Meşhur İtalyan Marksist siyasal aktivist Antonio Negri doksan yaşında hayata gözlerini yumdu. Negri, insanın özgürleşme arzusu ve sıradan insanların bir şeyleri değiştirmeye yönelik özyönetim kapasitesine dair yayınlarıyla birden fazla sol entelektüel ve aktivist jenerasyona ilham oldu. Kendisiyle 2015 yılında yaptığımız söyleşiyi yayımlıyoruz.
AMY GOODMAN: Antonio Negri, öncelikle doğum gününüz kutlu olsun. Anladığım kadarıyla daha yeni kutladınız. Bu seksen ikinci doğum gününüz mü oluyordu?
ANTONIO NEGRI: Teşekkür ederim.
AMY GOODMAN: Bizimle hayat hikayenizi paylaşmak ister miydiniz acaba? Sanırım 1 Ağustos 1933’te burada, İtalya’da doğdunuz.
ANTONIO NEGRI: Evet.
AMY GOODMAN: Mussolini’nin yükselişte olduğu zamanlar.
ANTONIO NEGRI: Evet.
AMY GOODMAN: Faşistler. Haydi oradan başlayalım.
ANTONIO NEGRI: Çocukluğumun büyük şoku savaştı. Savaş çıktığında on yaşındaydım. 1943 yılında, bombalamalar esnasında on yaşındaydım. Savaşı deneyimledim ve acısını çektim. Ailem komünistti ve İtalyan sosyalizminin dönüşümünü de deneyimledim. Faşizm üzerine anılarım genelde çocukça ve gülünç. Ama onun yola açtığı felaketleri birer trajedi olarak hatırlıyorum. Savaş sonunda ABD komutası altında yeniden yapılanma başladı. İtalya’nın Sovyetler Birliği’ne sınırı vardı, yani orada sosyalist bir dönüşüm meselesi söz konusu bile olamazdı.
O noktada, yirmili otuzlu yaşlarımızdayken, ana görevimizin sınıf mücadelesini yenilemek olduğunu anlamaya başladık. Başardık da. 1960 ve yetmişler boyunca oldukça güçlü, zamanının kapitalist baskı formlarının yapısında kriz üretebilen bir sınıf mücadelesi geliştirdik. Yetmişlerin bitişiyle beraber kapitalizm kendini daha farklı bir şekilde sundu. Bilişsel bir kapitalizm haline geldi, fabrikalardan ziyade önemli ölçüde bilgisayarlaşma, otomasyon ve veriye dayanan bir kapitalizm. Bu da endüstriyel üretim metodunun toplumun çok daha yoğun ve yaygın yatırımını içerecek şekilde geçirdiği büyük bir dönüşümdü. O noktadan sonra sosyalizmi yeniden keşfetmeye başladık.
AMY GOODMAN: Birkaç defa hapse atıldınız. Neler oldu?
ANTONIO NEGRI: Hapisteydim çünkü günah keçisiydim. Üniversitede oldukça iyi tanınan, kendisini de okulunu da sınıf mücadelesi kadar önemsemeyen bir akademisyendim. Çok ağır suçlarla itham edildiğim için hapisteydim: Başbakan Aldo Moro’yu öldürmek suçundan. İlk suçlamalar on yedi cinayet ve devlete karşı ayaklanma içeriyordu. Gerçekte ise yalnızca düşüncelerimi ifade ediyor ve tartışmalar yürütüyordum. Dört buçuk yıllık yargısız hapis cezasının ardından milletvekili seçildim ve parlamenter dokunulmazlık sayesinde hapisten çıktım. Sonra Başkan Mitterrand’ın ben ve birçok yoldaşımı koruma altına aldığı Fransa’ya gittim. Hapiste okudum. Sıkı çalıştım. Kibrimi mazur görün ama Spinoza üzerine, Spinoza’da güç konsepti üzerine oldukça önemli bir kitap da yazdım. “Çokluk” kavramını aldığım yer de burası oldu, bu anlamda derinden Spinozacıyım. Ki bu yönüm çalışmalarımı devam ettirmemde de oldukça kullanışlı oldu. İmparatorluk hapisten sonra sürgün yıllarımın sonunda yazıldı. Hapis çok zor ve meşakkatli bir deneyim ama aynı zamanda düşünmek ve düşündüklerini dökmek adına bulunmaz bir zaman.
