Demo v1.0

20 Ocak 2025, Pazartesi

Beta v1.0

Tanınma Deneyimi: Hegel, Honneth ve Saygı

Tanınmanın gerçek özgürlük için kritik bir koşul olduğu ya da diğer bir deyişle yalnızca başkaları tarafından tanındığımızda özgür olunabileceği düşüncesi genellikle G. W. F. Hegel’e atfedilir.
Çeviren:
Nurmelek Çoban
Kaynak:
The Philosopher

Sürekli başkalarıyla iletişim halindeyiz. Bazılarını kendimiz seçsek de çoğundan kolayca kurtulamadığımız koca bir ilişki ağının içindeyiz. Özümüzde, toplumsal ilişkiler dışında var olmayan sosyal varlıklarız. Hayatımız açısından toplumsal ilişkilerimiz fevkalade bir öneme sahip. Çünkü bu ilişkiler güvenilir veya güvenilemez bilgi sağlar, fırsatların önünü açar ya da bunda başarısız olurlar ve yalnız başımıza başaramayacağımız hedefler için bir araç olurlar. Fakat bu metin apayrı, çoğu zaman gözden kaçırılmış ve toplumsal ilişkilerimizden beklediğimiz bir özellikle, toplumsal ilişkilerin tanınmak için bir kaynak olabileceğiyle ilgili. Bununla birlikte toplumsal ilişkiler gerçek anlamda özgür olma becerimizi bütünüyle etkiler.

Tanınmanın gerçek özgürlük için kritik bir koşul olduğu ya da diğer bir deyişle yalnızca başkaları tarafından tanındığımızda özgür olunabileceği düşüncesi genellikle G. W. F. Hegel’e atfedilir. Bu iddia amacımıza ulaşmak için zorlu şartlara ya da toplum ve yaşıtlarımız tarafından tanınmamaya karşı mücadele edebileceğimizi inkâr etmez, fakat Hegel daha çok bu tür olayların gerçek özgürlüğün yerini tutamayacağını düşünmüştür. Bu düşünce Charles Taylor, Axel Honneth ve Judith Butler gibi düşünürler tarafından açık bir biçimde ifade edildi, fakat günlük yaşantımızda dikkatimizi çeken genellikle tanınmama ya da saygısızlık olduğundan yazıma buradan başlayacağım.

Saygısızlık çeşit çeşittir. Yoldan geçenler tarafından görmezden gelinen evsiz biri saygı görmeyebilir. Ne yaparsa yapsın ya da başına ne gelirse gelsin artık görünmez hale getirilmiştir. Evsiz birinin bulunduğu bir ortamda başkalarının nasıl davrandığı (ya da davranışlarındaki başarısızlığı), o kişinin, hayatlarının değerli görüldüğü insan topluluğuna ait olmadığını açıkça gösterir. Ders verdiği sırada erkek bir dinleyici tarafından kıyafetine iltifat edilen bir kadın felsefe profesörü de saygısızlığa maruz kalır, çünkü aldığı “iltifat” dediklerinin ve entelektüel katkısının önemli olmadığını ima eder.

Farkındalık eksikliği pasif veya aktif olabilir; bazen belirli gerçekler aktif olarak görmezden gelinerek insanlar uygun muamele görmez.

Bu örneklerde diğer insanlar, o kişinin belirli özelliklerine ya tepki veremiyorlar ya da eylemlerinde bu özellikler dahil her şeyi hesaba katmaları gerekirken söz konusu özellikleri dışarıda bırakıyorlar. Bahsettiğimiz özelliklerin birçok çeşidi var; kültürler ve toplumlar insanların varlığına farklı ve sürekli gelişen özellikler sağladığından kültürel ve toplumsal bakımdan bu özellikler de değişkenlik gösterir. Ayrıca duruma bağlı olarak bazı özellikler diğer özelliklere kıyasla duruma daha uyumlu olacaktır. Verilen örnekler bağlamında düşünürsek, evsiz kişi tüm temel insani ve sosyal ihtiyaçlara gereksinim duyan sıradan bir insanken, kadın ise akademik tartışmalara katkıda bulunmak için yorulmadan çalışan bir felsefe profesörüdür. Tanımakta başarısızlık aslında farkında olabilmede başarısızlıktır. -Farkındalık eksikliği pasif veya aktif olabilir; bazen belirli gerçekler aktif olarak görmezden gelinerek insanlar uygun muamele görmez.

