Demo v1.0

21 Kasım 2024, Perşembe

Beta v1.0

Umutsuzluk Çağında Özgürleştirici Bir Pratik Olarak Kamusal Felsefe

Kamusal felsefenin hangi biçimleri aldığı ve bunların nerelerde pratiğe döküldüğü her birimiz ve hepimiz için tekrar ve tekrar hayal edilmeye açık. Altını çizmek istediğim nokta, pratiğe dökülen felsefi ruhun önemidir.
Çeviren:
Cemre Su Kavalalı
Kaynak:
The Philosopher

Umutsuzluk çağında yaşıyoruz. Kurduğumuz ve içinde yaşadığımız toplumsal sistemler bizi hayal kırıklığına uğratıyor. En iyi ihtimalle anlamsız bir çalışmaya, en kötü ihtimalle başkalarının elinde acı çekmeye ve baskı altında yaşamaya mahkum ediyor bizi. Aynı zamanda, toplumsal sistemlerimizin dayandığı ve iç içe olduğu dünya sistemlerini de yok ediyoruz. İnsani ve insan ötesi yaşama dair ne varsa topyekun yok ediliyor.

Sadece dünyayı yakıp insani varoluşu zayıflatmıyoruz; umutsuzluğun asıl sebebi, değişim ihtimalinin zayıf oluşunda. Bu tahribatın kaynağı olan kapitalizm, patriyarka, ırkçılık ve sömürücü neokoloniyalizm gibi küresel toplumsal sistemler, geleceği kuşatmış durumda. Bu sistemler içimizdeki, soruna doğru bir biçimde yanıt vermek bir yana, onu görmemizi dahi zorlaştıran insani eğilimleri besliyor:

  • bizi yaptıklarımıza karşı kör kılan bencil bir özsevgi,
  • alternatifleri düşünmeye kapalı bir zihin,
  • dünyadan “değer” elde etmeye1Burada yazar “extract” sözcüğünü kullanıyor. Extract sözcüğü isim halinde öz, ruh, esas gibi anlamlar taşırken fiil halinde elde etme, kazanma anlamlarının yanı sıra maden kazma anlamını da içerir. Bu sebeple yazarın burada dünyadan değer elde etmekten kastının toplumsal ilişkiler yoluyla insanların edindiği soyut değerin yanı sıra doğal kaynakların ele geçirilmesiyle kazanılan somut değer olduğu, bu ikili anlamın bir sözcük oyunu aracılığıyla gerçekleştirildiği söylenebilir. -çn. bir bağımlılık,
  • başkalarına ve kendimize dair bir tür kayıtsızlık,
  • başkalarına hükmetme ve onlara üstün olmaya yönelik bir arzu.

Kendimizle ve dünyayla bu ilişkilenme biçimi, bizi yıkıma sürükleyen güçler karşısında bizi neredeyse dirençsiz kılıyor.

Umutsuzluğun öznel-nesnel veçheleri

Umutsuzluğun hem öznel hem de nesnel yönleri var. Felsefe geleneksel olarak öznel yönünü ele alsa da nesnel yönü de ele alınabilir. Öznel olarak umutsuzluk, ihtimallerin daralması ve gelecekte iyi bir yaşam sürmeye dair hayal kurma yetimizin kaybı olarak ortaya çıkar. Yaptıklarımız anlamını yitiriverir, öyle ya, yaşanabilir bir gelecek yoksa bugünün nasıl bir anlamı olabilir ki?

Ufkumuzun böylesine kapanışı tanıdık bir his gibi gelebilir. Derin yas ya da ağır depresyon deneyiminin bir parçası olan anlam ve imkan kaybını düşünün. Eylemler ve yerler daha önce partneriyle beraber yaşanmış ve deneyimlenmişken anlam dolu iken, hayatını birlikte inşa ettiği partnerini kaybeden biri, kayıp sonrasında tüm bunların anlamsızlaştığını, hatta korkunçlaştığını hissedebilir. “Biz” bir zamanlar bu patikadan yürüdük, bu şarkıları dinledik, bu masada yemek yedik. Şimdi “biz” diye bir şey yok. O patikada yürümek artık hayal dahi edilemez; bir zamanlar hareketli olan o şarkı artık düz notalardan, yemekse sade bir katıktan ibaret.

