Faşizm ve Üniversiteler

Üniversiteler ya faşist politikalara karşı bir siper olarak durur ya da faşist politikacıların elindeki bir silahtır.
Okuma listesi
Çeviren:
Editör:
The Chronicle of Higher Education
Özgün Başlık:
Fascism and the University
2 Eylül 2018

Son yıllarda bir tür aşırı sağcı milliyetçilik Rusya, Macaristan, Polonya, Hindistan, Türkiye ve ABD gibi dünyanın birçok yerindeki ülkeyi pençesi altına almıştır. Bu olguyu genelleme işi her zaman can sıkıcıdır. Ancak faşist politikaların küresel çapta yeniden canlandığını gösteren örüntülerin ortaya çıktığı şu dönemde artık böyle bir genelleme yapmak elzemdir. Gittikçe, üniversitelere yapılan saldırılar ve politikalarıyla yaşanan uyuşmazlıklar bu olgunun bir semptomu haline gelmiştir.

Ben “faşizm” kelimesini, halk adına konuştuğunu iddia eden otoriter bir liderin temsil ettiği ülkede yaşanan -ister etnik ister dinî isterse kültürel olsun- herhangi bir aşırı milliyetçiliği tanımlamak için kullanacağım. Tıpkı Donald J. Trump’ın Temmuz 2016’da Ulusal Cumhuriyetçi Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “Ben sizim sesinizim” demesi gibi. Asıl ilgimi çeken ise bilhassa iktidara gelebilmek adına faşist politikaların bir mekanizma gibi kullanılması. Bu taktikleri kullananların iktidara gelmesinden sonra yürürlüğe giren rejimler büyük oranda belli tarihsel koşullarca belirlenir. Almanya’da olanlar İtalya’da yaşananlarla aynı değildi. Faşist politikalar illa da açık açık faşist bir devletin ortaya çıkmasına yol açmasalar da yine de tehlikelidirler.

Kampüsler neden önemli?

Dürüst politikalar akıllıca tartışmalara ihtiyaç duyar. Faşist politikaların en açık işaretlerinden biri de, bu yüzden, üniversitelere ve uzmanlıklara, -tartışmaları tahkim eden dizgelere, bilgi ve olguların kaynaklarına- yapılan saldırılardır. Farklı bakış açılarına gidilmediği, kişinin bilgisinin yetmediği yerde bir uzmana riayet etmediği ve gerçeği açık seçik ifade edecek zengin bir dil kullanılmadığı sürece akıllıca bir tartışma yürütmek imkânsızdır. Eğitimin altı oyulduğunda geriye sadece kaba güç ve kabile kimliği kalır.

Tabii bu, üniversitelerin faşist politikalar içerisinde hiçbir rol oynamadığı anlamına gelmez. Faşist ideolojide yalnızca tek bir görüş meşrudur. Üniversiteler de öğrencilere egemen kültürü ve onun hayalî geçmişini tanıtmak içindir. Bu yüzden eğitim ya faşizme karşı bir tehdit ya da hayalî bir ulusun en büyük destekçisi haline gelir. O yüzden kampüslerde gerçekleşen kültürel çatışmaların doğru bir politik arkaplanı gösterdiğine ve ulusal çapta dikkat çektiğine şaşırmamak lazım. Sonucu tehlikeli olabilir.

Neredeyse elli yıldır üniversiteler, adaletsizliğe ve otoriter genişlemeye karşı protestoların merkez noktalarındaydı. Misal, 1960’lardaki savaş karşıtı hareketteki şahsına münhasır yerleri. Konuşmanın bir hak olduğu yerde propagandacılar muhalefete doğrudan saldıramazlar, bunun yerine onu şiddet eğilimli ve baskıcı bir şeymiş gibi göstermek zorundalardır (Bu yüzden bir protesto bir “ayaklanmaya” dönüşür). 2015’teki Black Lives Matter hareketi üniversite kampüslerinde yayılmaya başladı. Michael Brown’un Ferguson, Mo.’da öldürülmesinin ardından bu hareketin kazandığı güce bakılırsa, ilkin Kolombiya’daki Missouri Üniversitesi kampüsünü etkilemiş olması gayet tabiidir. Missouri öğrenci hareketi, Missouri Üniversitesinde ırk ayrımının ortadan kaldırıldığı yılın ardından 1950’de Concerned Student adıyla bir araya geldi. Amaçları arasında siyah öğrencilerinin düzenli olarak karşılaştıkları ırkçı istismar olaylarına değinmenin yanı sıra, kültür ve medeniyeti yalnızca beyazların gözünden kurgulayan müfredatı değiştirmekti. Medya da büyük ölçüde bu motivasyonları göz ardı etmiş ve protesto eden siyahi öğrencileri öfkeli bir kalabalık olarak göstererek durumu üniversitenin sözde liberal aşırılıklarına karşı öfkeyi körüklemek için bir fırsat olarak kullandı.

