Hiçbir şey başlamaz ve hiçbir şey bitmez,
Bu, ağıt yakarak ödenmez,
Çünkü başkalarının acısıyla doğarız,
Ve kendi acımızda yok oluruz.1Francis Thomson, “Daisy,” şurada mevcut: www.poemhunter.com/poem/daisy-2/
İnsanlara ateist olduğumu söylediğim zaman, bazıları bana şu soruyu soruyor: “Ama Tanrı’nın var olmadığını kanıtlayamazsın, değil mi?” Benim buna yanıtım, duruma bağlı olarak, kısa veya uzun bir “evet” şeklinde oluyor. Kısa cevap gerekli, çünkü bazı insanlara kesin bir “evet” ya da “hayır” diyemiyorsanız, tam anlamıyla ateist olmadığınızı, bir şüphe ya da tereddüt ifade ettiğinizi düşünüyorlar ve ben de bu tür insanlara tam anlamıyla ikna olmuş bir ateist olduğumu açıkça belirtmek istiyorum. Ancak uzun cevap da entelektüel dürüstlük nedenleriyle gerekli. Orijinal sorunun cevabı birkaç önemli faktöre bağlı, en önemli ikisi “kanıt”tan ve “Tanrı”dan ne anladığımızdır.
İlk soruyu ele alalım: Birkaç olası kanıt ölçütü vardır; matematiksel kanıt, tüm makul şüphelerin ötesinde kanıt (ceza mahkemesinde olduğu gibi), olasılıklar dengesine dayalı kanıt (medeni mahkemede olduğu gibi) vb. gibi. Ben, Tanrı’nın var olmadığının tüm makul şüphelerin ötesinde kanıtlanabileceğine inanıyorum.
İkinci soruya gelince, filozoflar ve felsefi altyapıya sahip teologlar arasında Tanrı, standart olarak bir dizi metafiziksel özellik açısından tanımlanır: Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, mükemmel derecede iyi, sonsuz olan ve her yerde bulunan, evrenin yaratıcısı ve sürdürücüsü olan vb. gibi. Şüphesiz başka tanımlar yapmak da mümkün ve bu durumda hem lehte hem aleyhte diğer argümanlar önemli hale gelir. Ancak şu anki amaçlarımız için, standart olarak tanımlandığı şekliyle Tanrı’nın varlığını reddediyorum.
Böyle bir varlığın var olmadığını tüm makul şüphelerin ötesinde nasıl gösterebiliriz? Kapsamlı bir yol, Tanrı’nın varlığı lehine olan hiçbir argümanın başarılı olmadığını ve ardından en azından onun varlığına karşı olan bir argümanın başarılı olduğunu göstermekten ileri gelir. Burada, bu görevin ilk kısmını verili olarak alacağım ve yalnızca ikincisi üzerinde duracağım. Dahası, bu ikinci görevle ilgili olarak, iki olası strateji bulunur. Birincisi, Tanrı’nın tanımlayıcı özelliklerinde bir çelişki olduğunu göstermek olacaktır. Böylelikle Tanrı’nın var olduğunu söylemek, dört kenarlı üçgenler olduğunu veya en büyük asal sayının olduğunu söylemek gibi olacaktır.
Bu stratejinin başarılı olabileceğini söylemek isterim. Ancak bu yol, teknik, tartışmalı ve muhtemelen bazıları tarafından saçmalık olarak görülecektir. (Saçmalamaya karşı neredeyse evrensel olan önyargıyı hiç anlamıyorum. Doğru ile yanlış arasındaki fark, bir saç telinden daha ince olduğunda, saçmalama tam da ihtiyaç duyulan şeydir.) İkinci strateji, bu şekilde tanımlanan Tanrı’nın varlığının evren veya içindekiler hakkındaki yadsınamaz bir gerçekle bağdaşmadığını göstermekten ibarettir.
