler: “Ne yazık ki, şimdiye kadar Yahudilerin kurbanlık koyun gibi ölüme gönderilmesine öfkelenen bazı Polonyalılar, şimdi de Yahudilerin kendilerini savunmalarına öfke duyuyordu.”

Bu öfke, savaş öncesi Polonya toplumunda yer etmiş ve Katolik Kilisesi ve milliyetçiler tarafından sıklıkla dile getirilen anti-semitistik küçümseme şeklinde kendisini gösteriyordu.

Gettonun dışında, Yahudi olmayan biri kılığında hayatta kalmaya çalışan Polonyalı Yahudi Bluma Altmed, uykusunu böldüğü için Yahudi direnişçilere kızgın olan Katolik bir kadınla yaptığı konuşmayı anımsar: “Sürekli başım ağrıyor çünkü bu koşullarda uyuyamıyorum. Bütün gece makineli tüfek sesleri duyuyorum… Patlamalar ve silah sesleri hiç bitmiyor. Şu Yahudiler ne düşünüyor ki? Nasıl olsa ölecekler. En azından teslim olabilirlerdi.”

Sokaklar, tanıdık anti-semitistik söylemlerle doluydu. Varşova Gettosu’nda, Nazi işgali altındaki Polonya’da yaşanan olayları titizlikle bir belgeleyen gizli bir arşiv örgütü kuran Emanuel Ringleblum, “Küçük Yahudiler diri diri yanıyor ama Büyük Yahudiler Amerika’da iktidarda; savaş bittiğinde bizi yönetecekler” ve “Yahudiler kanımızı emiyor” gibi söylemleri belgelemişti. Yahudilerin tahtakurusu, haşarat, sıçan ve yamyamlara benzetilmesi ise, yaygın klişeler arasında öne çıkanlardı.

Elbette herkes bu kadar öfkeyle tepki vermedi. Yahudi olmayan birçok Polonyalı, kişisel olarak Getto’daki Yahudilerle empati kurduğunu ifade etmişti. Hatta bazı aileler, büyük risk alarak, Yahudilerin gettodan kaçmasına ve Varşova’nın Yahudi olmayan bölgelerinde saklanmasına yardım etmişti. Daha sonra, savaştan sağ çıkan Yahudiler ve Yahudi olmayan Polonyalılar, Nazilere karşı kent çapında bir ayaklanma başlatarak güçlerini birleştirdiler. Ancak Varşova Gettosu Ayaklanması sırasında, dayanışma ve merhamet çoğunlukla evlerin mahremiyetine sıkışmış durumdaydı. Sokaklarda ise gayri insanileştirme hakimdi.

Onlarca Yıllık “Gayri İnsanileştirilme”

İsrail Gazze’ye saldırmaya ve ayrım gözetmeksizin kadın, erkek ve çocukları öldürmeye  devam ediyor. Ancak İsrail kamuoyundaki kayıtsızlık ya da açık destek pek çok kişiyi dehşete düşürüyor. Ekim 2024’te yapılan bir anket, İsrailli Yahudilerin büyük bölümünün Gazze’deki savaşın sürdürülmesi gerektiğine inandığını ya da bu savaşa kayıtsız kaldığını gösteriyor. Savaşın sona ermesi gerektiğini düşünenlerin sadece yüzde 6’sı “can kaybının büyüklüğünü” temel gerekçe olarak gösteriyor; büyük bir çoğunluk ise Gazze’de tutulan yirmi dört İsrailli rehine için endişeli. Ayrıca, savaş suçlarına ilişkin çok sayıda belgeye ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail’in üst düzey liderleri hakkında tutuklama emri çıkarmasına rağmen, İsrailli Yahudilerin yüzde 83’ü İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) “savaş sırasında iyi ya da çok iyi düzeyde etik davranış” sergilediğine inanıyor.

Bu anket sonuçlarına yansıyan görüşler, İsrailli siyasetçiler, askerler, gazeteciler ve sıradan vatandaşlar tarafından dile getiriliyor. İsrail’in eski savunma bakanı Yoav Gallant –ki fazla ılımlı olduğu için görevden alınmıştı– Gazze’ye yönelik tam bir kuşatma ilan ederek İsrail’in “insanımsı hayvanlarla savaştığını” açıklamıştı. IDF askerleri sosyal medyada Gazze’nin yok edilmesini kutladıkları ve Filistinli esirlerle alay ettikleri videolar paylaşıyor. Kudüs merkezli Radio Kol-Chai programında gazetecilik yapan Avi Rabina attığı X gönderisinde, “Gazze’yi silin! Gazze’yi silin! Gazze’yi silin! Gazze’yi silin! Gazze’yi silin! Gazze’yi silin!” ifadesini paylaştı.  İngilizce yayın yapan en uzun soluklu İsrail podcastinin sunucusu Erytan Weinstein ise “Bana Gazze’yi silmek için bir düğme verseler, Gazze’de yaşayan her bir canlının yarın artık yaşamayacağını söyleseler, o düğmeye bir saniye düşünmem basarım” diyordu. Geleneksel Kudüs Günü yürüyüşünde kalabalıklar ise “Araplara ölüm! Köyleriniz yansın!” sloganları atıyordu.