Faşizm stratejileri

Faşist politikalar bağımsız muhalif sesleri barındıran kurumların itibarını zedelemeye çalışır. Tipik yöntemlerinden biri, kitleyi ikiyüzlülükle suçlamaktır. Bugün de sağ cenahın çağdaş söylemlerinden biri, üniversiteleri konuşma özgürlüğü meselesinde ikiyüzlü olmakla itham eder. Üniversitelerin konuşma özgürlüğünü en üste koyduklarını iddia edip sol görüşte olmayan sesleri bastırdığını söyler. Kampüslerdeki toplumsal hak arayışı hareketlerini eleştirenler, kendilerini protestonun kurbanlarına dönüştürecek etkili bir yöntem buldular. Protestocuların değil kendilerinin konuşma özgürlüklerinin inkâr edilmek istendiğini iddia ederler.

Bu suçlamalar aynı zamanda sınıflara kadar uzanmaktadır. David Horowitz 1980’lerden bu yana üniversiteleri hedef alan aşırı sağcı aktivistlerden biri. 2006’da yayımladığı The Professors kitabında, “Amerika’nın en tehlikeli 101 profesörü” ismiyle, çoğu Filistinlilerin haklarını destekleyen solcu ve liberal profesöründen oluşan bir liste yapmıştır. 2009’daki bir diğer kitabı One Party Classroom’da ise “Amerika’nın en tehlikeli 150 dersi” adlı bir liste yayımlar.

Faşist politikalarda üniversiteler kamusal söylemle değersizleştirilir ve meşru bilgi ve uzmanlık kaynağı olarak akademisyenler itibarsızlaştırılırlar.

Horowitz bu fikirlerini destekleyecek sayısız organizasyona imza attı. 1990’larda muhafazakâr Young America’s Foundation’a göre, “üniversite kampüslerdeki konuşma kodlarıyla mücadele eden imkân veren” Individual Rights Foundation’ı kurdu. 1992’de Southern Poverty Law Center’a göre, “Horowitz’in Amerika akademisindeki yerleşik Sol tarafından beyinleri yıkanmış gördüğü” üniversite öğrencilerini hedef alan aylık gazete Heterodoxy’i kurdu. Ayrıca 2003’te piyasaya sürüldüğünde Yüksek Öğretimde Adalet ve Kapsayıcılık Kampanyası adında kurulan Students for Academic Freedom’dan da sorumluydu. Students for Academic Freedom’ın hedefi, muhafazakâr görüşteki profesörleri işe almaya teşvik etmekti. Young America’s Foundation’a göre, bu teşvik, “Amerika akademi ve üniversitelerindeki entelektüel çeşitliliği ve akademik özgürlüğü” desteklemek için pazarlama amacıyla yapılan bir girişimdi.

Karşıt görüşler

Kimileri üniversitenin kendi çatısı altında tüm düşüncelerden insanları barındırması gerektiğini savunacaktır. Böyle bir argüman, (üniversitelerde bu düşüncelere zaten yer olmasa da) kendi düşüncemizde haklı çıkmanın devamlı olarak karşıt düşünceyle bir mücadele halini gerektirdiğini ileri sürer. Felsefe eğitimi veren herkesin bileceği gibi, karşıt pozisyonların yaptığı ikna edici savunmalarla karşı karşıya gelmek genellikle yararlıdır ve üniversiteler muhakkak ki politik yelpazede yer alan entelektüel ve sofistike taraflardan faydalanır. Yine de genel ilke açısından düşünüldüğünde bu, bilhassa akla yatkın değildir.

