Karl Marx
Tarihte, birbirini izleyen farklı kültür biçimleri mefhumu G. W. F. Hegel’in düşüncesinde esas iken Marx’ta bunun yerini, ardışık üretim tarzlarınca belirlenen farklı toplumsal biçimler alır. Marx’ın böyle bir kültür kuramı yoktu. Söylediğim gibi, Hegel’in vardı ve tarih felsefesinin temeliydi. 19. yüzyılın sonlarında, Marx’ın bakış açısı, ekonomik altyapı/temel ve ideolojik, hukuki, siyasi üstyapı arasındaki durağan, mekanik ve determinist ayrımlardan ibaret, katı bir hâle geldi.
Frankfurt Okulu ise kültür ve ideolojiyi temel ve üstyapı arasındaki ayrıma değil, Marx’ın meta fetişizmi kuramına dayandırarak toplumsal süreçler ve bunların sonucunda meydana gelen toplumsal biçimler arasındaki dinamik bir ayrıma yöneldi, ki bu teori Marx’ta, Kapital‘in ilk cildinin ilk bölümünde ve Grundisse‘in tamamında klasik ifadesini bulur.
Şimdi Marx’ın meta fetişizmi kuramını ana hatlarıyla, kabaca anlatmaya çalışacağım. Eğer hakkında hiç bilginiz yoksa Kapital‘in ilk cildinin bu birkaç sayfasını okumanızı öneririm. Marx’a göre emtia, emek gücünün belli bir ücret karşılığında satıldığı bir toplumda üretilir ve artı değer, söz konusu bu emeğin ürünü işçi tarafından değil, girişimci ya da işveren tarafından kâr amacıyla satıldığında ortaya çıkar.
Bu, üreticinin ya da işçinin, emeğinin ürününü doğrudan kendi tükettiği ya da sattığı kapitalizm öncesi veya kapitalist olmayan toplumlardaki durumla tezat teşkil eder. Bu toplumlarda işçi iş gücünü satmaz, ürüne kattığı değeri doğrudan elde ederdi. Dolayısıyla meta yani kapitalist koşullarda üretilmiş ürün, iki bileşenden oluşur: kullanım değeri ve değişim değeri.
Bir şeyin kullanım değeri, o şeye özgü nitelikler demektir. Bir elmanın tadı veya giydiğiniz montun sıcaklığı gibi. Değişim değeri ise aksine bir metanın başka bir metaya oranla karşılık geldiği değerdir ve genellikle para cinsinden ifade edilir. O hâlde değişim değeri bir oranken, kullanım değeri ürünün somut nitelikleridir.
Kullanım ve değişim değeri arasındaki ayrımın bir sonucu da değişim değerinin, yani fiyatının, ürünün ayrılmaz bir parçasıymış gibi gözükmesidir. Değişim değerinin ürünün özüne ait bir şey olduğu sanılır ve insanlar arasındaki belirli toplumsal ilişkilerin ve etkinliklerin bir ifadesi olduğu anlaşılmaz.
Marx şöyle der: “Üretimin toplumsal niteliği, ürünün toplumsal biçimi ve bireylerin üretimdeki payı burada meta içinde yabancı ve nesnel bir şey gibi görünür.” “İnsanlar arasındaki belirli bir toplumsal ilişki, şeyler arasındaki ilişki biçiminde hayali bir kılığa bürünür.” İşte, can alıcı cümle; Marx’ın fetişizm dediği şey budur; bu, aslında belirli toplumsal ilişkilerin bir ifadesi olan bir şeye “kendinde şey” imişçesine davranmaktır.
Frankfurt Okulu insanlar arasındaki gerçek toplumsal ilişkilerin, şeyler arasındaki ilişkilere dönüştürüldüğü ve böylece yanlış anlaşıldığı fikrinin, toplumsal süreçler, toplumsal kurumlar ve bilinç arasındaki ilişkiye dair bir model oluşturduğuna inanıyordu. Bu model, ekonomik temel ve ideolojik üstyapı ayrımından farklı olarak, kurumsal ve ideolojik oluşumları salt bir gölge olaya ya da ekonomik temelin basit bir yansımasına indirgemeyecek; kültür gibi toplumsal biçimlerin toplumsal determinizmine ve göreli özerkliğine sosyolojik bir açıklama sağlayacaktı. Yani, bir şeyin hem toplumsal olarak belirlendiğini hem de kısmen özerk olduğunu söyleme imkânı vermiştir.
Marx, örneğin, meta fetişizminin yol açtığı yanılsamalar yanlıştır demiyor; aksine, bu yanılsamalar zorunlu ve gerçektir, ancak yine de yanılsamadır diyor. İşte bu, Frankfurt Okulu’nun Georg Lukács’tan itibaren “şeyleşme” dediği, Marx’ın kendisinin kullanmadığı, fakat çeşitli nedenlerden Marx’ın kendisiyle ilişkilendirilmiş kavramdır. Nitekim şeyleşme kavramını benimsemeleri, Marx’ı farklı yorumlama konusunda, Frankurt Okulu mensuplarına büyük bir özgürlük sağlamıştır. Hatta meta fetişizmi, oldukça farklı tarih felsefelerini, farklı siyasi görüşleri ve kültür kuramlarını desteklemeye başlamıştır. Frankfurt Okulu’nun Marx uyarlaması hakkında söyleceklerim bu kadar.