Charles Taylor’ın Tanınma Politikası (1994) kitabında yazdığı üzere saygısızlık “zarar verebilir, bir baskı türü olabilir ve kişiyi hatalı, çarpıtılmış, aza indirgenmiş bir varoluşa hapsedebilir”. Aynı şekilde Axel Honneth Tanınma Uğruna Mücadele (1995) kitabında saygısızlığın insanları “kendilerine yönelik olumlu algılardan” “yaraladığını” ve daha en başından bu olumlu algının oluşmasını imkânsız hale getirdiğini ele alır. Saygısızlık bir insanın kendi potansiyelinin farkına varma kabiliyetinin önüne geçer. Seyircilerden biri profesörün entelektüel katkısını kabullenmekte başarısız olduğunda ve ona sadece kıyafeti üzerinden iltifat ettiğinde profesörün, kendisini akademik tartışmaya katkı sağlayan önemli biri olarak algılamasının önüne geçer. Yeterince insan bunu yaptığındaysa profesörün kendini akademisyenlikle ilişkilendirebilmesi elinden alınabilir. Saygısızlık zaman içinde birikebilir. Aynı şey evsiz kişi için de geçerli. Başkalarının daimi saygısızlığının olgun bir insanın kendine olan algısına zarar vereceğini düşünmek tam yerinde olur. Bu nedenle saygısızlık bir insanın hayatında ciddi sonuçlara yol açabilir.

Tanınma insanları kim olduklarını kucaklamaya ve kimliklerini toplumda kabullendirmelerine teşvik eder.

Honneth’in çalışması Hegelci bir düşünce olan tanınma mücadelesini yeniden gündeme getirmesiyle ünlüdür. Honneth, saygısızlığı deneyimlemenin insanları diğer insanlar tarafından fark edilmeyi ve uygun davranılmayı ya da başka bir deyişle tanınmayı talep etmekte motive edebileceğini düşünür. Aynı Tanınma Uğruna Mücadele kitabında dediği gibi, “saygı görmeme… toplumsal direniş, çatışma ve tabii ki tanınma mücadelesi için gerekli motivasyonel teşviği sağlayabilir”; ancak saygısızlığın zayıf düşüren olası etkileri doğrultusunda insanların her zaman mücadele etme ve karşı koyma gücünü bulabildiğini görmek zordur. Daha doğrusu bir insanın sarsılmaz bir öz benlik geliştirebilip bunu sürdürebilmesinin ve belirli bir tanınmayı hak ettiğinde ısrarcı olabilmesinin üç şeye bağlı olduğunu düşünebiliriz: (i) katlandığı saygısızlık derecesi, (ii) taleplerini dile getirmekte kullanabileceği kelime haznesine erişimi olması, (iii) başkalarından destek görmesi.

Görüldüğü üzere tanınmak kişinin belirli özelliklerinin başkaları tarafından farkına varılması ve dikkate alınması anlamına gelir. Bu da başkalarının kişinin belli özelliklerine karşı duyarlı ve saygılı olduklarını gösterir. Burada Immanuel Kant’a dek uzanan , insanların saygı talep eden içsel ahlaki değerleri, yani haysiyetlerine ilişkin kadim söylem yankılanır. Kant’ın aksine, tanınma kuramcıları günlük hayatımızda genellikle soyut varlıklardan daha fazlası olduğumuzu vurgularlar. Özel ve kişisel olanlardan tutun, daha karmaşık ve toplumsal olanlara kadar başkaları tarafından değerli görülebilecek ve belirli tepkilerle değer biçilecek birçok özellik taşırız. Saygınlığı hak eden veya hak etmeyen kişiliklerin rasyonel faillik kabiliyeti gibi belirli nesnel özellikleri hakkında bağımsız ve soyut bir tartışmanın aksine gerçek insanların gerçek aktif etkileşimlerini önplana alan daha kapsayıcı kişilerarası bir kuramdır bu.