Özgür araştırma talepleri üzerine hiç kimse dünyanın düz olduğunu göstermeye çalışan fakültelere araştırmacı sağlamayı düşünmez. Aynı şekilde, ister sınıfta ister akademisyenler arasında olsun IŞİD ideolojisinin savunucularıyla yüzleşmek durumunda kalmadan bu ideolojiyi kesin ve doğru bir şekilde reddedebilirim. Antisemitik saçmalıkları doğru bir zeminden reddedebilmek adına Yahudilerin genetik açıdan açgözlülüğe yatkın olduğu düşüncesini savunan bir meslektaşa da ihtiyacım yok. Bu sesleri kampüse getirmenin bu tür zararlı ideolojilere karşıt argümanlara yardım edeceği düşüncesi ihtimal dahilinde bile değil. Daha çok, iletişim kopukluğuna ve bağırış çağırışlara yol açarak entelektüel tartışmaları baltalayacaktır.

Üniversitelerin tüm bakış açılarını anlayabilmek için entelektüel araçları sağlaması gerekir. Ancak bunu başarmanın en iyi yolu, akademik olarak alanında yetkin profesörleri işe almaktır. Akademik niteliği değerlendirmeye yönelik hiçbir yöntem tartışmalardan azade olmayacaktır. Fakat üniversiteleri her ideolojik konumdan kişileri işe almaya zorlayarak bu güçlükten kaçınmaya çalışmak bilhassa mantıksız ya da belki de sadece akademik standartların sözde bir “politik doğruculuk” salgınıyla ele geçirildiğine dair yaygın bir komplo teorisiyle gerekçelendirilen bir çözümdür. […]

Marksizm öcüsü

Klasik demagojik propaganda tarzında, kamusal aklı ve açık tartışmayı destekleyen kurumlara saldırma taktiği tam da bu ideallerin kisvesi altında meydana çıkar.

Üniversitelerin bünyesindeki faşist politikacılar, politik gördükleri profesörleri hedef alıp çoğunlukla onların tüm çalışma alanlarının aleyhinde konumlanırlar. Liberal demokratik devletlerde faşist hareketler varlığını devam ettirirken bazı akademik disiplinler ayrı tutulur. Örneğin toplumsal cinsiyet çalışmaları, dünyanın her yerindeki aşırı sağcı milliyetçi hareketlerce yerden yere vurulur. Bu alanda çalışan profesörler, milli geleneklere saygısızlıkla suçlanırlar.

Faşist eğitimin en önemli önceliği milliyettir ve milli kimlikle uyuşmayan alanlar genellikle faşist politikaların tipik öcüsü olarak “Marksist doktrin” denilerek saf dışı bırakılır. Marx’la veya Marksizmle hiçbir ilgisi olmayan bu ifade, temsil edilen düşünsel eşitliği marjinalleştirilmiş bakış açıları olarak dar bir alana hapsederek karalamak için kullanılır. Faşizm egemen görüşün biçim verdiği bir hiyerarşiyle ilgilidir, bu yüzden faşist hareketler sırasında egemen görüşlerin dışına taşan görüşleri araştırma konusu alan disiplinleri hedef alan şahsiyetlere verilen destek büyüktür (Toplumsal cinsiyet çalışmaları ya da ABD’de Afrika-Amerika çalışmaları veya Orta Doğu çalışmaları). Egemen görüş doğruyu “gerçek tarih”le karıştırır. Geleneksel anlamda egemen olmayan görüşlere alan açma girişimleri, geleneğe yönelik bir saldırı üzerinden panik yaratmakta kullanılır. İngiliz Dili bölümlerinin müfredatlarına Ngugi wa Thiong’o’yu dahil ederseniz bu Shakespeare’e yapılan bir saldırı olarak görülecektir.

Özellikle toplumsal cinsiyet çalışmalarına yönelik faşist muhalefet, faşizmin ataerkil ideolojisinden ortaya çıkar. Örneğin Nasyonal Sosyalizm, kadın hareketlerini ve genellikle feminizmi hedef alır; Nazilere göre feminizm Aryan kadınları arasındaki doğurganlığı yok etmek için gerçekleştirilen bir Yahudi komplosuydu. Üniversitelere yönelik faşist saldırılarda üniversiteler, kadın hareketinin ardındaki Nazilerin “Yahudi komplosu” rolünü üstlenirler.

