“İnsanım, seni sana söylemek istiyorum.”

Cumartesi Anneleri’ne, sufle’ye, topik’e, Azra Erhat’a veya “kör noktaya itilmiş olanı gün ışığına çıkarmaya” dair, çünkü “hatırlamak çoğu kez acıdır…”
Okuma listesi

Kör Nokta filminin anlatısı, yazar ve yönetmeni Ayşe Polat’ın açıkladığı gibi, kör noktaya itilmiş olanı gün ışığına çıkarmakla ilgiliydi”.

Filminin itici gücü Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri buluşması önünden -oturma eylemini görerek- her geçtiğinde ona dokunanlar olmuştu. Kaldı ki çok yeni, 25 Ağustos 2018deki 700. hafta buluşmasında gözaltına alınan 46 kayıp yakını ve hak savunucusu “kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama” suçlamasıyla açılan davada aklandı.

Kayıp oğlunu anlatan Hatice belki onlardan birini temsil ediyordu. Almanya’dan köyüne çekim için gelen, sözleştiği ekibe çorbasından,  26 yıl önceden söz edecekti:

Soğuk karlı bir gündü. Ve ben çorbamı hazırlıyordum. Baran arkadaşı ile şehre indi. Gitti ve bir daha dönmedi, Hayatta olup olmadığını bilmemek beni öldürüyordu. Bir gün aklıma şu geldi: Aynı gün ve aynı saatte çorba yaparsam oğlum bana geri döner ve bu kâbus biter.

Bana en acı, hüzün veren, sıcak çorba tabağının yanına konduğu kaşık, ekmek ile sofranın, boş odanın gösterildiği sahne oldu. Bir ses, bir görüntü ve bekleyen anne. Bahçesinden topladığı otların rahiya ve tat verdiği çorbasını yapmaya devam ediyor,  kâbus bitmiyordu.

Bir başka tencerede pişen, tabağa konan ve dağıtılan ya da kör noktaya itilmiş olanı gün ışığına çıkarmakla ilgili” olan görüntü çorba değil, irmik helvasıydı.

2009 yılında çekilen bir kısa belgeseli izleme olanağı var.

Takuhi Tovmasyan’ın evinin ocağında annesiyle birlikte irmik helvası kavururken elem ve kırgınlık yüklü konuşmalarının yürek yaraladığı bir belgesel… Takuhi Ermeni dendiği zaman eşittir topik diye düşünülüyor, bu da beni rahatsız ediyor… Ermeni kültürü buraya indirgendi, oysaki o kadar daha farklı üzerinde konuşulacak düşünülecek konular var ki, ama bu olay içimi acıtıyor benim” diyordu.  Takuhi haklıydı, Google’da Ermeni mutfağının meşhur mezesi nedir?” yazarsanız “en bilineni topiktir” yanıtını alıyordunuz…

Bir bilgi de Agos Gazetesi yazarı Levon Bağış’tan gelir: “Eskiden genç kızların çeyizine işlenmiş, nakışlı topik bezleri konurmuş ve topik yapmasını bilmeyen kız kolay kolay evlenemezmiş.” Annesi araya girer: “…bu helvayı kaybettiklerimiz, onları, gidenlerin adlarını rahmetle anmak için yaparız.” Giden ve dönemeyenleri toprağa verildikleri gün değil, her ölüm yıldönümünde “hatırlamak” önemlidir. Örneğin annesi hiç tanımadığı -o doğmadan önce ölen- kız kardeşi Hayguhi anısına her yıl irmik helvası yapar.” Takuhi Tovmasyan’ın irmik helvası yaparken asla hatırlamaktan vazgeçmediği kişi ise Mardik Amcasıdır.