AMY GOODMAN: Hapishanede nasıl kitap yazdınız? Günlük rutininiz nasıldı?
ANTONIO NEGRI: Başlarda hapishanedeki düzen oldukça farkıydı. Zorlu koşullardı ve en fazla üç kitap bulundurabiliyordun. Onları iade ettiğinde üç kitap daha alabiliyordun. Orada iyi muamele gördüğümüz varsayılıyordu. Halk özellikle siyasi mahkumlara muamele ediliş şekliyle yakından ilgileniyordu. Yazma meselesine gelirsek, o iş tek başına yapılır. Hücrede tek başınasın. Yazma ihtiyacı hissettiğimde tecrit hücresine alınmak istediğimi söylerdim.
AMY GOODMAN: Yazdığınız İmparatorluk siz hapisteyken mi yayımlandı?
ANTONIO NEGRI: İmparatorluk, ben 1997 ile 2003 yılları arasında ikinci kez mahkûm edildiğim sırada yayımlandı. İlk yıl hapiste geçti ve ardından ev hapsindeydim. İmparatorluk o dönemde, 2000 yılında çıktı ve İtalyanca versiyonu 2001-2002 yıllarında ben hala gözetim altındayken yayımlandı. İtalya’ya döndüğümde ise bir, bir buçuk yıl Rebibbia hapishanesinde kapalı kaldım.
AMY GOODMAN: Kitap böylesine bir yankı uyandırmışken hapiste olmak nasıl hissettirdi?
ANTONIO NEGRI: Olur öyle. Hâkimin de gardiyanların da umurunda değildi.
AMY GOODMAN: İmparatorluk daha önce yeni bir komünist manifesto olarak tanımlanmıştı. Kitaptaki tezinizi özetleyebilir misiniz?
ANTONIO NEGRI: İmparatorluk Sovyetler Birliği’nin dağılışının ardından tek bir pazarın inşa edilmiş olduğuna dair farkındalığın sonucunda ortaya çıktı. Bu pazarın kanunlara ihtiyacı vardı. Pazarlara kanun lazımdır. Spontane bir pazar var olamaz, buna anca liberaller inanır, ama bu doğru değildir. Böylece kanun yapma meselesi her zaman bir uzlaşıya varma ve bir ilişki kurma meselesidir.
Global düzeyde bu ilişki neydi? Sorduğumuz soru bu oldu. Normatif güç inşasının ya da tekil milletler düzeyinde yönetim kabiliyetinin nasıl işlediğini gayet iyi biliyorduk ve emperyalizm teorileri dediğimiz bir dizi teorimiz vardı. Bu teoriler bir milletin diğeri üzerinde kurduğu komuta üstünlüğüne kafa yoruyordu. Ama birleştirilmiş bir pazar nasıl işliyordu? İki adet önkoşul sağlanmalıydı: ABD’nin bu yeni dünya düzeni için bir model sağlaması gerekiyordu, bir askeri güçle Washington; bir ekonomik ve mali güçle New York; bir de kültürel güçle Walt Disney ve California. Böylece dünyanın birleşmesi bu koşullar altında sağlandı. Ama tabii buna karşı bazı direnişlerle uzlaşması da gerekiyordu.
Biz de kendimize bir direniş sürecinin nasıl organize edilebileceğini sorduk. Bunun monarşik bir form olduğunu ifade ettik, oligarşik diktatörlüğün bir formu. Monarkın ABD başkanı ve dünyanın büyük hükümetleri olduğu bir monarşi formu. Oligarşiye temsil veren çokuluslular ve büyük global şirketler vardı. Bir de demokrasi vardı işte. Her zaman var olması gereken bir direniş mevcuttu. Neler olup bittiğini anlamaya çalıştığımız alan buydu. Direniş artık söylenegelen işçi sınıfının değil ama küresel proletaryanın tamamının direnişiydi. Üretim şekillerinin değişimini göz önünde bulundurunca bilişsel kabiliyetlerin tamamı, bilişsel emek de meselemiz haline geldi, ki bu büyük kuvvetlere sahip belirsiz, hareketli, esnek ve temelde entelektüel bir emek türüdür. İmparatorluk bu güçlerin bir bütünüdür, monarşik, ekonomik ama aynı zamanda demokratik güçlerin de. Önemli hale gelen de bu yeni sınıfların, düşünen sınıfların mücadelesidir.