Ağır depresyon yaşayan insanlar, geleceğin ne getireceğini hayal edememekten ve şimdi ile gelecek arasında bağ kuramamaktan söz eder. Psikolog David Karp, Speaking of Sadness (Mutsuzluktan Konuşmak) eserinde bir danışanının şu sözlerini aktarır: “Dünyaya bakıyorsunuz, yapabileceğiniz şeylerin çeşitliliğine bakıyorsunuz, ama bunların hepsi size tamamen anlamsız geliyor. Sanki bir solucanmışsınız gibi, hiçbiri sizin için bir anlam ifade etmiyor.” Ağır depresyon deneyimi hayal edilebilir bir geleceğin yokluğundan kaynaklanan bir tür umutsuzluğu da beraberinde getiriyor.

Karşı karşıya olduğumuz yaygın umutsuzluk durumu, sadece öznel bir deneyim değil, daha önce de belirttiğim gibi nesnel koşullarda temelleniyor. Yarattığımız ve içinde sıkışıp kaldığımız sistemler hem insan yaşamı hem de onu destekleyen ekolojik sistemler için varoluşsal bir tehdit teşkil ediyor. Yine bu sistemler sebep oldukları tehditlerle başa çıkmayı neredeyse imkansız hale getiriyor. Öyle görünüyor ki, sınırlar çekme ve değiştirme yetimizin ötesinde bir makine yaratmışız. Sürdürülebilir bir geleceğin olmamasının yanı sıra, bu gerçeği değiştirebileceğimiz bir yol da yok gibi görünüyor. Bundan ötürü hissettiğimiz güçsüzlük de oldukça gerçek. Dolayısıyla umutsuz zamanlarda yaşamak sadece öznel olarak umutsuz hissetmek anlamına gelmez, bu duygu, olayların gerçekten nasıl olduğunu yansıtır. Yarattığımız ve insan yaşamını tehdit eden toplumsal sistemler bizi aşıyor. Halihazırda inşa ettiğimiz şeyi iyileştirmekten aciz görünüyoruz.

Felsefenin tesellisi

Felsefe, çeşitli şekillerde, geleneksel olarak umutsuzlukla başa çıkmanın bir aracı olmuştur. Bir felsefi teselli türü, örneğin Romalı Senatör Boethius’un De Consolatione Philosophiae’ında, Felsefenin Tesellisi’nde şekillenmiştir. (Alain de Botton daha yakın zamanda “Yeterince Paranın Olmaması” ve “Popüler Olmama” gibi gündelik sorunlarla okurlarına yardımcı olmayı amaçlayan Felsefenin Tesellisi eserini kaleme almıştır.)

Teselli türü uygulayıcısını daha yüksek bir varoluş konumuna getiren bir felsefe pratiği aracılığıyla insanların umutsuzlukla başa çıkmalarına yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu felsefi anlayış bazı önemli fikirler barındırır. Teselli-olarak-felsefe sadece bir teori değil, aynı zamanda kendini dönüştürerek daha yetkin ve daha etkin bir hale getiren bir pratiktir. Pratik kendini şekillendirirken sadece teselli bulma gibi dışsal bir amaca ulaşmayı hedeflemez, özdeğerini içkin bir biçimde korur.

Yine de teselli, umutsuzluğun yalnızca öznel yönüyle ilgilenir. Altında yatan nesnel durumlara değinmez. Teselli-olarak-felsefenin pek çoklarına büyük yardımı olabileceği inkar etmiyorum. Ancak yalnızca politik eylem, ki bundan kastım diğerleriyle birlikte gerçekleştirilen kolektif eylem, umutsuzluğun nesnel durumları ile başa çıkmamıza yardımcı olacaktır. Bizim yalnızca başa çıkma araçlarına değil, toplumsal değişim araçlarına da ihtiyacımız var.