Anlattığı Mardik Amcanın buruk hikayesini irmik helvasının asla tatlandıramayacağı bir gerçekti…

Mardik Amcası büyükbabası Ghazaros’un ilk eşinden doğan oğludur. Ghazaros, genç eşi Sofik’in beklenmedik ölümüyle Garbis, Agavni ve Mardik adlı üç çocuğu ile baş başa kalacaktır. Denir ya, “sırılsıklam yalnız”, aynen böyle hissetmiştir:

İkinci kez evlenmek için İstanbul’da hangi kızı istemişlerse üç çocuklu dul bir adamla kimse evlenmek istememiş. Sonunda gelin adayını köylerinde yani Çorlu’da aramaya başlamışlar. Çorlulu, inatçılıklarıyla ünlü Sarmısaklıyan ailesinin kızı Takuhi’yi razı edip söz kesmişler. Taze gelin ancak telini duvağını çıkardığında öğreniş evlendiği adamın çocuklarının iki değil üç olduğunu. Meğer çocukların sayısında küçük bir iskonto yapmışlar. Takuhi Hanım, üç değil beş çocuk olsa yine de bakardım ama ben kandırdınız diye tutturup Mardik’i Çorlu’ya göndermiş…

1915 yılında Trakya’dan da Ermeniler sürgün edilir. Mardik de büyük olasılık Şam, Halep ve Der-Zora dek sürgün gidenler arasındadır. Sonrası, babasının aktardığıyla Mardikin ölümüne kendisinin neden olduğunu düşünen ve her tehcir kalıntıları geldi” haberinde Samatyadaki Surp Kevork Ermeni Kilisesi avlusuna koşan, içinde canlı sakladığı umudu yine yitirmiş dönen Takuhinin yaslı yıllarıyla geçecektir.

Takuhi, seksen yaşında kemik kanserinden gözlerini yumacaktır ama babası Ghazaros’a göre vicdan azabı onu hastalığından önce öldürmüştür.

Kemikleri kırıldığında o kadar acı çekmedi, yüreği kalbi daha çok kırıldı” demiştir.

Takuhi Tovmasyan kardığı irmik helvasını bitirirken “İşte bu hikâyeden dolayı her irmik helvası yaptığımda unutmadığım tek kişi Mardik Amcam ve unutmadıklarım arasında bir kişi de Hrant Dink… İnşallah bu liste hiç artmaz… Bir Mardik Amcam ve bir de Hrant kalır. Temennim bu” diyecektir.

“Çorba”, irmik helvası” acı göstergelerine, 2025 En İyi Uluslararası Film Oscar’ını kazanan Im Still Here/ Hâlâ Buradayımdan ailenin tatlısı sufle’yi” eklersem, umarım şaşırtıcı olmayacaktır.

Askeri diktatörlük döneminde gözaltına alınan ve öldürülen eski milletvekili, mühendis Rubens Paiva’yı oğul, bir dalış kazasının felçli bıraktığı Marcelo Rubens Paiva yazdığı hatıratında ve tabii ki asıl Fernanda Torres’in unutulmayacak oyunculuğunda somutlaşan annesi Eunice Paiva’nın gösterdiği inanılmaz direnç, savaşımı öne çıkartarak anlatır.

Marcelo’nun yazdığının yanı sıra, “Aileyi tanıyan, ergenlik çağında Paiva’ların çocuklarıyla arkadaşlık yapan” yönetmen Walter Salles’ın tanıklığı şöyledir: “Yaşadıklarına karşın giyim ve davranışıyla kendini bırakmayan, sufleleri asla tavaya yapışmayan bir kadın olan Eunice’nin; kocasının kaçırılmasından ve kendi korkunç, işkenceli günlerinden sonra, yaşadığı büyük kedere ve kocasının akıbetinin yetkililer tarafından acımasızca inkâr edilmesine rağmen, çocuklarını büyütme ve yeniden başlama konusundaki becerikliliği, bir hayatta kalma ve sessiz cesaret hikâyesinin omurgası olacaktır.”1Jessica Kiang, Sep 1, 2024, Variety

Rubens sivil silahlı askerlerce sözde ifadesini almak için götürülürken eşi Eunice soracaktır: – Bende onunla gidebilir miyim?

