“Ölüm bizim dostumuzdur, çünkü tam olarak bizi burada ve şu anda olan her şeye, sevgi dolu ve gerçek olana mutlak ve tutkulu bir şekilde bağlar.”
Rilke
Rilke, ölümle dost olmanın bizi hayata daha bağlı hissettirebileceği üzerine düşünürken böyle yazmıştı. Neredeyse bir yüzyıl sonra, John Updike bu düşünceyi şöyle dile getirdi: “Her gün biraz değişmiş olarak uyanırız; dün olduğumuz insan ölüdür bugün. Ölüm her zaman gerçekleşiyor madem neden korkalım ki ondan?” Bu görüş ne kadar şairane olursa olsun, bastırılamayan hayatta kalma iç güdümüzle barışmak ve dost olmak en zorlandığımız konulardan biri olmaya devam ediyor. Hayatın yeşilliklerle dolu nehrine yeni dalmaya başlayanlar, bu akışın durma ihtimaliyle nasıl yüzleşebilir ki?
Alman çocuk kitabı yazarı ve çizer Wolf Erlbruch, ölüm ve kayıp temalarının işlendiği birçok yaratıcı ve zekice yazılmış çocuk kitabından biri olan Ördek, Ölüm ve Lale eserinde, bu konulara son derece samimi ve ikna edici bir cevap veriyor.
Bir gün, Ördek arkasını döner ve Ölüm’ü karşısında bulur. Korkmuş bir şekilde, Ölüm’ün gelip onu alıp almayacağını sorar, ancak Ölüm oldukça sıradan bir şekilde, tüm hayatı boyunca orada olduğunu söyler.
Başlangıçta yaşam boyu Ölüm ile yakın olma düşüncesinden korkan Ördek; temkinli ve meraklı bir şekilde onunla tanışır.
Ölüm, Ördek’e içten bir şekilde gülümsedi. (Bir anlığına kim olduğunu unutacak olsak) Aslında iyi biriydi. Gerçekten iyi biri.
Müthiş bir kelime tutumluluğuyla, minimal fakat son derece etkileyici illüstrasyonlarla Erlbruch, Ördek ve Ölüm alışılmadık bir arkadaşlığa yelken açarken, ikisi arasındaki sükûneti okuyucuya ustalıkla aktarıyor.
Ördek gölete gitmeyi teklif eder. Ölüm her ne kadar suya girmekten korkuyor olsa da isteksiz bir şekilde kabul eder. Ama su onun için fazla gelir.
Ördek ‘Üşüdün mü?’ diye sordu. ‘Seni biraz ısıtayım mı?’ Hiç kimse Ölüm için böyle bir şey teklif etmemişti.
Sabah birlikte uyanırlar ve Ördek, hala hayatta olduğu için büyük bir sevinç duyar. Erlbruch, bu sahneye neşeli bir dokunuş ekleyerek, derin konuların aşırı duygusallığa kaymasını engeller:
Ölüm’ü koltuk altından dürttü. Keyif içinde, ‘Ölmedim!’ diye bağırdı.
Ölüm gerinirken ‘Senin adına sevindim’ dedi.
‘Peki ya ölmüş olsaydım?’
Ölüm esneyerek, ‘O zaman uyanamazdım’ dedi.
Ördek, bunun pek de hoş bir söz olmadığını düşündü.
Ancak her arkadaşlık ‘devamlı ve karşılıklı affetme’ üzerine kurulu olduğu için, Ördek sonunda kırıcı sözleri sindirir ve ikili, ölüme dair bilinen efsanelerin insanın ölümsüzlük yanılgısının merkezinde yer aldığı üzerine bir sohbete dalar:
Bazı ördekler, öldükten sonra bir melek olduğunu, bir bulutun üzerinde oturduğunu ve dünyayı izlediğini söylüyorlar.
‘Büyük ihtimalle.’ Ölüm ayağa kalktı. ‘Zaten kanatların da var.’
‘Bazı ördekler de eğer iyi şeyler yapmazsan dünyanın derinliklerinde bir yerde yanacağını söylüyorlar.’
‘Siz ördekler muhteşem hikayeler uyduruyorsunuz, ama kim bilir?’
Ördek birden, ‘Yani sen de bilmiyorsun.’ dedi.
Ölüm sadece ona baktı.
Yok olmanın varoluşsal kafa karışıklığını çözme girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca, hayatın basit zevklerine geri dönerler ve bir ağaca tırmanmaya karar verirler.
Aşağıda göleti görebiliyorlardı. Orada duruyordu. Ne kadar sessizdi. Ve ne kadar yalnızdı.
Ördek ‘Öldüğümde işte böyle olacak’ diye düşündü. ‘Gölet bensiz tek başına kalacak.’
Ölüm bazen aklından geçeni okurdu. ‘Öldüğünde, gölet de yok olacak –en azından senin için.’
Ördek hayrete düşmüştü ‘Emin misin?’
Ölüm, ‘Kesinlikle,’ dedi.
‘En azından bu bir teselli olabilir. Onun için yas tutmak zorunda kalmayacağım, yani zamanı geldiğinde…’
‘Öldüğünde.’ Ölüm cümleyi tamamladı. Bu konuda hiç çekingen değildi.
Yaz sona ererken, iki arkadaş göleti daha az ziyaret etmeye ve birlikte sessizce çimenlerin üzerinde oturmaya başlarlar. Sonbahar geldiğinde, Ördek ilk defa üşüdüğünü hisseder; belki de bir gün aniden yaşlandığını hissetmek gibi –geçmişin telafi edilemezliği ile geleceğin kaçınılmazlığı arasında sıkışmış, varoluşsal sona dair ansızın gelen ürpertici bir farkındalık.
Ördek bir akşam, ‘Ben üşüdüm,’ dedi. ‘Beni biraz ısıtır mısın?’
Kar usulca yağıyordu.
Bir şey olmuştu. Ölüm, Ördek’e baktı.
Nefes almıyordu. Yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu.
Dağınık tüylerini özenle düzelttikten sonra, Ölüm Ördek’i nazikçe kaldırıp nehre doğru taşır. Ardından Ördek’i suyun üzerine, durmak bilmez akıntıya bırakır ve hüzünle suyun üstünde süzülüşünü izler. Bu kısım, Elizabeth Alexander’ın muhteşem anı kitabındaki unutulmaz cümlenin görsel karşılığı olarak görülebilir: “Belki trajediler, yalnızca sevginin varlığında trajedidir; çünkü sevgi kayba anlam katar.”
Uzun süre onu izledi.
Tamamen gözden kaybolduğunda, biraz duygulanmıştı.
Ölüm ‘Ama hayat bu,’ diye düşündü.
Nehrin kitabın dışına taşmasıyla son sayfaya geldiğimizde, Ölüm’ün etrafında başka hayvanlar olduğunu görüyoruz –onun ördeğe eşlik ettiği gibi tilkiye, tavşana, sana ve bana yaşam nehrinde eşlik edeceğine dair hoş bir hatırlatma. Ve belki de bu sorun değildir.
Editörün Notu: Bu tatlı çocuk kitabı Bahar Siber tarafından Türkçeye de çevirilmiştir. Şuradan erişilebilir: https://www.hepkitap.com.tr/tr/kitaplarimiz/cocuk/okul-donemi/kdetay/ordek-olum-ve-lale
Orijinal Başlık: Duck, Death and the Tulip: An Uncommonly Tender Illustrated Meditation on the Cycle of Life
Yazar: Maria Popova
Türkçeye Çeviren: Şeyda Çetin
Editör: Bekir Demir
Redaksiyon: Hatice Demir