Sanatın Yararsızlığı ve Felsefe
Sanatın ne olduğu sorusu hiçbir zaman sanatçıyı ilgilendiren bir konu olmadı. O daha çok ortaya koyduğu işin nasıl anlaşılacağı ile ilgili bir kaygı taşır; bu anlamda, her ne kadar seyircinin değerleri onu genelde ilgilendirmese de, ister istemez, bilinçli ya da bilinçsiz, toplumun değerleri içinde yaratıcılığını sürdürür; bu değerler ise genellikle geleceğe yönelik bekleyişlerle ilgili ve toplumun çoğunluğu için sınırsal değerlerdir.
Felsefenin sanatı anlamaya çalışması onun insan üretimi içinde en metafizik ve görünürde en işlevsiz olmasındandır. Sanatın görünürde yararsızlığında felsefe derin bir işlev ve anlam bulmaya çalışır. Zira insan emeğinin ortaya koyduğu başka her şey belirli bir amaç ve işlev taşır. Bu bakımdan sanatın neden, niçin yapıldığı ve özde ne olduğu kolay anlamlandırılamamıştır.
Dinin egemen olduğu yakın zamanlara kadar sanat hep etik açıdan, daha yakınlarda ise en fazla psikolojik ya da sosyal bir yarar açısından incelendi. Bilimin ön plana çıkmaya başladığı Aydınlanma ile sanat ve yaratıcılık, psikolojik, sosyal ve metafizik olarak anlaşılmaya çalışıldı. Bugün, sanatçı teknik ve anlam sınırlarını aşmaya çalışırken Felsefe sanatta genel anlamlar bulmaktan ziyade, ona estetik, yaratıcılık psikolojisi, sosyal ve politik veriler açısından bakıyor.
Felsefe sanata nasıl bakıyor? Kant, Nietzsche, Heidegger
Felsefe sanata nasıl bakıyor? Genel bir sanat fikri ile mi yola çıkıyor yoksa zamanın sanatını tarih gelişimi içinde anlamaya mı çalışıyor? Birçok düşünür genelde günümüz sanatı ile geçmişteki sanatı kıyaslayarak, kopuşları ya da sürekliliği görmeye çalışarak sanata bakıyorlar, ekonomik ve politik girdiler çok etkili olamıyor. Örneğin 1950, 1960’lardaki Pop sanatının arkasındaki politik ve ekonomik dinamikler bugün yeni anlaşılıyor. Aydınlanmaya kadar sanat kavramı çok müphem idi. Daha doğrusu, bugün anladığımız anlamda bir “sanat” ve “sanatçı” kavramı yoktu. Sanat işi üreten herkes, Leonardo ve Michelangelo dahil, ne kadar saygı görse ve sevilse de en fazla bir uşak gibi görülüyordu. Michelangelo öldüğünde bugünün değeri ile milyarlara sahipti. Buna rağmen sanatçı ancak bir hizmetkar olarak değer görüyordu. Her ne kadar bugün sanatçı bir ‘star’ gibi şöhrete kavuşsa da büyük koleksiyoncular nezdinde ne kadar önemsendiği şüphelidir.
Aydınlanma döneminin çok önemli ve bugün hâlâ yıldızı parlayan filozofu Immanuel Kant, Yargıgücünün Eleştirisi kitabında güzelin ne olduğunu açıklamaya çalışır. Dini bir açıklamadan çok, insanın beğenisinin analizini yapar. Bugün Kant çalışanlar onun ‘Güzel’ terimini ‘Sanat’ olarak anlarlar. Kant için güzellik hiçbir amaca hizmet etmez ve hiçbir açıklaması yoktur. Kant’ın bu düşüncesi bugün birçok sanat kuramı için geçerlidir. Zaman içinde oluşan bu değişikliğe bakarsak artık herhangi bir şeyi anlamak için dine değil insan zihninin becerilerine başvurmak gerektiğini görüyoruz. Bu nedenle Aydınlanma öncelikle zihnin anlama ve seçme becerisine inanan bir felsefe ortaya koymuştu. Kant’tan sonra gelen ve sanata insanın tarihsel devrimi açısından bakan Hegel ise sanatın, giderek ruh olarak gerçekleşmesi olduğunu ileri sürer.
19. yüzyılda sanatın politik güçler elinde seyrettiği Fransız akademik sanat ortamı ve kurumları, sanatçıların çoğalması, seyircilerin ilgisinin artması ile nihayet 19. yüzyıl sonlarında, başkaldıran ve yepyeni gerçeklikler ortaya koymaya çalışan sanatçılarla yıkıma uğrar. Reddedilenlerin Salonunda Manet’nin toplumsal eleştirileri dile getiren resimleri ya da Monet’nin görüntülerin akışkan gerçeklerini sergileyen resimleri Picasso ortaya çıkana kadar Modern resmin rehberleri olacaktır.