Bazı ateistler, insanın özgür iradesinin gerçekliğini, Tanrı’nın her şeyi bilmesiyle bağdaşmaz olarak ifade ederler. Tanrı, dün, bugün için kahvaltıda kahve içeceğimi biliyorsa, kahve seçimim nasıl özgür olabilir ki? Buradan yola çıkarak, kötülüğün varlığına, özellikle de acının ortaya çıkmasına odaklanarak, ateizm için daha ikna edici bir argüman dizisi oluşturabileceğimize inanıyorum.
İlk argüman dizisi kolayca ifade edilebilir: Tanrı her şeyi biliyorsa, dünyadaki tüm kötülükleri bilir ve eğer her şeye gücü yetiyorsa, kötülüğün meydana gelmesini önleme gücüne sahiptir ve dahası eğer mükemmel derecede iyiyse, tüm kötülüğü önlemek ister. Fakat kötülük vardır ve bu nedenle Tanrı yoktur. Burada, “Tanrı” kelimesiyle neyi kastettiğimizin nispeten kesin bir şekilde belirtilmesinin önemini görüyoruz. Onun varolmadığının kanıtı, varolması durumunda sahip olması gereken özelliklere bağlıdır.
Bu basit ve sezgisel olarak güçlü argüman dizisi 2.000 yıldan daha eskidir ve elbette o zamandan bu yana teistler tarafından öne sürülen bir dizi olası itiraz da mevcuttur. Bunların en yaygın olanı, sözde “daha büyük iyilikler” savunmasıdır. Bu yanıt, Tanrı’nın mükemmel derecede iyi olarak tüm kötülükleri önlemek isteyeceği şeklindeki yalın ifadeyi reddetmekten oluşur. Başka bir ifadeyle daha büyük iyilikler savunması, mütevazı bir şekilde şu iddiada bulunur: Mükemmel derecede iyi olan Tanrı, dengeleyici bir iyiliği engellemeden, engelleyemeyeceği kötülükler dışındaki tüm kötülükleri engellemek ister. Buna göre, eğer teist, dünyadaki kötülüğü fazlasıyla telafi eden, kötülüğün varlığı olmaksızın elde edilemeyecek bir iyilik bulabilirse, o zaman kötülükten kaynaklanan bu itirazı bertaraf etmiş olur.
Bu durumda bu türden dengeleyici iyilikler neler olabilir? Burada teist pozisyon iki kampa ayrılır. Bazen şüpheci teistler olarak adlandırılan ilk grup, açıkça şunu savunur: “Bu dengeleyici özelliklerin neler olduğunu bilmiyoruz. Ama böyle şeyler mevcuttur.” Bu savunma, teistin geçmişine dair bir mantıksızlık yaratabilir. Nitekim bir şüpheci, “Neden böyle şeyler var olmalı?” diye sorabilir. Teist, Tanrı’nın var olduğunu düşünmek için çok güçlü bağımsız sebeplere sahip olsaydı, bu soruya bir cevap verebilirdi. Keza Tanrı’nın var olduğu zaten kesinse, o zaman kötülüğe neden tahammül ettiğine dair iyi sebepler olması gerektiğini, onların ne olduklarını bilmesek bile, makul bir şekilde çıkarabilirdi. Benzer şekilde, çok sevdiğim bir kişinin görünüşte korkunç bir şey yaptığını duyarsam, oldukça mantıklı bir şekilde şöyle diyebilirim: “İyi sebepleri olmalı, çünkü onun korkunç şekilde davranan bir insan olmadığını biliyorum. Ama bu iyi sebeplerin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok.”
Teistin bu savunma hattını tamamen zayıflatmak için, Tanrı’nın varlığı lehine ileri sürülen argümanların hiçbirinin onun varlığını kabul etmek için geçerli bir sebep vermediğini göstermemiz gerekir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, ateist için eksiksiz bir süreç, Tanrı yanlısı argümanların yıkılmasının yanı sıra, ateist yanlısı argümanların da savunulmasından ileri gelir. Ancak tekrar ifade etmem gerekirse, bu yazının konusu, ikincisiyle alakalıdır.