Saygısızlık insanları kendi özellikleriyle anlamlı ölçüde bağ kurmalarından ve bu konuda bir şeyler yapmalarından alıkoyarken, tanınma insanları kim olduklarını kucaklamaya ve kimliklerini toplumda kabullendirmeye teşvik eder. Bir başka deyişle başkaları tarafından tanınmak insanların kendi potansiyellerinin tam anlamıyla farkına varmasını sağlar. Honneth tanınma deneyimini başkaları tarafından tanındığımız zaman “çevremizi karakterimiz için bir gelişim alanı olarak algılayabiliriz” diyerek tarif ediyor. Bu nedenle tanınma özgürlük için bir şarttır. Kendi potansiyelimizin farkına varma kapasitemiz önemli derecede toplumsal onaya bağlıdır.

Belirli tür toplumsal tanınmalar insanları kendilerine ve başkalarına karşı zararlı olabilecek davranışları benimsemelerine zorlayabilir.

Bu tartışma tanınmanın başkalarının iyi veya kötü niyetlerinden daha fazla şeye bağlı olduğunu öne sürer. Tanınma toplumun üyelerinin bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde benimsediği bazı yerleşmiş farkına varma ve davranış şekillerine bağlıdır. Evsiz insan durumunda bu kişinin zaten bir insan olarak hak ettiği saygıyı görmesi için her şeyden önce evlerini kaybetmiş insanlara karşı kolektif algıların değişmesine ihtiyaç varmış gibi gözüküyor. Buna benzer bir şekilde kadın akademisyen durumunda da kamusal alanlarda kadınların yaptıkları işlerden çok bu işleri yaparken nasıl gözüktüklerinin tanındığı normun değişmesine ihtiyaç var. İnsanlar genellikle toplumda hakiki özgürlük deneyimini yaratmak için tanınmanın kolektif altyapıları diyebileceğimiz şeye bel bağlarlar. Bu açıdan baktığımızda tanınma sadece ahlaki veya etik bir kavram olmamasının yanında belki de esasen politik bir kavramdır.

Bu metin birçok sorunun sadece kabataslak bir hali. Sonuç olarak Judith Butler’ın yazılarında öne sürüldüğü gibi, tanınmanın kendisinin problemli olabileceği dikkate alınmalıdır. Butler’a göre belirli toplumsal tanınmalar insanları kendilerine ve başkalarına karşı zararlı olabilecek davranışları benimsemelerine zorlayabilir. Bunun açıkça sebebi insanın tanınması onun için iyi olsa da aynı zamanda tanınma tarafından yoldan çıkarılabilmeleridir. Feminenliğin toplumsal değerini ve feminen olmakta “başarısız” olan kadın-bedenindeki insanların toplumda nasıl alaya alındığını ve aşağılandığını düşünelim. Bu şartlar altında “düzgün” kadın olarak tanınma ihtimali birçok kadın-bedenindeki insana alışılmış feminenlik normlarına uymak için yoğun bir baskı uygulamaktadır. Bu normlara uymak ve en nihayetinde “düzgün” kadın olmak kişiye çevresini içinde aslen olduğu kişi olarak bulunabilme deneyimini sağlar, fakat bedenlerini cinselleştirmek gibi kendilerine dezavantajlı olabilecek şekilde davranmaya da itebilir. Tanınma çelişkili olabilir; kendi potansiyellerini gerçekleştirmelerini sağlarken aynı zamanda ahlaki sorunlara da yol açabilir.

 

Orijinal Başlık: Recognition
Yazar:
Kristina Lepold
Türkçeye Çeviren: Nurmelek Çoban
Editör:
Ecem Yıldız
Redaksiyon: Bekir Demir