19. yüzyıl sonunun düşünürü Nietzsche sanatı anlatırken, eski Yunan’ın tragedyalarını analiz ederek sanatı Dionysosvari bir kendinden geçme ve Apollonvari bir düşsellik olarak anlatır. Nietzsche modern insanın hesaplayıcı, ussal tutumunun kökenlerinin Sokrates’in kavramsal üslubundan kaynaklandığını ileri sürerek bel bağladığımız gerçeklik anlayışımızın ancak, bir harp resmindeki askerlerin gerçeği kadar gerçek olduğunu ve sürekli bir düş içinde olduğumuz halde sanat ve kültürün insan için en önemli gerçeklik olduğunu savunur.
Paris’te İzlenimci ressamlarla birlikte yeni sanat anlayışını genellikle Baudelaire gibi şairler anlatmaya çalışırlar. Sanatı kavramsal olarak anlamaya çalışan felsefeciler bundan böyle çoğunlukla felsefenin estetik alanından çıkacaklardır.119. yüzyıl sonlarından itibaren “sanat felsefesi” alanı “estetik” disiplini içinde yer almaya başlamıştır. Peirce ve Quine gibi Amerikan Pragmatizminin ilk düşünürleri insanı anlamak için insandan öte soyut kavramlara baş vurulamayacağını savunurlarken, Alman varoluşçularından Martin Heidegger ve Amerikalı pragmatist John Dewey insana ait ‘iş’in ancak insanın deneyiminden yola çıkılarak anlaşılacağını ileri sürerler. Bu düşünürler için sanat en gerçek deneyimdir. 19. yüzyıl sonunda İzlenimcilerle sanatın sanayi ve üretim yenilikleri ile değiştiği gibi, 20. yüzyıl başında sanat büyük ölçüde I. Dünya Savaşının etkileri ile biçimlenmiştir.
Martin Heidegger sanatın ne olduğunu çözümlerken cisimler dünyasının içindeki özel yerini belirler. Onun için taş gibi, toprak gibi, bir tahta parçası gibi salt madde olan ve kendini açığa vurmayan ‘şey’ler vardır. Bunlar yeryüzünü oluştururlar. İkinci olarak aletler vardır, bunları düşünmeden, âdeta farkında olmadan kullanırız. Düşünmeden ayağımıza geçirdiğimiz ayakkabılar, yattığımız yatak, kullandığımız bardak gibi, üretilmiş ve kullanılan ama niteliklerinin genellikle farkına varmadan kullandığımız şeyler. Sanat ise doğanın maddelerini kullanır, taşı, mermeri, boyayı ve de bazı aletleri kullanarak üretilir. Sanat böylece ketum olan maddeyi açığa çıkarır, ancak sanat eserinde mermerin ne olduğunu, ahşabın niteliğini, dünyayı ve yeryüzünü fark ederiz. Sanat her şeyden önce bir şiir dünyası yaratır ve yeryüzünde insana ait bir dünya oluşturur.2Martin Heidegger, 1975, ‘The Origin of the Work of Art’ (ilk baskı 1936), Poetry, Language, Thought, Perennial Books
Heidegger, Dewey, Erwin Panovsky ya da Hans Georg Gadamer bugün sanatta gelişmekte olan çelişkiler ve bilinmezler karşısında idealleri eskide kalmış bir açıklık ve iyimserlik sunarlar.3Erwin Panovsky, 1955, Meaning in the Visual Arts, Doubleday and Co. Inc.; Hans-Georg Gadamer, 1977, The Relevance of the Beautiful, Cambridge University Press; Martin Heidegger 1971, (ilk baskı 1936) ‘The Origin of the Work of Art,’ Poetry, Language, Thought, Harper Perennial; John Dewey, 1934, Art as Experience, Capricorn Books, New York. Bugün hala Heidegger’in sanatın kökeni hakkındaki metninden genel bir sanat fikrinin özünü çıkarabiliriz. Dewey ise bize bir sanat işi karşısında, içeriği, rengi, biçimi nasıl algıladığımızı anlatır. Gadamer güzelin önemini vurgularken insanın içtenlik ve sezgi ile sanatı nasıl anladığını inandırıcı şekilde anlatır. Her ne kadar I. Dünya savaşı sonrası Breton’un savaş anılarıyla geliştirdiği yeni bir gerçeklik anlayışı (Sürrealizm) ya da Duchamp’ın herkesin sanatçı olabileceğini ifade eden Pisuvarı, sanatı bir mücadele alanına soktuysa da (avant-garde), o günlerin işleri düşünürleri ciddi kavramsal tartışmalara sokabiliyordu. Bugünün ‘güncel’ sanat işleri ise hangi kavramlarla anlaşılabilir sorusunu burada irdelemek yerinde olur.