İmkansızın tahayyülü olarak felsefe

Burada düşünceyi eyleme, anlamayı değişime bağlayan felsefe geleneklerinden ilham alabiliriz. Siyahi radikal gelenek bu geleneklerden biridir. bell hooks,2Asıl adı Gloria Jean Watkins (1952-2021) olan teorisyen ve yazar. Eserlerini bell hooks ismiyle imzalar. Bu ismin ilk harflerini özellikle küçük harfler kullanarak yazan Watkins, yazdığı metinlerin arkasındaki ismin ön plana çıkmasına karşı çıkarak metinleri içerisindeki argümanlara dikkat çekmek amacıyla ismini bu şekilde yazdığını belirtir. Biz de burada yazarın bu talebini duyarak isminin bu şekilde belirtilmesine sadık kaldık. -çn. Sınırları Aşmayı Öğretmek: Özgürlük Pratiği Olarak Eğitim eserinde, teoriyi özgürleştirici bir pratik olarak kavrar. şöyle yazar:

Teoriye, acı çektiğim için geldim – içimdeki acı öylesine yoğundu ki yaşamaya devam edemiyordum. Teoriye, çaresiz bir şekilde, etrafımda ve içimde olan biteni anlamak için geldim. En önemlisi de, acının geçip gitmesini istedim. Teoriyi şifalanacağım yer olarak gördüm.

Özgürleştirici bir pratik olarak teori, hooks için, insanların karşılaştığı gerçek sorunlara bağlı bir teori yapma biçimidir. Teselli ile başlayan bir teori biçimi, insanların şeyleri farklı bir biçimde görmelerine yardımcı olabilir. Ancak aynı zamanda, tesellinin ötesine geçerek, insanlara şeyleri farklı yapmalarına ve bu farklılığın genişleyip yayılmasına yardımcı olur. hooks, teoriyi, “bir müdahale olarak mevcut halin sorgulanması” olarak kavrar.

Vincent Lloyd3“Philosophy Born of Struggle”, The Philosopher 1923, 111(1). mücadeleden doğan bir felsefe geleneğine katılarak bunu açıklar. Lloyd için mücadeleden doğan felsefe “sonsuz önemi olan geleneksel felsefenin sorularını mücadele deneyimi aracılığıyla yönlendirir.”  Bu, “kendini baskıya karşı sosyal hareketlere bağlı kılarak” yapılır. Böyle bir felsefe “kavramları protesto, örgütlenme ve yeni ve imkansız bir dünyayı hayal etme diliyle sınar”.

Hem hooks hem de Lloyd için, ikisinin de bir parçası olduğu siyahi radikal gelenekte olduğu gibi, değişmeyen bir dünyada umutsuzluğa karşı tesellinin yanı sıra, umutsuzluğun dünyevi koşullarını değiştirmeye yönelik bir rolü de vardır felsefenin. Teselli türü, aslında özel bir alana hitap eder, çünkü hedeflediği değişim ruha içkindir. Ancak hooks ve Lloyd için bir özgürleşme pratiği olarak mücadeleden doğan felsefe özü itibarıyla kamusaldır. Mücadele eden bir toplumdan doğması yönüyle kamusaldır. Kamusaldır, çünkü bir toplum yaratır ve bu toplum şeyleri ve olayları farklı görür, mevcut hali sorgular ve yeni, imkansız bir dünyayı hayal eder.

Akademik felsefe v. kamusal felsefe

Böylelikle felsefe, teselliden fazlasını yapabilir. Eylem ve değişim olanaklarını açığa çıkarıp yaratabilir. Bu olanakların açığa çıkarabilmesi ise onun kamuya açıklığına bağlıdır. hooks’un bu sözleri öğretme ve bilinçlendirme üzerine bir çalışmasında yazması ve Lloyd’un sesini toplumsal hareketlerle ilişkilendirerek konumlandırması tesadüf değildir. Hem bilinçlendirme (sınıfta veya başka bir yerde) hem de örgütlenme, kamusal, ortak ve başkalarıyla birlikte yapılan etkinliklerdir. Bunlar, kamusal felsefenin biçimleridir.