Konumuza tekrar dönecek olursak, bazı dengeleyici iyilikler olması gerekiyorsa, teist neden bize bunların neler olduğunu söyleyemiyor? Klasik bir yanıt şu şekildedir: “Çünkü bu tür iyilikler olsa bile, zayıf sınırlı anlayışımız ve zayıf ahlaki gelişimimizle bunların ne olduğunu söyleyebileceğimizi düşünmek için hiçbir sebebimiz bulunmamaktadır.” İşler zorlaştığında, insan anlayışının sınırlarına yapılan bu itiraz her zaman şüphelidir. Fakat biz, teist için çıtayı düşürmeye çalışalım. İlahi olarak takdir edilen dengeleyici iyiliklerin gerçekte ne olduğunu sormayalım, ona sadece en azından olası adaylar olarak gördüğü şeylerin bir listesini soralım. Ama bu durumda bile, şüpheci teistler, olası bir dengeleyici iyilikler örneği düşünemez.
Bu, kısmen onların ahlaki sağduyularına bir övgüdür ve kısmen de konumlarının aşırı mantıksızlığını ortaya koyar. Onların ahlakına bir övgüdür çünkü şunu söylerler: “Holokost’un, transatlantik köle ticaretinin ve insanlık tarihinin dolu olduğu diğer tüm dehşetlerin kötülüğünü dengeleyebilecek hiçbir şey ama hiçbir şey düşünemiyoruz.” Öyleyse bu durumda onların konumları, tüm makul şüphelerin ötesinde dahi savunulamaz hale gelir. Onlar, “Parmak izlerimin cinayet silahında olduğunu biliyorum, kurbanın kanının tüm giysilerimde olduğunu biliyorum, suç mahallinden kaçarken görüldüğümü birçok güvenilir ve bağımsız tanık tarafından gördüm, ancak yine de tüm bunların masumiyetimi gösteren bir açıklaması olmalı. Açıklamanın ne olduğu hakkında kesinlikle hiçbir fikrim yok ve herhangi bir olası açıklama bile düşünemiyorum; sadece bir açıklama olması gerektiğine inanıyorum” diyen bir sanığın konumundadır. Eğer sanığın savunmasında söylenebilecek en iyi şey buysa, makul şüphelerin ötesinde haklı olarak suçlu bulunurdu.
Peki, evrendeki kötülükleri dengelemek için iyiliklere başvurmaya yönelik ikinci girişim olan, insanın özgür iradesinin varlığına başvurmak konusunda ne söyleyebiliriz? Tanrı’nın insanlara özgür irade armağanını verdiği ve kötülüklerin bu armağanın insanlar tarafından kötüye kullanılması nedeniyle ortaya çıktığı söylenir. Ahlaki olarak övgüye değer eylemin, büyük iyiliğinin mümkün olduğu herhangi bir dünyada, ahlaki olarak kötü eylemin de eşit derecede mümkün olması gerekir. Dahası, eylemlerimizin ahlaki olarak önemli olması için, eylemin sonuçlarının çok iyi veya çok kötü olması gerekir. Acı olmadıkça şefkat olamaz, yanlış olmadıkça bağışlama olamaz, ihtiyaç olmadıkça yardım olamaz vb gibi.
Bunun hemen çarpıcı derecede ikna edici olmayan bir düşünce dizisi olarak ortaya çıkması için söylenmesi yeterlidir. Bir haydut beni bacağımdan vurursa, bana bakan şefkatli bir kişi varsa, bu kesinlikle iyidir, ancak şefkatin iyi olmasının, haydudun beni ilk başta vurmasını haklı çıkaracak kadar büyük olduğunu söylemek saçmadır. Dünya, ne yaralanma ne de şefkat olmadan da daha iyi bir yer olurdu.
Ayrıca, suçluların yarattığı kötülük, genellikle kendilerine değil, masumlara zarar verir. Bir haydut kasiyeri vurur ve parayla kaçar, kârını maksimize etmeye çalışan bir petrokimya şirketi bir gölü kirletir ve yerel balıkçıları geçimlerinden mahrum eder. Kısacası, özgür iradenin kötüye kullanılmasının kurbanları genellikle masumlardır.