AMY GOODMAN: Bunların herhangi birinin bugün başarılı olduğunu gözlemliyor musunuz?
ANTONIO NEGRI: Elbette! İmparatorluk şu anda günümüz gerçekliğinin iskeletini oluşturmuş durumda. Öte yandan daha önce konuştuğumuz değişimler var: ABD’nin ve doların merkeziliğinin sönüyor oluşu ve böylece kendini gösteren yeni erkler. Yine de şimdilik o iskelet hala emperyal.
AMY GOODMAN: Hapisten dünyanın devasa bir çatışma içinde bulunduğu 2003 yılında çıktınız. ABD Irak’a saldırdı. Hapisten dışarı adımınızı atıp dünyanın bu halini, özellikle de Orta Doğu’da olup bitenleri gözlemlemek nasıl hissettirdi?
ANTONIO NEGRI: Bush’un politikalarının tamamen eski kafalı olduğunun ve bunlar yoluyla hedeflerine ulaşamayacağının bilincindeyim. Olan biten savaşın yeni bir formu. Artık bir savaş değil, polisliğe kalkışmak. Daha önceden bir bütün olanın tamamen negatif sonuçlar doğuran içişleri polisliğine. Daha komplike bir dille ifade edecek olursak amaçların heteronomisi diyebiliriz. Zaferle değil de çok farklı ve ters tepen bir dizi olguyla sonuçlanacak aksiyonlar alınışı. Cumhuriyetçi hükümetlerin izlediği politikalar dünyanın önemli kısımlarında ABD’nin itibarını yerle bir etti.
AMY GOODMAN: 2004 yılında eş yazarlığını yaptığınız Çokluk kitabından bahsedelim. Üçlemenizin ikinci kitabı olan bu eserin başlığını açıklayın.
ANTONIO NEGRI: Çokluk’un temelindeki konsept bugün çalışma meselesiyle nasıl başa çıkıldığına dair bir analiz. Çalışma bugün kitlelerin emeği değil, bildiğimiz o eski fabrikaların, otomobil fabrikaları ya da kimyasal tesislerin zamanı 1970’lere gelindiğinde çoktan geçmişti. Çalışma şekilleri derinlemesine değişti. Bugün artık mesele basitçe işçileri homojen kitleler halinde bir araya getirip hepsine aynı eylemi arka arkaya tekrarlatmaktan ibaret değil. Mesele artık onları her birinin orijinal, yenilikçi ve bazı yönleriyle özgürce verici olabileceği bir tavırla kendi tekilliklerinde kavramak. Çokluk da işte bu tekillerin bütünü. Varlığın kaynağına bir zemin olarak işlev gösterebilecek ve de gösteren bir çoğulluk. Varlığın temelini artık işe koşulmuş büyük kitleler oluşturmuyor; çok, çeşitli ve çoğul tekillerin bir aradalığı oluşturuyor. Bu da bizim karşısına uyumlu siyasal formlar sağlamamız gereken yeni üretim biçimi. Spinoza’da egemenin ve egemenliğin topluma üstün bir şey olarak yükselişine yönelik bir eleştiri bulunur. Egemenliği bireylerin çokluğuna geri teslim etmek gerekiyor.
AMY GOODMAN: Üçlemeyi tamamlamak isterim. Ortak Zenginlik 2011 yılında yalnızca birkaç yıl sonra yayımlandı. “Ortak zenginlik” ifadesiyle demek istediğiniz şey ne? Bu kitapta iletmeye çalıştığınız mesaj nedir?
ANTONIO NEGRI: Ortak Zenginlik bir kitap olarak 2011 yılından önce ortaya çıktı, halihazırda havada varlığını sezdiğimiz şeyler vardı. Bilişsel ve verisel emeğin tekiller tarafından yatay düzlemde ve artmakta olan bir biçimde oluşturuluyor oluşundan hareketle sözü edilen komünitenin dini ya da genel anlamda yeni çağ komünitelerinden farklı olarak artık kapalı bir şey olmadığı öncülüyle başlıyor. Komünite, bugün her biri maddi olmayan bir şekilde yapılandırılabilen metalar, diller, kodlar inşa edebilmek adına bir arada yaşamak ve çalışmak ihtiyacıdır.