Bu türden felsefenin kamusallığı “kamusal felsefe” ifadesinin diğer anlamlarından farklıdır.

Bu ifadenin çağdaş bir anlamı, “akademik felsefe” ile karşıt olarak kullanılır. “Kamusal felsefe”, akademik filozofların felsefi bilgilerini kitlelere “vermek” amacıyla fildişi kulelerinden inmeye lütfettikleri durumu ifade eder. “Akademik” felsefede bilgi yaratımı önceliklidir. Bilgi önce yaratılır, daha sonra kamuya açılır. “Kamusal felsefe”nin bu biçimi halka açık derslerde filozofun sahnedeki bilge rolüne gömülüdür.

Özgürleştirici bir pratik olarak felsefe ise aksine mücadeleden doğar. Akademide başlamaz, sokaklarda, hapishanelerde, agoralarda ve işyerlerinde, insanların değişim için bir araya gelme imkanı olan her yerde başlar. Bu, eyleme bağlı bilginin yaratılmasının biçimidi ve daha doğrudan bir eylem yaratma biçimidir. Bu tür bir “kamusal felsefe” tartışma gruplarına, belediye toplantılarına, sendika toplantılarına, protesto ve mitinglere, aramızdaki konuşmalara kök salmıştır. Feminist filozoflar, bilinçlendirme gruplarını hem özbilinç hem de kolektif eylem biçimleri üzerinden tanımlamışlardır. Black Lives Matter hareketi,4Black Lives Matter hareketi, 2012’de Amerika’da öldürülen siyahi bir gencin ardından yapılan ırkçılık karşıtı pek çok hareketin sosyal medyada #blacklivesmatter etiketi aracılığıyla yaygınlaşması ile bu ismi almıştır. 2013’ten itibaren başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyanın pek çok yerinde etkinliğini sürdürmektedir. Türkçeye Siyahilerin Yaşamı Önemlidir biçiminde çevrilebilir. -çn. Deva R. Woodly’nin son kitabı Reckoning’de (Değerlendirme) savunduğu gibi, “radikal siyahi feminist pragmatizmi”ni kapsar. Pratik, teorinin bir biçimidir.

Bu şekilde yapılan felsefe de kolektiftir. Kişiyi başkalarıyla ilişkilendiren bir etkinliktir. Bir kamu oluşturur ve bunu sürdürür. İnsanların yaşadıkları baskının koşullarını anlamak için bir araya gelip birlikte bunu değiştirmek için çalışmalarını içeren bir pratiktir. Bu anlamda felsefe ister fenomenlere yeni adlar olarak ister düşünme araçları olarak “kavramlar” sağlamaktan daha fazlasını yapar; ancak bunu en azından kısmen yapar ve yapması gerekir. Katılımcılar arasında dayanışmayı, bağlantıyı ve ilgiyi teşvik eder. Felsefi etkinlik, sadece “bilgi” gibi bir son ürün elde etme aracı değil, kendini şekillendiren bir etkinliktir. (Bu, teselli felsefesinin doğru yaptığı bir şeydir.) Demem o ki: Özgürleştirici bir pratik olarak felsefe, bir umut pratiğini bünyesinde barındırır.

Başkalarına duyulan umut

Umut pratiği derken kastettiğim ne? Diğer insanlara dair bir umudu kastediyorum. Bu anlamda kamusal felsefe, başkalarından umut bulmanın bir yoludur. Bu ise “birlikte dünyayı değiştirebileceğimiz inancı”ndaki gibi bir inanç değil, kendimizi başkalarıyla birlikte bir kolektif içerisinde şekillendirerek dünyayı değiştirebilecek hale getirme pratiğidir. Kolektif eylem, kolektif anlayış ve kolektif güç için koşulları inşa etmeye dair bir dayanışma ve umursama pratiğidir.