Antisemitizmin Polonya toplumunda Holokost’tan önce de var olduğu gibi, Filistinlilere yönelik “gayri insanileştiren” bakış açısı da yeni bir olgu değildir. Aslında bu yaklaşım, İsrail’in kuruluşuna kadar uzanıyor. 1947-48 yıllarında Nakba sırasında, Siyonist liderler, kendi Filistinli düşmanlarını Nazilerle kıyaslayarak Holokost travmasını istismar ettiler. Bu şekilde, topraklarını savunan Filistinlilerin kötücül bir antisemitistik nefretle hareket ettiklerini, dolayısıyla etnik temizliğin meşru olduğu fikri aşılanmış oldu. Birçok kişi tarafından liberal bir İsrail kahramanı olarak görülen eski Başbakan Golda Meir, 1969’da “Filistinliler diye bir şey yoktur” demişti. 2014’te İsrail Gazze’yi bombalarken, İsrailliler bu manzarayı kutlamak için sınır kasabası Sderot’ta toplandı. Yerel halk ve Tel Aviv’den gelen ziyaretçiler sandalyelerini çekip bira tokuşturarak, Varşova’daki kutlamaların modern bir versiyonu olan, yanan Gazze manzarasında fotoğraf çektirdiler.

Tıpkı 1943’te Polonya’da olduğu gibi İsrail kamuoyunda da bu konudaki yaklaşımlar farklılık gösteriyor. İsrailli bazı vatandaşlar zorunlu askerliği reddederek hapis cezasına çarptırılabiliyor. Bazı aktivistler Batı Şeria’daki kanunsuz yerleşimleri protesto ediyor. Geçtiğimiz günlerde Tel Aviv’de düzenlenen yürüyüşlerde yüzlerce kişi acil ateşkes ilan edilmesini istedi. Bu eylemler küçümsenmemeli, ancak Filistinlilerin boyunduruk altına alınmasını ezici bir çoğunlukla destekleyen bir toplumu da temsil ettikleri söylenemez.

Elbette, bu davranışların altında yatan koşullar ile 1943’te Varşova’da yaşananlar birbirinden farklıdır. Öncelikle İsrail, Filistinlileri topraklarından eden on yıllar süren bir sömürge projesinin sonucudur, ancak Polonya’da buna denk bir sömürge geçmişi yoktur. Filistin’in bu sömürgeciliğe karşı direnişi zaman zaman İsraillilere yönelik şiddet eylemlerine yol açmıştır. Bu saldırıların en bilineni, 7 Ekim 2023’te Hamas militanlarının aralarında 736’sı İsrailli sivil olmak üzere toplam 1.181 kişinin öldürüldüğü olaydır. (En az on dört İsrailli de IDF’nin Hannibal Protokolünü uygulaması sonucu öldürülmüştür). Buna karşılık, Varşova Gettosu Ayaklanması sırasındaki Yahudi direnişi, çoğunlukla seyirci konumunda olan Katolik Polonyalılara karşı değil, doğrudan Alman askerlerine karşıydı. Polonyalılar da Nazi zulmünden payını almış; toplama kamplarına sürülmüş, acımasız bombardımanlara maruz kalmış ve birçoğu Alman işgal güçlerine karşı Yahudi direnişini desteklemiştir.

Bazıları, Filistinlilerin İsrail tarafından insanlıktan çıkarılmasının, meşru bir misilleme korkusundan kaynaklandığını ve bu nedenle Varşova 1943 ile karşılaştırılamayacağını ileri sürebilir. Yakılan gettonun dışındaki antisemitizmin, Yahudilerin Yahudi olmayan Polonyalılar için oluşturduğu herhangi bir tehditten ziyade, genellikle Siyon Liderlerinin Protokolleri’ni andıran komplo teorilerine dayandığı doğru. Fakat İsrailli siyasi liderler, tarihsel olarak yaptıkları gibi bugün de Filistinlilere karşı korku ve nefret üretmek amacıyla gerçekleri çarpıtıyor. İsrail’in 2018-19’da Gazze sınırındaki Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne verdiği yanıt da bunu gösteriyor, Filistinlilerin barışçıl protestoları bile İsrail’in yıkıcı şiddeti ve halkın gözünde şeytanlaştırılmasıyla karşılık buluyor.

Neyi Hatırlayacağız?

Varşova Gettosu Ayaklanması’na adanan anıtların, tarihin adalete doğru eğildiği idealize edilmiş bir anlatıyı temsil ettiğine inanmak cazip görünebilir. Ne var ki Polonya’nın resmî anlatısı ayaklanmayı cesur ve ilkeli bir direniş eylemi olarak yüceltirken, Polonya toplumunun Holokost vahşetindeki payını da göz ardı etmektedir. Bu anlatıda, “sonu gelmeyen geçit töreninin” yarattığı sevinç, gettodan kaçan Yahudilere şantaj yapan Polonyalılar ve Nazilerle doğrudan işbirliği yapanlar eksik kalıyor.

Polonyalı tarihçi Barbara Endelking, Polonyalıların ayaklanmaya dair ortak tutumlarını anlatan POLIN sergisinin küratörlüğünü yaptığında büyük bir tepkiyle karşılaştı. 2023 yılında, Varşova’daki Holokost anıtlarının denetiminden sorumlu kurum olan Polonya Ulusal Hafıza Enstitüsü, Endelking’in televizyonda Polonya-Yahudi ilişkileri üzerine yaptığı açıklamaları kınadığı açık bir mektup yayımladı. Bu açıklama, 2018 yılında Polonya Parlamentosu tarafından kabul edilen ve Polonya’nın Holokost’ta işlenen suçlara ortak olduğunu ileri süren söylemleri suç sayan yasanın ardından gelmiştir.

Anıtlar, geleceği şekillendirmek için vardır. Varşova Gettosu Ayaklanması’nın seksen ikinci yıldönümünde Gazze’de devam eden soykırım, dünyanın bu ayaklanmadan ders almadığını bir kez daha ortaya koyuyor. Acaba Gazze’de sular durulduğunda, biz neyi hatırlayacağız?

Notlar

(1) Passover. Yahudi bayramı ve festivali. -çn.

Bunları okudunuz mu?