Ortak olan ise şudur. Ortak olan hem özel mülkiyete hem de kamusal mülkiyete karşı çıkar zira özel mülkiyet tekiller arasında temasa engel olurken kamusal mülkiyet bu temasları alıp tamamen bir araya getirerek daha önce de gördüğümüz gibi sapkın hale gelebilecek amaçlara, savaşa, köleliğe, emperyalizme vb. yönlendirebilir. Yani ortak olan çalışmanın ve yaşamanın yeni gerekliliklerinden ortaya çıkmıştır. “Ortak zenginlik” bu konseptin özel ve kamusal mülkiyetin yahut genel olarak egemenliğin eleştirisi yoluyla yapılandırılması ve yeni bir tür olarak “ortak olanın” tanımlanmasıdır. Bu yeni bir şeydir çünkü yaşam ve çalışma şeklimiz yenidir.
AMY GOODMAN: Ünlü teorisyen Antonio Gramsci’nin, felsefeyi kalması gereken yere, sıradan insanların hayatlarına ve mücadelelerine yeniden yerleştirdiğini söylediniz. Gramsci’nin kendi çalışmanız üzerindeki etkisinden ve günümüzde filozofun rolünü nasıl gördüğünüzden bahsedebilir misiniz?
ANTONIO NEGRI: İtiraf etmeliyim ki yeni yeni Gramscici bir perspektife sahip oldum. Gramsci bana her zaman İtalyan Komünist Partisi’nin yazarı diye tanıtıldı. Partiyle girdiğim polemiklerde özellikle Gramsci’ye herhangi bir atıftan kaçınmam doğrultusunda üzerimde bir baskı vardı. Ancak yakın zamanda partinin Gramsci figürü üzerinde yaptığı çarpıtmalar ortadan kalktığında ona dürüst ve doğrudan bir şekilde atıf yapabilmeye başladım.
Gramsci’de Marksizmi orijinal ve güçlü bir şekilde geliştirme kapasitesi vardı. Taylorizmin ve New Deal’ın çağdaşı toplumlar üzerinde yarattığı değişikliklerin farkına varmıştı mesela. Bizim görevimiz New Deal’dan, Keynesçilikten, Taylorizmden sonra neler olduğunu anlamak. Bugün üretimin temelde bir dil üretimi haline geldiği, makinelerin artık ellerle değil kodlar aracılığıyla kontrol edildiği dönemde komünist olmanın ne anlama geldiğini görmemiz gerekiyor. Bu bilişsel bir toplum, bir düşünce toplumu, hızlanarak bu yönde ilerlemeye devam eden ve böylece komut almayı reddeden, sermayeyi reddeden bir toplum. Bugün Gramscici olmak bu anlama geliyor.
AMY GOODMAN: Antonio Negri, size umut veren şey nedir?
ANTONIO NEGRI: Umut… Yeni jenerasyonların mücadele edebileceklerini anlamış olmaları diyebilirim, ki bu kavrayış onlara özgü değil, yeni kapasite ve aksiyon alanlarına doğru yol alabileceklerini anlamış olmaları. Ben bu yeni jenerasyonların iletişimsel ve entelektüel emekten doğmalarıyla atalarımızdan ya da benim jenerasyonumun fabrika işçilerinden çok daha özgür olduğuna inanıyorum. Bunlar sosyal jenerasyonlar, iletişim kuran, geleceklerini dille, kelimelerle, zekayla inşa eden jenerasyonlar ve bu bir umut. Umut tamamıyla insanlarda ve onların kendi kaderini belirleme kabiliyetlerinde yatıyor.
***
ANTONIO NEGRI: Demokrasi şu anda ciddi bir kriz hali içerisinde. Hatta krizden de öte, süreç oldukça geri dönüşü olmayan bir hale geldiğinden dolayı genel çerçevede zayıf ve yetersiz bir siyasal sınıfın öncülüğünde epey belirsiz ve kırılgan bir durumda. Bu duruma demokrasiyi radikal bir tavırla yenilemeye çalışan daha genç jenerasyonların ruhunu taşıyan açık bir tepki olduğuna inanıyorum.
AMY GOODMAN: Yani sizce şu anda Avrupa nereye gidiyor?