Friedrich Nietzsche
Şimdiyse Frankfurt Okulu’nun Nietzsche’ye olan ilgisinden bahsedeceğim. Nietzsche’nin fikirlerinin, 20. yüzyıl sağ toplum kuramcıları ve siyasetçilerince suistimali gayet olağandır. Oswal Spengler’i veya Ernst Jünger’i duymuşsunuzdur. Ancak Nietzsche’nin 20. yüzyıl sol kuramcıları üzerinde muazzam bir etkisinin olduğu pek bilinmez. Bilhassa ilgilendiklerimiz arasında bu durum, en çok Bloch, Horkheimer, Benjamin ve Adorno için geçerlidir. Nietzsche niçin ilgilerini çekmişti? Nietzsche ile pek çok sebepten ilgilenmişlerdi ve şimdi bunları kısaca sıralayacağım.
Nietzsche, Hegel’in tarihte nihai bir erek veya hedef, gelecekteki ideal bir toplum ya da çelişkilerin uzlaştırılması fikrine dayanan tarih felsefesi anlayışını reddetti. Nietzsche bu görüşü reddederek çelişki kavramını, iyimser tarih felsefesine uyguladı. Örneğin tarihsel değişim süreci, tüm ideallerin tersine dönebilmesi fikri, Horkheimer ve Adorno’nun daha sonra “aydınlanmanın diyalektiği” adını vereceği şeydir.
Nietzsche’ye ilgi duyuyorlardı çünkü Nietzsche, geleneksel felsefi özne kavramını eleştirdi. Bu geleneksel felsefi özne kavrayışı, Marksizmin bazı yorumlarında, örneğin varoluşçu Marksizmde benimsenmişti ve bilincin birliğinin, bütün gerçekliğin temeli olduğunu kabul ediyordu. Buna karşılık Frankfurt Okulu, toplumsal gerçekliğin bilinç durumlarının toplamına indirgenemeyeceğine inanıyordu. Buradan yola çıkarak toplumsal gerçekliğin, insanların algısına indirgenemeyeceğini, öznelliğin toplumsal bir kategori olduğunu ve öznellik biçimlerinin toplumsal belirleniminin tahlilinin önemini vurguladı.
Nietzsche’yle ilgilenmelerinin bir üçüncü sebebi Nietzsche’nin felsefesinin “güç istenci” fikrine dayanmasıdır. Frankfurt Okulu da herkesi eşit derecede etkileyen ve klasik özgürleştirici proleter sınıfı bilincinin oluşmasını engelleyen yeni anonim, evrensel, siyasi ve kültürel tahakküm biçimlerini tahlil etmekle ilgileniyordu.
Bu ilginin dördüncü sebebi ise Nietzche’nin yaşadığı dönemin burjuva kültürüne bir saldırı başlatmış olmasıydı. Marx gibi o da “burjuva darkafalılığı”ndan söz etmiştir. Frankfurt Okulu da toplumsal çelişkilerin sözümona “popüler” ve “ağırbaşlı” kültürde nasıl yeniden ortaya çıktığını göstermek istemiştir. Bunu, hem avama hem havasa karşı eşit mesafede bir eleştiri gibi düşünebilirsiniz, hatta bu ayrımı tümüyle reddetmiştir.
Frankfurt Okulu’nun Nietzsche’ye ilgisinin son sebebi ise Nietzsche’nin Yunan toplumunda trajedinin doğumuna dair kökten sosyolojik ve Alman düşünce geleneğinin aksine Yunan toplumunu idealleştirmeyen bir analiz sunmasıdır. Bu, Frankfurt Okulu’na, gelişmiş kapitalist toplumdaki edebî türlerin tahlili için bir çerçeve sağlamıştır. Frankfurt Okulu içeriktense edebî biçimler üzerinde durdu.
Sigmund Freud
Son olarak Frankfurt Okulu’nun Freud’a ilgisine dair birkaç söz söylemek isterim. Eğer geleneksel özne kavramı kabul edilemez ise onun yerini ne alacak? Frankfurt Okulu, Freud’un kuramlarını, öznelliğin toplumsal oluşumunu ve bunun gelişmiş kapitalist toplumdaki çelişkilerini açıklamakta kullandı. Psikoanalitik kuramın, ekonomik ve siyasi süreçlerle bunlardan doğan kültürel biçimler arasındaki bağlantıyı sağlayacağını düşündü.
Ancak, Freud’un geç dönem açıkça ve doğrudan sosyolojik eserlerine, örneğin Uygarlığın Huzursuzluğu‘na yönelmedi. Freud’un en temel psikoanalitik kavramlarının tahliline dayanan bir yorum geliştirdi. Freud’un bireyselliğin mutlak veya doğuştan gelen bir şey değil, bir oluşum, bir yaratım olduğu görüşüyle özellikle ilgilendi. Gelişmiş kapitalist toplumlarda özerkliğin yitimi ya da bireyselliğin çöküşü üzerine, en başta özerklik ya da bireysellik sayılan şeyi idealleştirmeyecek bir kuram geliştirmek istediler.
Freudcu kuram, Frankurt Okulu tarafından, geç kapitalist toplumda otoritenin kabulü ve yeniden üretilmesine dair araştırmalar; faşizmin başarısını incelemek ve açıklamak; kültür endüstrisi kavramını geliştirmek ve bunun, bilinç ile bilinçaltındaki etkilerini irdelemek; son olarak geç kapitalist toplumda kültürel ve estetik deneyimin mümkün olup olmadığı üzerine genel bir soruşturma gibi birçok önemli çalışmada kullanıldı.1Bu yazı Gillian Rose’un Marxist Modernism: Introductory Lectures on Frankfurt School Critical Theory kitabından alınmıştır.