Görevli: – Kocan yakında eve gelir.”

Rubens’in yanıtı Sufle için döneceğim” olacaktır.

Rubens’in tutuklanış nedenini kızı Eliana ile gözaltına alınıp, hücre hapsine atıldığında kendisini sorgulayan görevliden öğrenir:

Eunice – Sorunuzu kızımı ve kocamı gördükten sonra cevaplayacağım.
Bize her şeyi anlattı. Size sadece teyit etmek düşüyor.
– Ne teyidi?
– 64’te devrime karşı komplo kurduğu için ülkeyi terk ettiğini.
– Rubens milletvekiliydi. Görevden alındı. Sürgüne gitmek zorunda kaldı. Geri döndüğünden bu yana siyasetle ilgilenmiyor.
– Neden hâlâ teröristlerle görüşüyor?
– Teröristlerle hiçbir ilgisi yok.
– Evinize girip çıkanları izliyorduk.
– Evimize misafir gelmesini severiz.
– Bu arkadaşlarınızdan herhangi biri burada mı? (Vesikalık-fişlenmiş yüzlerce kişinin fotoğrafının olduğu dosyayı uzatır.)

Günleri saymanın, yavaşlatmaktan başka bir işe yaramayacağın bilmesine karşın yine de duvarına çizikler kazıyan Eunice Paiva’nın hücre hapsinden çıktıktan sonraki eşinin kaybı- ölümünün resmi olarak tanınması için yürüttüğü savaşım uzun ve zorlu olacaktır. Kendisiyle konuşan gazeteciye “…Sözde işleyen bir adalet sistemine sahip bir ülkede biri evinize girip eşinizi bir aile babasını, bir mühendisi alıp hapse atar ve sonra da sadece ‘öldü’ diyebilir” diyecektir.

Gazeteci – Soruşturma kısa süre önce kapandı değil mi?

Eunice Paiva –Avukatım soruşturmanın yeniden açılması için başvuruda bulundu. Devletin kendi ajanları tarafından işlenen kanunsuz eylemleri örtbas etmek için tasarlanmış yalan haberlerden oluşun bir sistemle korunan bu davranışı kabul edilemez.”

25 yıl sonra ve yorulmaksızın sürdürdüğü adalet savaşımıyla Rubens’in diktatörlükçe öldürüldüğünü kabul ettirecek ve ölüm belgesini alacaktır.

– Bir ölüm belgesiyle rahatlamak tuhaf.”

Gazeteci – Kocanızın bıraktığı boşlukla nasıl başa çıktınız?

Eunice Paiva – Zorla kaybetmeler rejimin en acımasız eylemlerinden biriydi. Çünkü bir kişiyi öldürüyorsun ama diğerlerini sonsuz bir psikolojik işkenceye mahkûm ediyorsun.

Gazeteci – Demokrasiye dönüşten sonra hükümetin geçmişi düzeltmekten daha acil sorunları yok mu?

Eunice Paiva – Hayır…Bence ailelere tazminat ödemek ve en önemlisi diktatör döneminde işlenen suçları açıklığa kavuşturmak ve yargılamak gerekiyor. Bu olmazsa cezasız bir şekilde suç işlemeye devam edecekler.”

Eunice Paiva’nın eşi Rubens’in cesedini bulması olanaksızdı… İçlerinde Gazeteci Vladamir Herzog, öğrenci Stuart Angel de olan en az 200 kişinin cesedi hiçbir zaman bulunamamıştı.

Eunicenin Hatice Ana gibi aynı gün ve aynı saatte sufle” yaparsa eşinin geri döneceğini umut etmesi tabii ki aklına getireceği bir şey değildi.