ANTONIO NEGRI: Bence Avrupa neoliberalizmden kopuşa işaret eden bir siyasal aksiyon bekliyor. Tasarruf sürdürülebilir bir program değil. Bugün tüm Avrupa ülkelerinde gözlemleyebildiğimiz ve takdir ettiğimiz üzere bu tasarrufu kırmaya yönelik hem problemin ekonomik boyutları açısından hem de Avrupa’nın siyasi birliğinin daha ileri bir aşamaya taşınması açısından talepkâr bir baskı ortaya çıkmış durumda. Ne var ki bu ancak solun tüm siyasi güçlerinin Avrupa’yı kendine görev edinmesi durumunda gerçekleşebilir. Bugün eksikliği hissedilen şey Avrupa solunun yenilenmesi.
AMY GOODMAN: Peki ya ABD ve ABD’nin dünyadaki rolü hakkında ne söylemeli?
ANTONIO NEGRI: Bu Amerikanların bile cevaplayamayacağına inandığım oldukça zor bir soru. Uluslararası boyuttaki tartışma ve hareketleri takip ettiğimden dışarıdan gözlemlenebildiği kadarıyla emperyalist baskı derinlemesine dönüştürülmüş durumda. Ekonomik ve askeri aksiyonun birlikteliği kırılmış, doların hakimiyeti zayıflamış durumda. Yani ABD kısa süre içinde kendisini otonomisini kazanmış büyük kıtalarla emperyal bir denge kurma mücadelesi içinde bulacak: Çin, ama ayrıca belirgin bir şekilde Rusya yine tabii ki, belki, Latin Amerika’da. ABD’nin hala kurabileceğini düşündüğüm bu dengenin fonksiyonu bu yeni güçler ve referans noktaları aracılığıyla ortaya konulacak. Ama tabii bu ABD tarafında neler olup biteceğiyle de yakından ilintili. Eğer eskiden gerici diye adlandırdığımız erkler ABD’de iktidarı ele geçirirse, durum dünya için çok tehlikeli bir hale gelir.
AMY GOODMAN: Küresel İşgal Hareketi’ne ne demeli? Bu hareket sizi şaşırttı mı? Yani tabii hareketin İspanya’da Indignados (Öfkeliler) ile başladığını söyleyebiliriz ama Eylül 2011’de ABD’de de kendini gösterdi. Çok fazla şehir işgal edildi. Bu size ne anlam ifade ediyor?
ANTONIO NEGRI: İşgal hareketleri 2011’de başladığında kesinlikle yeni arzular ilan ediyordu. Michael Hardt ile İmparatorluk ve Çokluk‘tan sonra üçüncü cildimizde, Ortak Zenginlik’te, bunu bir komüniteye olan arzu olarak tanımlamaya çalışmıştık. Bugün sosyalizm artık mümkün değil. Devleti ele geçirmesi artık mümkün değil. Bolşevik sosyalizminde deneyimlediğimiz şey tekrar edilmesi göze alınamayacak kadar ağırdı. Bence İşgal hareketinin yalnızca ABD ile sınırlı olmayan önemi, yeni bir toplum, yeni bir komünite inşa edebilecek güçlerin var olduğunu göstermiş olmasında yatıyordu. Bu biraz evrensel hale gelmiş bir şey ve şu anda tüm siyasi umutlar gibi hem bilinci hem de eylemi kapsamış durumda.
AMY GOODMAN: Peki eğer istenen şey iktidar değilse, İşgal hareketinin bu toplumu dönüştürme yöntemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
ANTONIO NEGRI: Bence bunu her mesele özelinde siyasal yatırımlar olarak ele almak mümkün; ev işgalleri, her türlü refah formu üzerinde baskı, yeni alternatiflerin üretimi. Yunanistan’da mesela bu olguların her birini gözlemledik. Tasarruf programı bunu imkânsız hale getirdiğinden hastaneler artık devlet tarafından finanse edilmediğinde gönüllü sağlık çalışanları ipleri eline aldı. Barselona’da barınma konusunda aynı şey ortaya çıktı; yeni belediye başkanı Ada Colau’nun yüzlerce hatta binlerce ev işgalini yürüten kişi oluşuna tanıklık ettik. Alınabilecek bir aksiyon var ve bu anarşist bir aksiyon değil; yeni güç enstitüleri inşa eden organize bir aksiyon. Bu, yıllar önce işçilerin fabrikalarda yaptığının aynısı: Maaşlar üzerine bir kavga verirken bir yandan da iş birlikleri, partiler örgütlediler. Avrupa’da bütün bunlar üzerine inanılmaz zengin bir deneyimimiz var ve bugün bu deneyimin üzerine koyuyoruz. İşgal hareketi bu muhteşem coşkunun, sosyal grevin, yepyeni öz örgütlenme, kurumların demokratik öz örgütlenmesi elementlerinin inşasına dair mücadelenin başlangıcı.