Toplumsal cinsiyet ve faşizm

Faşist politikalara göre üniversiteler, erkekliği devirip geleneksel aileye zarar vermektedirler. Rusya’da Vladimir Putin bu meselede saldırıya geçerek üniversiteleri Batının sözümona feminist aşırılıklarına karşı yöneltilmiş ideolojik silahlara dönüştürdü. Masha Gessen 2017’de yayımladığı The Future Is History: How Totalitarianism Reclaimed Russia kitabında, Rusya’nın eşcinsel karşıtı, feminizm karşıtı üniversite gündeminin, o zamanlar “Michigan’daki aşırı muhafazakâr Hillsdale College’de tarih öğretmenliği yapan Allan C. Carlson’ın düzenlediği 1997 tarihli Prag’daki World Congress of Families adlı konferanstan nasıl ortaya çıktığını anlatır. Konferans büyük bir dinleyici kitlesi çekmişti. Gessen, “Katılım oranından hareketle organizatörler World Congress of Families’i eşcinsel hakları, kürtaj hakkı ve toplumsal cinsiyet çalışmalarına karşı mücadeleye adanmış kalıcı bir örgüte dönüştürler” diye yazar.

Konferanstan ilhamla yürütülen bir başka politik örnek olarak Rus hükümetinin St. Petersburg’daki European Üniversitesine liberal eğilimleri sebebiyle baskı uygulamasıydı; Rus yetkililer yıllarca burayı kapatmaya çalışmış, öğretim lisansının askıya alındığı 2016’da nihayet bunu başarmışlardı. Üniversiteye göre, Putin’in Birleşik Rusya Partisi’nden Rus Parlemento üyesi “Vitaly Milonoy’un yaptığı resmî şikâyet sebebiyle denetimler başlamıştı”. Rusya’nın eşcinsel karşıtı yasalarının bir kısmından da sorumlu olan Milonoy toplumsal cinsiyet çalışmalarının üniversitelerde öğretilmesinden endişe duyduğunu The Christian Monitor’a şöyle ifade etmişti: “Şahsen bunu iğrenç buluyorum, bir gerçekliği olmayan çalışmalar ve yasadışı olabilirler.”

Macaristan ve Polonya’daki toplumsal cinsiyet çalışmaları da politik tartışmaların odak noktası olmuş, üniversiteleri liberal doktrinin kalesi göstermeye çalışan siyasi liderlerin öfkesini çekmiştir. Central European Üniversitesinde toplumsal cinsiyet çalışmaları profesörü olan Andrea Peto’nun “Report From the Trenches: The Debate Around Teaching Gender Studies in Hungary” çalışmasında aktardığı üzere, Macaristan İnsan Kaynakları Bakanlığı müsteşarı Bence Rétvari toplumsal cinsiyet çalışmalarını Marksizm-Leninizmle (tekrardan söylersek faşist rejimin öcüsü) kıyaslamıştı.

Toplumsal cinsiyet çalışmalarına saldırmak ABD’deki aşırı sağ kanadın da en belirgin taktiklerindendir. 2010 yılında Kuzey Carolina eyalet meclisi, Tea Parti hareketine bağlı Cumhuriyetçiler tarafından devralındı. Cumhuriyetçi vali Pat McCrory’yle birlikte Chapel Hill’deki North Carolina Üniversitesi’nin peşine düştüler. Üniversitenin yeni atanan yönetim kurulu, hayranlık duyulan ileri görüşlü başkan Tom Ross’u görevden aldı. Vali McCrory’nin bir röportajda söylediği üzere, kamu üniversiteleri “toplumsal cinsiyet çalışmaları ya da Swahili” (Swahili anadil ya da ikinci dil olmak üzere 140 milyon insan tarafından konuşulmaktadır) dersleri vermemeliydi. Ardından da “Toplumsal cinsiyet dersi almak istiyorsanız, özel okula gidin” diye ekledi.

Faşist ideolojide eğitim sisteminin işlevi uydurma geçmişi yüceltmek ve bu geçmişe ait olmayan görüş ve tarihleri gizlemektir. Bazen bilinçli olarak müfredatı “sömürgecilikten arındırma” adıyla ilerleyen bir süreçte, göz ardı edilen görüşler dahil edilerek böylece öğrencilerin tarihin aktörlerini her yönüyle görebilmeleri sağlanır. Faşizmle mücadele ederken müfredatı bu şekilde düzenlemek “politik doğruculuk” olmaz. Faşist mite karşı korunmanın temel bir yoludur. […]

Üniversiteler ya faşist politikalara karşı bir siper olarak durur ya da faşist politikacıların elindeki bir silahtır.