Duchamp’tan Sonra
Günümüz felsefecilerinden Thierry De Duve, Duchamp’a vakfettiği yazılarıyla sanat ve kavram arasındaki ilişkiyi, yani felsefecilerin sanatı anlatmak için kullandıkları soyut teorilerin sanata katkısı hakkında ilginç açıklamalar getirmiştir. Kant After Duchamp (1997) sanatçı Duchamp ile felsefeci Kant’ı karşı karşıya getirerek sanatın bir ‘obje’ olarak ne olduğunu irdeler.4Thierry de Duve, 1977, Kant After Duchamp, MIT Press. De Duve’nin Kant’ın tartışmalarından çıkardığına göre hiçbir kuram sanatı anlatamaz. Eğer ‘sanatı’ Kant’ın ‘güzel’i olarak sanatı koyarsak, o vakit her şey sanat olabilir. Bütün tarih boyunca sanatın ne olduğunu anlatan hiçbir şey yoktur; tarih boyunca sanat hep kendini inkâr ederek gelişmiş, sonunda, çağımızda, bu inkârı benimsemiştir. Modern sanatın tarihi sürekli bu inkârın ifadesidir.5Aynı eser, s.21. Kantçı bağlamda sanatın ne olduğu üzerinde fikir birliği gerekmez.
Duchamp’ın Pisuvar’ından itibaren 20. ve 21. yüzyıllar sürekli avant-garde’ı yakalamaya çalışan bir sanat yaratmıştır. Bunun arkasında farklı nedenler olduğu kadar (I. ve II. Dünya Savaşları, teknoloji ve sanayi), sanatçının artık başka türlü yarışa katılamayacağının bilincinde olması vardır. Amerika’nın başını çektiği kapitalizm özellikle 1950’lerin sonundan itibaren piyasanın, medyanın ve sokak yaşamının acımasız gerçeklerini ve banal görüntülerini karşımıza değer olarak getirir.
Bu gerçeklik içinde iki düşünür sanat dünyasını zıt değerlerle tanıtmaya çalıştılar: Arthur Danto ve Joseph Margolis. Bugün geçerli olan iki zıt anlayışı onların felsefesi ile tanıtmaya çalışacağım. O vakit, sanırım duvara muz yapıştıranı ya da Anselm Kiefer gibi hâlâ insanlığın acılarını ifade etmeye çalışan sanatçıları daha iyi anlayabileceğiz.
Sanatın Sonu veya Kendimizi Anlamak: Arthur Danto ve Joseph Margolis
Arthur Danto (1924-2013) sanat düşüncesini Hegel’in 19. yüzyıl başında ileri sürdüğü, sanatın sonunun geldiği iddiasına göre biçimlendirmiştir. Çizgisel bir tarih anlayışı ile sanata bakan Hegel için tarihsel süreçte sanatın hedefi kendini biçim ve temsil olarak yok ederek ruhsal bir oluşum ve ideada son bulmasıdır. Hegel’e göre: “Bütün bu nedenlerden ötürü, sanat bizim için, en üstün gelişimi ile geçmişe aittir.”6Georg Wilhelm Friedrich Hegel, ‘The philosophy of Fine Art’, Philosophies of Art and Beauty, 1976, ed. Alfred Hofstadter & Richard Kuhns, The University of Chicago Press, s.392 (çeviri yazara ait) Danto kapitalizmin acımasız maddeciliğinde Hegel’in iddiasının temelini bulacaktır. Danto’ya göre sanat yapılmaya devam edecektir ama artık aynı sanat olmayacaktır. Danto’nun Anselm Kiefer’in 20. yüzyıl savaşlarını dokunaklı bir pentür ile dile getiren resimlerini geçmiş işler olarak tanımlaması, sanatın insan için önemine inanan Joseph Margolis ile uzun süren tartışmalara yol açar. Danto geçerli olan sanatı Andy Warhol’un tavrında bulur. Artık sanat, görünüşünde ya da temsilinde değil, sanatçının amacında gerçekleşir. Sanatçı işini sanat olarak yaptıysa, yaptığı sanattır. Danto bunu örneklemek için Warhol’un çamaşır deterjanı (Brillo) kutusunun aynısını tahtadan yapıp sergilediği işini günün gerçek sanatı olarak seçer.