AMY GOODMAN: Yani İşgal hareketi size göre daha yeni başlıyor diyebilir miyiz?
ANTONIO NEGRI: Bence klasik anlamıyla temsili parlamenter demokrasi dediğimiz şey derin bir kriz içinde, finansal güçlerin kuşatması altında. ABD Yüksek Mahkemesi bir seçim kampanyasına herhangi bir miktarda para finanse edilmesini onayladığı anda ortada demokrasi falan kalmaz. Adaylar yönetim için sunulan bir yığın paradan başka bir şey değildir ve açıkça yalnız o çıkar doğrultusunda hareket edebilir. Velhasıl parlamenter demokrasi bir krizin içerisinde ve yeni demokrasi formları keşfetmek artık elzem. İşgal hareketi bu başlangıcın bir işareti ama bu yalnızca Amerika’ya özgü değil. Dünyanın aşağı yukarı her köşesinde, sıklıkla ortaya çıkmış trajedilerle birlikte, gözlemlediğimiz bir şey. Mesela Tunus’ta demokrasiyi yeniden yapılandıran hareketin başlangıcına şahit olduğumda yoldaşlarım ve ben düşündük ki mesele Tunus ya da Orta Doğu olduğunda 2011 yılı, Avrupa’nın 1848 yılını andırıyor: demokrasi için yeni bir talebin doğuşu, paraya tabi olmayan, insanlar arasında yeni mübadele ve iş birliği şekilleri ortaya çıkaran bir demokrasi.
AMY GOODMAN: Demokrat veya Cumhuriyetçi herhangi bir başkan adayından daha büyük kitleleri kendine çeken Vermontlu sosyalist Bernie Sanders meselesini gözlemlediniz mi? Geçtiğimiz günlerde Oregon, Portland’da 28.000 kişi onu görmek için toplandı. Demokrat başkan adaylığı için Hillary Clinton ile yarışıyor. ABD’de olası bir sosyalist başkan hakkında düşünceleriniz neler?
ANTONIO NEGRI: Bu soruyu cevaplamak zor. ABD’de kendini sosyalist olarak tanıtan bir başkan açıkça daha en başında kaybetmeye mahkumdur. O bir ütopyayı destekleyen bir başkandır; bir politikacıdan çok bir dini vaizdir. Kesin yenilgi durumunda mesele sosyalizme itibar kazandıracak söylemler üretmek değil yeni bir sosyalizm icat etmektir. Önemli olan seçimde bir aday olarak yarışmak değil, aksiyon almaktır. Sosyalist vaazlar vermekle değil ancak bu şekilde demokrasi yenilenebilir. Bu sosyalist vaazlar sadece büyük kriz anlarında başvurulan şeyler oldu. Avrupa’da bunun nasıl sonuçlandığına bir bakın. Avrupa’da sosyalizm artık yok. Artık orada “sosyalizm” kelimesini kullanırsan sonrasında mutlaka gülmen gerekiyor. “Büyük” Alman Sosyalist partisi Merkel ile iş birliği halinde. Yunanistan sosyalistler tarafından Avrupa’dan kovuldu. İspanya sosyalizmi baştan aşağı bir ihanetti. İtalya’da sosyalistlerimiz var, bir Demokratik Sosyalist Parti ve şu anda bir merkez parti, merkez-sağ parti. İşte tasarruf programı budur. Tasarruf programı insanı fakirleştirmekle kalmadı. Aynı zamanda sosyalist partileri ve kurumsal siyaset çerçevesinden geliştirilen tüm direniş formlarını elimine etti, dağıttı. Kurulu siyaset çerçevesinde, bununla bahsettiğim şey parlamento ve temsil, sosyalizmle uzaktan yakından alakalı hiçbir şey yok artık.
* Türkçe baskıda bölümler arası değişikliğe gidilmiştir. (Ed.)