Anlam Makinesi Olarak Kurmaca: Anne Ben Düştüm mü?
Kurmaca eserlerin gerçeklikle ilişkisini anlamak ve kurmacanın insan zihni üzerindeki etkilerini tartışmak, Beliz Güçbilmez’in söyleşisinin temel konularından biri. Bu videoda, Güçbilmez, kurmaca sanatının anlam üretme biçimini ele alıyor. Kurmacanın bir “anlam makinesi” olarak çalışma prensiplerini, onun gerçeklikle olan ilişkisini ve yazar-okur dengesini değerlendiriyor.
Kurmaca ve Gerçeklik
Güçbilmez, kurmacayı, gerçeklikle karışma ihtimali olan ancak tam da bu karışmaması için belirli bir çerçeveye alınan bir sanat biçimi olarak tanımlıyor. Tiyatrodan romana, sinemadan hikâyeye kadar uzanan bu alan, gerçeklikle olan benzerliğine rağmen, ondan farklı bir mantıkla çalışır.
Kurmaca, gerçekliği birebir kopyalamaz; aksine, onu düzenleyen ve anlamlı hale getiren bir yapıdır. Bu yüzden Güçbilmez, “kurmacalar bir anlam makinesidir” derken, aslında bu mekanizmanın zihnimizde nasıl çalıştığını özetlemektedir.
Kurmaca ve Tasarım
Her iyi kurmaca eseri, içinde bütünsel bir tasarım barındırır. Güçbilmez’in verdiği Anna Karenina örneğini düşünelim: 240 karakter, olaylar ve detaylar arasındaki ilişkiler rastgele değil, bilinçli bir şekilde kurulmuştur. Kurmacalar, böylece zihnimizin gerçek hayatta eksikliğini hissettiği nedensellik bağlarını tamamlamamıza yardımcı olur.
Gerçek hayatta, neden-sonuç ilişkisini tam anlamıyla kurmak her zaman mümkün değildir. Ancak kurmaca, tekil bir tasarımcısı (yazarı) olduğu için, okuyucuya bütünsel bir anlam sunar. Bu sayede kurmacalar, gerçekliğin karmaşıklığını anlama ve düzenleme aracımıza dönüşür.
Yazar, Okur ve Anlamın Üretimi
Kurmacanın anlamı tek başına yazar tarafından belirlenmez; okur da bu anlamın üretiminde aktif bir rol oynar. Umberto Eco’nun Gülün Adı eserine dair verdiği örnek, okurun bazen yazarın bile farkında olmadığı bağıntıları kurabildiğini gösteriyor. Bu da, kurmacaların okurun zihin dünyasıyla etkileşim içinde değişen ve gelişen yapısını ortaya koyuyor.
Güçbilmez, kurmacaların “erken yapay zekâlar” gibi çalıştığını söylüyor. Nasıl ki yapay zekâ, veri akışına dayalı olarak anlam üretirse, kurmacalar da içinde barındırdığı detayların birbiriyle ilişkisini şekillendirerek anlam oluşturur.
Sansür, Otosansür ve Yaratıcılık
Sanat ve edebiyat üzerinde baskı unsuru oluşturan en tehlikeli etkenlerden biri otosansürdür. Güçbilmez, yazarın “Bu yazdığım karakter beni temsil eder mi?”, “Bu metin yanlış anlaşılır mı?” gibi kaygılarla kurmaca üretmesinin, sanatın özüne zarar verdiğini belirtiyor. Bu kaygı, karakterlerin fazla idealize edilmesine ve söyleyecek sözün sansüre uğramadan önce kendi içinde şekillendirilmesine yol açar.
Kurmacanın temel amacının gerçekliği bizzat kopyalamak olmadığını vurgulayan Güçbilmez, sanatın didaktik bir işlev görmek zorunda olmadığını da hatırlatıyor. “Sanat herkes içindir ve herkesle konuşmalıdır” diyerek, okurun bir eser karşısında kendisini “eksik” hissetmemesi gerektiğini dile getiriyor.
Sonuç
Beliz Güçbilmez’in “anlam makinesi olarak kurmaca” tanımı, kurmacaların sadece bir hikâye anlatma aracı olmadığını, aksine zihinsel düzeni yeniden kurmaya yardımcı olan bir sistem olarak çalıştığını ortaya koyuyor. Kurmacalar, yazar ve okur arasındaki dinamik ilişki sayesinde çoğul anlamlar yaratır ve bu da onu sadece bir sanat formu değil, aynı zamanda bir düşünme biçimi haline getirir.
Sansür ve otosansür gibi engellere rağmen, kurmacalar dünyayı anlamlandırma ve duyguları yönlendirme gücüne sahiptir. Bu yüzden sanatçılar, kurmacaların “anlam makineleri” olduğunu unutmadan, yaratıcılıklarını cesurca sürdürmelidir.
Editör: Kerim Can Kara