Danto’nun The Transfiguration of the Commonplace metninde iddiası sanatçının seçimi ve amacı ile herhangi bir şeyin sanat olabileceğidir.7Arthur C. Danto, 1981, The Transfiguration of the Commonplace, Harvard University Press, Massachusetts Andy Warhol meşhurların fotoğraflarının renk renk baskıları, Mao’nun –öğrenci kıyımına rağmen– büyük afişleri, idam sehpasının, Amerikan dolarının baskıları gibi popüler ilgiye cevap veren işleri sanat piyasasının en uç noktada kapitalist örneklerini sunarak, Leo Castelli gibi avant-garde olduğunu iddia eden galeriler ile bütün dünyayı saran bir para mekanizması yaratmıştır. Bugün duvara yapıştırılan bir muza ya da internet imajlarından üretilen işlere milyonlarca dolar verenler için sanatın tinsel niteliklerinin herhangi bir değeri yoktur.
Tinsellik Hayatta: Anself Kiefer
Buna karşın, 2023 Venedik Sanat Festivali kapsamında devasa tuvallerini Doge Sarayının duvarlarında sergileyen Anself Kiefer gibi, günümüz insanının durumunu, göçleri, açlık ve ölümü konu ederek sanatın, Yunan trajedilerinden bu yana, insanla ve insanın tinselliği ile olan ilgisini canlandıran sanatçılar hâlâ var; her ne kadar genelde sanat piyasasının içinde yer almasalar da sanatın tinselliğinde bir gerçek olduğunu gören felsefeciler hâlâ var. Joseph Margolis (1924-2021) Arthur Danto söylemlerine karşı güçlü tartışmalar geliştirir. Onun için sanat işi maddi bir gerçekten ibaret değildir. Bir resim tuval ve boyadan ibaret değildir, sanatçının ruhunu ve toplumun değerlerini içerir ve onları tarih boyunca yaşatır. Margolis What, After All, Is a Work of Art? kitabındaki aynı isimli metninde sanat için şöyle bir tarif verir: “Sanat işleri fiziksel olarak bedenleşmiş, kültürel olarak beliren varlıklardır.”8Joseph Margolis, 1999, ‘What, After All, Is a Work of Art’?, What, After All is a Work of Art?, The Pennsylvania State University Press, s.68 (çeviri yazara ait) Danto ve Hegel’in sanatın sonu söylemlerine karşı, aynı kitapta ‘The History of Art After the End of the History of Art’ (Sanat Tarihinin Sonundan Sonra Sanat Tarihi) isimli metninde ise şöyle diyor: “…Tarihin geçmişi bizim gelişen tarihimizin bir ürünüdür.”9Aynı eser, s. 39 Margolis’e göre “…Tarihi modern sanatın önemini, Warhol ve Rauschenberg’in tarih-sonrası-pop sanatını inşa ederek de değiştirebilirsiniz. “Eğer bunu yapabilirseniz…” her şey göreceli olur, diye bitiriyor. Ve aynı sayfada ekliyor: “Sanat tarihini anlamak kendimizi anlamaktan farklı bir şey değildir.” 10Aynı eser, s.39
Margolis’in tarih boyunca felsefecilerin anlamaya çalıştığının kendimizi anlamaktan farklı olmadığını ileri sürmesi, sanatın insanla ilişkisini ve insanın tinselliğinin ve öneminin sanatta belirdiğini savunması binlerce yıldır felsefenin çelişkilerine ve birçok kuramsal soruna güçlü bir dille çözüm getirmiştir.
Notlar
[1] 19. yüzyıl sonlarından itibaren “sanat felsefesi” alanı “estetik” disiplini içinde yer almaya başlamıştır.
[2] Martin Heidegger, 1975, ‘The Origin of the Work of Art’ (ilk baskı 1936), Poetry, Language, Thought, Perennial Books
[3] Erwin Panovsky, 1955, Meaning in the Visual Arts, Doubleday and Co. Inc.; Hans-Georg Gadamer, 1977, The Relevance of the Beautiful, Cambridge University Press; Martin Heidegger 1971, (ilk baskı 1936) ‘The Origin of the Work of Art,’ Poetry, Language, Thought, Harper Perennial; John Dewey, 1934, Art as Experience, Capricorn Books, New York.
[4] Thierry de Duve, 1977, Kant After Duchamp, MIT Press.
[5] Aynı eser, s.21.
[6] Georg Wilhelm Friedrich Hegel, ‘The philosophy of Fine Art’, Philosophies of Art and Beauty, 1976, ed. Alfred Hofstadter & Richard Kuhns, The University of Chicago Press, s.392 (çeviri yazara ait)
[7] Arthur C. Danto, 1981, The Transfiguration of the Commonplace, Harvard University Press, Massachusetts
[8] Joseph Margolis, 1999, ‘What, After All, Is a Work of Art’?, What, After All is a Work of Art?, The Pennsylvania State University Press, s.68 (çeviri yazara ait)
[9] Aynı eser, s. 39
[10] Aynı eser, s.39
Kaynaklar
Danto, Arhur, 1987, ‘The Artworld’, Philosophy looks at the Arts, Temple University Press, pp. 154-167