Her neyse, kötülüğün büyük bir kısmının insanların özgür iradelerini kötüye kullanmalarıyla hiçbir ilgisi olmadığı açıktır. 2004 tsunamisinde yaklaşık 225.000 kişi öldü ve çok daha fazlası evsiz ve yoksul kaldı. Ancak bu, insanların özgür iradelerini kötüye kullanmalarından kaynaklanmadı. Herhangi birinin yapabileceği hiçbir şey, tsunaminin gerçekleşmemesi sonucunu doğuramazdı veya gerçekleşse bile mucizevi bir şekilde acıya neden olamazdı. Eğer bir Tanrı varsa, o zaman tsunaminin gerçekleşmesine izin vermeyi seçmiştir, çünkü bunun çok büyük acılara neden olacağını biliyordur. Mükemmel derecede iyi bir Tanrı, bu tür doğal afetlerin düzenli olarak meydana geldiği ve insanlığa düzenli olarak büyük bir sefalet getirdiği bir dünyayı nasıl yaratabilir? Zira tsunami benzersiz değildir.
Bazı hesaplamalara göre, son 700 yılda, her biri bir milyondan fazla insanı öldüren 13 felaket yaşanmıştır.2http://across.co.nz/WorldsWorstDisasters.html Diyelim ki bir insan, bir milyon masum insanın öldürülmesini engelleme gücüne sahip, ancak bunu soğukkanlılıkla reddediyor, onun haklı olarak bir canavar olarak yargılanması kuvvetle muhtemeldir. Fail insan değil de ilahi ise durum neden farklı olsun? Bu felaketlere, insan özgür iradesiyle yapılan bir katkıyı (örneğin, insanların bir taşkın yatağı olduğunu bildikleri yerde, bir yanardağın yanında veya bir deprem bölgesi olduğunu bildikleri yerde yaşamayı seçmeleri vb. gibi) filtrelesek bile, insan kontrolünün ötesinde gerçekleşen muazzam miktarda görünüşte gereksiz acı elimizde kalır.
Kötülüğün, suçlanacak hiçbir insan özgür iradesi olmadan meydana geldiğine dair daha da çarpıcı bir örnek, insanlığın ortaya çıkmasından önce hayvanların çektiği acılarda bulunur. Muhafazakar bir varsayımda bulunalım: İnsanlığın ortaya çıkmasından yüz milyon yıl önce, acı çekebilen türler vardır. Bu varlıkların çoğu, acı dolu korkunç ölümlerle ölmüş olmalıdır. Diri diri yenmiş, susuzluktan veya açlıktan ölmüş, orman yangınlarında diri diri yakılmış, volkanik patlamalar ve depremler altında gömülmüş ve korkunç hastalıklara yakalanmış olmalıdır. İşte basında yakın zamanda bildirilen, hayvanların çektiği acıların devasa mozaiğinden küçük bir parça:3Observer, London, 4 Mayıs, 2008, şurada mevcut: www.guardian.co.uk/environment/2008/may/04/wildlife
Çiftçiler, kuzgunlar tarafından gagalanarak öldürülen buzağı, kuzu ve koyun sayısında artış olduğunu bildirdiler. Öldürülmeyen hayvanlar, kuşlar, gözlerini, dillerini ve karınlarının altındaki yumuşak etleri yerken acı içinde bırakıldılar.
Bu evrensel sefaletin devam etmesine izin vermeyi haklı çıkaran hangi dengeleyici iyilikler vardır?
Dahası, hayvanların çektiği bu muazzam acı, Tanrı’nın yarattığı dünyada önlenebilir bir şey olan, hayvanlar için çok uzun süren bir tür kötü şans olarak görülemez. Çünkü Tanrı (eğer varsa), otçullar ve etçiller olarak ikiye ayrılmış bir hayvanlar dünyası yaratmıştır. Bunun bir sonucu, bazılarının gelişmesinin kesinlikle diğerlerinin acı çekmesini gerektirmesidir. Ya bazı hayvanlar açlıktan ölecek ya da diğer hayvanlar parçalanıp yenecektir. Hayvanlar dünyası, yaygın ve aşırı acının kesinlikle kaçınılmaz olduğu şekilde kurulmuştur ve bu acının, insanların özgür iradeye sahip olmasından kaynaklandığı varsayılan faydalarla hiçbir ilgisi yoktur. En azından insanlar söz konusu olduğunda, bazılarının gelişmesi, pratikte ikisi el ele gitse bile, başkalarının acı çekmesini gerektirmez.