Eunice Paiva, çocuklarına geleceği için çabaladı,  zorla kaybedilen eşinin izini aradı, faillerin cezalandırılmasını ısrarla talep etti.   48 yaşında Mackenzie Presbiteryen Üniversitesi Hukuk Fakültesinden diploma aldı ve siyasi baskı mağdurları, yerli haklarının önde gelen bir savunucusu oldu. Yerli halkların özerkliğini savunmak için Antropoloji ve Çevre Enstitüsü’nü (IAMA) kurdu. 1988 yılında, yeni anayasa hazırlayacak Kurucu Meclis’te yerli hakları konusunda danışmanlık yaptı. Ancak Rubens’i öldüren ve adları bilinen hiçbir askeri yetkiliyi işlediği suç nedeniyle mahkemeye çıkaramadı.

2014 yılında, artık alzheimer hastası olan Eunice Paiva’nın da yer aldığı Sao Paula’daki aile yemeğinde geleneksel tatlı ikramı “sufle” olacaktır. Ama kızlarının yaptığı sufle Eunice’nin eli değmediği için “çökmüş ve sonuç tam bir fiyasko” olmuştur. İstenilen gibi olmasa da sofrada yine de “sufle” vardır.

Bir an için 1970’lerdeki Eunice bana 12 Mart 1971 askeri darbe döneminde 56 yaşında tutuklanıp Maltepe Askeri Cezaevi’nde kalan Azra Erhat’ı hatırlattı. Aydın kıyımı sırasında Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Magdi Rufer ve Yaşar Kemal’in eşi Tilda da cezaevindeydi. Hangi birini öne almalı? Çevirmen (İlyada ve OdysseiaElektra, Küçük Prens bile yeter…), yazar, Mavi Anadoluculuk tezinin kurucu ve savunucusu, kısaca ‘çağının tanığı bir aydın. Kaldı ki, kendisinin ve belleğimizden çıkmaması için Cezaevi günlerini yeğeni Gülleylâ’ya öyküler anlatır gibi yazmıştı.2“Onu, mevcut düzeni bozmak için gizli örgüt kurmakla suçlarlar. 1947’de evlenip 1948’de boşandığı eşinin Macar olmasına ve 1965 yılında yaptığı bir telefon konuş-masının bant kayıtlarında yer alan “Biz Sabahattin ve Vedatlı bir trio’yuz,” ifadesine dayanırlar.” Hülya Soyşekerci, Bir Mavi Kadın: Azra Erhat, Oggito, 11 Mart 2020 Dört bölüm düşündüğü, tamamlayamadığı yaşamöyküsünün ikincisi Koğuştan Sevgiye” 12 Mart’ın tutuklanan diğer kadını, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşuna gönderilen, 65 gün de olsa sürgünlüğü yaşayan Sevgi Soysal’a belki kendi düşünce/duygu penceresinden bakmanın notları olacaktı.

Can dostu Suha Umur’a 6 Eylül 1982’de yaşamdan ayrılmadan önce, “sakın bu yazılar noter gibilerine tasdik ettirilmesin, gülerler” diyerek yazdırdığı vasiyetnamesi bir yaşamöyküsü özeti gibidir, tamamlarken cenazesine herkesin bir çiçekle gelmesini ister. Bir isteği daha vardır, evi boşaltılmadan, kırkıncı gün bir bayram yapılmasını ister. “‘Yiyecek içecek bol olsun, helvası da bulunsun.”

Hatırlamak çoğu kez acıdır… Yazının başlığı bu nedenle Azra Erhat sözü oldu:

“İnsanım, seni sana söylemek istiyorum. Sen kimsin?”

Notlar

(1) Jessica Kiang, Sep 1, 2024, Variety

(2) “Onu, mevcut düzeni bozmak için gizli örgüt kurmakla suçlarlar. 1947’de evlenip 1948’de boşandığı eşinin Macar olmasına ve 1965 yılında yaptığı bir telefon konuş-masının bant kayıtlarında yer alan “Biz Sabahattin ve Vedatlı bir trio’yuz,” ifadesine dayanırlar.” Hülya Soyşekerci, Bir Mavi Kadın: Azra Erhat, Oggito, 11 Mart 2020

Bunları okudunuz mu?