Diğer insanlara dair duyulan bu umut, umudun diğer biçimlerinden iki yönden ayrılmalıdır. İlk olarak bu umut, herhangi bir ortak gelecek vizyonuna dayanmaz. Genellikle umudun arzulanan ama gelecekte belirsiz bir amaca yönelik olduğunu düşünürüz. Bir gün bir eve sahip olabilmeyi umarım. Bir gün iyi bir yaşamım olmasını umarım. Dünyanın yanmamasını umarım. Bunlar ütopik ve ideal görünen, güzel ama ulaşılmaz umutlardır (Bir eve sahip olamayacağımı biliyorum.)

Lauren Berlant, “zalim iyimserlik” ifadesini ortaya atmıştı. Berlant’a göre umudun bu biçimleri de sorunun bir parçasıdır. Yapısal adaletsizlik sistemleri bu yolla kendini yeniden üretir. Enerjimizi yapısal dönüşümlerden ulaşılması imkansız bireysel “başarı” biçimlerine yönlendirir. Ancak Berlant kadar ileri gitmek gerekmez. Geleceğe yönelik umut biçimleri de, imkansızlıkları sebebiyle acımasız olsalar da, ilham vermeleri ve eleştirel ideal olmalarıyla değerli olabilir. (Martin Luther King Jr., dediği gibi “sonlu hayal kırıklarını kabul etmeli ama sonsuz umudumuzu asla kaybetmemeliyiz.”)

Vurgulamak istediğim nokta başka. Bu umutların, değerli olsalar bile, kişinin iyi dilekler düşlemesi ya da kendi arzularını yerine getirmek amacıyla yeni nesil girişimlerde bulunması dışında nasıl bir pratik oluşturabilecekleri açık değildir. Aksine, diğer insanlara dair duyulan umut, öncelikle geleceğe yönelik değildir. Şimdiye yöneliktir. Kendimizi başkalarıyla birlikte şimdi ve burada şekillendiririz. Umutlarımızı,  gelecek için hayal ettiğimiz şeylerde değil, mevcut durumda başkalarıyla birlikte yapabileceklerimize saklarız.

İkinci olarak, bu umudun nesnesi dünya değil, diğer insanlardır. Belirli bir dünyasal duruma ulaşmayı değil, mevcut dar görüşlülük ve kişisel çıkarlarımızın ötesinde, başkalarının söyleyebilecekleri ve yapabileceklerine açık olmayı amaçlarız. Hannah Arendt, insanlık durumunun doğurganlıkla –yaratma gücü, yeni bir şey doğurma ile– tanımlandığını yazdı. Başkalarına duyulan umut; bize tasma takan, bizi kısıtlayan sistemler ve yapılara karşı, insani eylemin gücünün tanınmasıdır. Dünya durumu belirli olasılıkları hayal edilemez hale getirdiğinde, başkalarına duyulan umut başkalarıyla birlikte yeniden hayaller kurmamıza imkan sağlar.

Başkalarına duyulan umut hiçbir şeyi garanti etmez. Edemez, çünkü bir sonucu garanti etmek gelecekte bir hedefi amaçlamak ve bu hedefe ulaşmak için gerekenleri başarılı bir şekilde öngörmek demektir. Başkalarına duyulan umutsa belirli bir gelecek hedefini amaçlayamaz. Ve başkalarına tahmin etme modunda davranmak, onları yeni şeyler söyleme ve yapma yeteneğine sahip kimseler olarak görmek anlamına gelmez. Şayet umutsuzluk geleceği hayal etmenin imkansızlığını içeriyorsa, başkalarına duyulan umut bu imkansızlığı atlayarak şimdiki zamana, bu zamanda bizimle birlikte bulunanların yeteneklerine odaklanır. Toplum içinde felsefe yapmanın dikkat edilmesi gereken önemli bir noktası Michel de Montaigne’in de belirttiği gibi “sanki bir huniye su döker gibi öğrencinin kulağına çığıran” bir otorite olarak değil, başkalarıyla birlikte, başkalarının söyledikleriyle sürekli olarak şaşırmayı içermesidir. Bir senaryo yoktur. Birbirimizden öğreniriz, ve birlikte, şu anda, yeni bir şey yaratırız.