Dolayısıyla ulaştığımız konum şudur: Teistler bile dünyadaki acının varlığının en azından ilk bakışta Tanrı’nın varlığına karşı bir kanıt olduğunu kabul ederler. Onlar yaklaşık 2.000 yıldır bunun için makul bir açıklama bulmak için çabalamış, ancak başarılı olamamıştır. Bu nedenle bu itiraz, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen ve mükemmel derecede iyi bir Tanrı’nın varlığını reddetmek için güçlü bir gerekçe olarak kalmaya devam etmektedir.
Son Bir Değerlendirme
Yukarıda ifade ettiğim konumu, mantıksal olarak gördüğüm şekliyle tanımlamaya çalıştım. Ancak bazı rahatsız edici şüpheleri de kabul etmem gerekir. Bunlar, argümanların kendileri hakkında değil, argümanlar ile kendi inançlarım arasındaki ilişki hakkındaki şüphelerdir. Birkaç otobiyografik yorum bunu daha net hale getirecektir. Ergenliğimin başlarında, basit fikirli bir teizmi benimsediğim bir dönemden sonra, ergenliğimin sonlarında agnostik oldum. Yaklaşık 19 yaşımdan itibaren ateizme meylettim. Bir dönüşüm deneyimim, ani bir entelektüel çalkantım olmadı. Daha çok organik bir süreç gibiydi: Ateizme doğru serpildim. Bu geçiş, teizme karşı yeni ve güçlü bir itiraz keşfetmemin veya önceden aşina olduğum herhangi bir argümana daha fazla ağırlık vermemin ürünü değildir. Daha ziyade, gerçekleşen ve geriye dönüp bakıldığında doğru yönde geçişler gibi görünen, ancak hareketin doğru yönde olması nedeniyle gerçekleşmeyen entelektüel meyillerden biriydi.
Bir kez ateist olduktan sonra, hayatımın geri kalanında ateist olarak kaldım ve bunu, ilk ateist olduğumda tamamen farkında olmadığım teizmle ilgili argümanlarla ve ateist argümanlara teistik yanıtlarla karşılaşmama rağmen yaptım. Elbette teistik argümanların kanıtlanabilir şekilde zayıf olduğunu ve ateist argümanların (çoğunlukla) daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Ancak bazen teizm argümanlarını reddetmemin, ateizme daha önceki bir bağlılığın ürünü olduğu kadar, onların hatalarına dair entelektüel bir içgörünün ürünü olup olmadığını merak etmekten kendimi alamıyorum. F. H. Bradley’in meşhur bir şekilde ifade ettiği gibi: “Metafizik, içgüdüsel olarak inandığımız şeyler için kötü nedenler bulmaktır.”4F. H. Bradley, Appearance and Reality, (Oxford: Clarendon Press, 1968), p. x. Yukarıda ateizm için ileri sürdüğüm nedenlerin kötü olduğuna inanmıyorum, ancak içgüdüsel olarak inandığım şeyleri desteklediklerinden şüpheleniyorum.
Notlar
(1) Francis Thomson, “Daisy,” şurada mevcut: www.poemhunter.com/poem/daisy-2/
(2) http://across.co.nz/WorldsWorstDisasters.html
(3) Observer, London, 4 Mayıs, 2008, şurada mevcut: www.guardian.co.uk/environment/2008/may/04/wildlife.
(4) F. H. Bradley, Appearance and Reality, (Oxford: Clarendon Press, 1968), p. x.
Orijinal Başlık: How Benevolent Is God? An Argument from Suffering to Atheism
Yazar: Nicholas Everitt
Türkçeye Çeviren: Musa Yanık
Editör: Bekir Demir