Macaristan, Türkiye…

Zaman içerisinde faşizm yükselirken, üniversitelerin milliyetçi veya gelenekselci ideallere daha fazla sempati besleyen profesörlerle doldurulması çağrısında bulunan kişiler de arttı. Macaristan’da olan da bunun klasik bir örneğidir. Viktor Orban iktidara geldiğinde üniversiteleri liberal doktrinin yuvaları olmakla kınadı. Central European Üniversitesi, Macaristan devletinden bağımsızlığını koruyan, Macaristan’ın en iyi üniversitesidir. Orban bu üniversiteyi yerel Macar okullarını yerinden etmeye çalışan ve göç yanlısı duyarlılık gibi liberal evrenselci değerleri yayan yabancı bir kurum olarak gösterir. Nisan 2017’de Macaristan parlamentosu, bu üniversitenin Amerikan üniversite gibi faaliyet gösterme ehliyetini elinden almayı ve milli güvenlik nedenleriyle öğretim üyeleri ve öğrencilerinin hareketlerini düzenlemeyi hedefleyen göçmen karşıtı bir yasa tasarısı ekledi.

Benzer şekilde dünya çapında müfredatı milliyetçi ülkülere göre şekillendirme çabaları devam etmektedir. Bu ülkelere Türkiye de dahildir. Recep Tayyip Erdoğan’a karşı 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin hemen ardından yaptığı ilk icraatlardan biri, demokrasi yanlısı ve sol görüşlü olduğu şüphesiyle 5.000’den fazla dekan ve akademisyen görevlerinden ihraç edildiler. Hapse atılan birçok isim de oldu. Voice of America’yla yaptığı bir röportajda, İstanbul’daki Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki görevinden ihraç edilen siyaset bilimci akademisyen İsmet Akça, “Tasfiye edilen bu insanlar sadece demokratik sol insanlar değil, aynı zamanda çok iyi bilim insanları ve iyi akademisyenlerdir. Hükümet onları tasfiye ederek yüksek öğrenim fikrine, bu ülkedeki üniversitelerin fikirlerine de saldırmaktadır” der.

Faşizm ve medya

Geniş bir yelpazeye sahip bir müfredatın daraltılmış müfredatla değiştirilmesi bilgi ve uzmanlıktan feragat etmektir. Rush Limbaugh radyo programında bunu açıkça dile getirerek, “aldatmanın dört çeperi olarak hükümet, akademi, bilim ve medyayı” kınadı. “Bu kurumlar artık yozlaşmış durumda ve ancak aldatmayla var olabiliyorlar. Kendilerini bu şekilde kamuya duyuruyor, bu şekilde güçleniyorlar” demiştir. Limbaugh faşist politikaların uzmanlıkları nasıl hedef aldığını, onlarla nasıl alay ettiğini ve onları nasıl değersizleştirdiğini mükemmel bir örnekle anlatır. Özgürlükçü bir demokraside, siyasi liderlerin, temsil ettikleri kişiler yanında siyasetin gerçeklik taleplerini en doğru şekilde açıklayan uzmanlar ve bilim insanlarıyla istişare etmeleri beklenir.

Bunun yerine faşist siyasetçiler üniversiteleri, siyaseti belirleyip şekillendirmekten ziyade önceden tasarlanmış mesajların altını doldurmaya çağırırlar. Şu anda dünya çapında sağcı hareketin “Marksizmi” ve “feminizmi” yaydıkları ve aşırı sağcı değerlere merkezî bir konum vermedikleri için üniversitelere saldırdığını görüyoruz. Dünyanın en nitelikli üniversitelerinin yurdu ABD’de bile üniversitelere yönelik Orta Doğu tarzı saldırılarda bulunulduğunu görüyoruz. Öğrenci protestoları basında asi kitlelerin çıkardığı ayaklanmalar, toplumsal düzeni bozacak tehditler olarak yorumlanır. Faşist politikalarda üniversiteler kamusal söylemle değersizleştirilir, meşru bilgi ve uzmanlık kaynağı olarak akademisyenler itibarsızlaştırılarak bilimsel araştırma karşısına solcu ideolojiyi yayan radikaller olarak çıkarılırlar. Yüksek öğrenim kurumlarını değersizleştirip ortak kelime dağarcığımızı zayıflatarak ideolojik çatışmayı azaltan faşist politikalar böylece gerçekliği gizler.

Tarih, merkezî hükümetin şu anda ABD’de şahit olduğumuz türden üniversiteleri hedef almaların, yaklaşan otoriteryanizmin bir işareti olduğunu bize gösterir. Tarihin öğrettiği şeyi, yani canlı, sağlam ve bağımsız bir üniversite sistemini otoriteryanizme karşı bir siper olarak muhafaza etmek niyetindeysek, bu işaretleri gerçekten ciddiye almamız gerekir.

Bunları okudunuz mu?