Sonsöz

Bu yazı, bir bakıma, kamusal felsefenin geleceği hakkında değildir. Çünkü, hepimizin bildiği gibi (en azından kendimize dürüst olacaksak) kamusal felsefenin bir geleceği olması ihtimali pek yüksek değil, zira bizim de bir geleceğimiz olacakmış gibi görünmüyor. Bu yazı, bu geleceksizlik karşısında kamusal felsefenin mevcut pratiği hakkındadır. Şu anda ne  yapıyoruz ya da ne yapabiliriz? Hangi kamusal felsefe biçimleri başkalarına duyulan umudu pratiğe döküyor?

Bu soruyu cevapsız bırakmak istiyorum. Kamusal felsefenin hangi biçimleri aldığı ve bunların nerelerde pratiğe döküldüğü her birimiz ve hepimiz için tekrar ve tekrar hayal edilmeye açık. Altını çizmek istediğim nokta, pratiğe dökülen felsefi ruhun önemidir. Sonuçta Sokrates, asla bir otorite iddiasında bulunmadı (en azından çoğu zaman bulunmadı). O, Atina halkının kendi düşünme ve doğru eylemde bulunma yetisini uyandırmayı amaçladı. (“Sokrates” yerine “Zhuangzi” veya “Gautama”, ve “Atina” yerine ilgili halklar yerleştirilebilir.) Bu ruh, içinde yaşadığımız zamana, kolektif mücadele gerektiren bu umutsuzluk çağına karşılık vermelidir. Felsefe, bu kolektif mücadelenin bir parçası olabilir. Aslında, iyi bir yaşam sürme şansımızın olabilmesi için, bunun bir parçası olmalıdır da.

 

Notlar

(1) Burada yazar “extract” sözcüğünü kullanıyor. Exract sözcüğü isim halinde öz, ruh, esas gibi anlamlar taşırken fiil halinde elde etme, kazanma anlamlarının yanı sıra maden kazma anlamını da içerir. Bu sebeple yazarın burada dünyadan değer elde etmekten kastının toplumsal ilişkiler yoluyla insanların edindiği soyut değerin yanı sıra doğal kaynakların ele geçirilmesiyle kazanılan somut değer olduğu, bu ikili anlamın bir sözcük oyunu aracılığıyla gerçekleştirildiği söylenebilir. -çn.

(2) Asıl adı Gloria Jean Watkins (1952-2021) olan teorisyen ve yazar. Eserlerini bell hooks ismiyle imzalar. Bu ismin ilk harflerini özellikle küçük harfler kullanarak yazan Watkins, yazdığı metinlerin arkasındaki ismin ön plana çıkmasına karşı çıkarak metinleri içerisindeki argümanlara dikkat çekmek amacıyla ismini bu şekilde yazdığını belirtir. Biz de burada yazarın bu talebini duyarak isminin bu şekilde belirtilmesine sadık kaldık. -çn.

(3) “Philosophy Born of Struggle”, The Philosopher 1923, 111(1).

(4) Black Lives Matter hareketi, 2012’de Amerika’da öldürülen siyahi bir gencin ardından yapılan ırkçılık karşıtı pek çok hareketin sosyal medyada #blacklivesmatter etiketi aracılığıyla yaygınlaşması ile bu ismi almıştır. 2013’ten itibaren başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere dünyanın pek çok yerinde etkinliğini sürdürmektedir. Türkçeye Siyahilerin Yaşamı Önemlidir biçiminde çevrilebilir. -çn.

 

Orijinal Başlık: The Hope of Public Philosophy
Yazar:
Yarran Hominh
Türkçeye Çeviren:
Cemre Su Kavalalı
Editör:
Bekir Demir