Immanuel Kant, eserlerini 18. yüzyılın ikinci yarısında üretmiş ünlü bir Alman filozof. Bilişsel bilim, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış bir bilim dalı. Aralarındaki iki yüzyıl gibi uzun zaman farkı sizleri şaşırtmasın, bilişsel bilim Kant’a çok şey borçlu!
Bilişsel bilim, en yalın haliyle, konusu esas olarak insan zihni olan bilim dalı olarak tarif edilebilir. Tam da bu çetrefilli konusu itibarıyla, bilişsel bilim temel bir felsefi problem ile doğrudan karşı karşıya kalır. “İnsan zihni nasıl çalışır?” sorusunu bilimsel olarak yanıtlama girişimi, bir zihnin üçüncü şahısların doğrudan gözlemine kapalı bir ‘mekân’ olması dolayısıyla sonuçsuz kalmaya mahkûm görünür. Bilim, ‘objektif’ bir araştırmayı varsayar ve bu haliyle ‘farklı gözlemciler tarafından elde edilebilir’ veriler tarafından doğrulanabilmeyi talep eder. Halbuki, bir zihin sadece bir kişinin –o zihne sahip kişinin– gözlemine açık bir alandır ve tam da bundan ötürü insan zihninin işleyişini bilimsel açıklama girişimi, ‘düşük yapmaya’ yazgılı gibidir. Bilişsel bilimin olabilirliğine karşı bu tehdide, kapalılık tehdidi adını verelim.
Temel araştırma nesnesinin dış gözleme kapalı olmasının yanında, bilişsel bilimin önünde bir başka engel daha var gibi görünür. Varsayalım ki, insan zihni, deneyselci (empirist) filozofların düşünmeye meyilli oldukları gibi, dünya ile ilk tanışma aşamasında ‘boş bir levha’ olsun ve edinilen tüm temel kavramlar, dünya ile kurulan deneyimin bu levha üzerinde bıraktığı dolaysız izler (‘damgalar’) olsun. Bu durumda, insan zihninin ilginç bir araştırma nesnesi olma niteliği ciddi bir oranda zedelenmiş olacaktır çünkü pasif bir damgalanma ile malul bir yapı, üzerine derinlikli bir bilimsel araştırma yapmayı gerektirecek bir konu gibi görünmez. Bilişsel bilimin olabilirliğine karşı bu tehdide pasifleştirme tehdidi adını verelim.
Kant’ın zihin metafiziği, bilişsel bilimin karşılaşabileceği bu iki olası tehdidi etkisizleştirmede oldukça başarılı bir iş görür. Pasifleştirme tehdidi ile başlayalım. Kant, kendi zihin felsefesini felsefede bir tür devrim olarak tarif ediyordu: felsefede Kopernik devrimi! Kopernik, dünya-merkezli bir evren sisteminden güneş-merkezli bir sisteme geçişi savunuyordu; müthiş bir tersine çevirme. Kant’ın görüşüne göre, Kopernik’in evren tahayyülünde gerçekleştirdiği devrimin bir benzerini, zihin tahayyülünde de gerçekleştirmek mümkündür. Kant’ın zihin tahayyülüne ilişkin önerdiği devrimin temel fikri, zihni bilgi üretimine aktif olarak katılan bir yapı olarak görmektir. Zihin, nesnesi kendisine pasif olarak sunulan bir yapı değil, nesnesinin inşasında aktif olan bir yapı. Örneğin, Kant’a göre, nedensellik kavramı/kategorisi, zihnin duyu deneyimlerine bir form kazandırmak için başvurduğu önsel olarak verili yapıtaşlarından biridir. Bildiğimiz haliyle bir duyu deneyimi, halihazırda nedensellik kavramı ile bir form kazandırılmış olarak bize sunulur ve Kant’a göre, böylesi bir form kazandırılmamış bir duyu deneyiminin ne olabileceği hakkında bir fikrimiz yoktur. Bir duyu deneyiminin olanaklılık koşulu olarak zihin tarafından önsel olarak sağlanan bir kavram olarak nedensellik!
Kant’ın zihin felsefesinde önerdiği devrim, bilişsel bilimin karşılaştığı pasifleştirme tehdidini doğrudan yok eder. Eğer zihin Kant’ın iddia ettiği gibi işleyen bir mekanizma ise bu durumda ilginç bir bilimsel araştırma konusu ile karşı karşıyayız demektir: Zihin tarafından önsel olarak sağlanan yapıların ortaya çıkarılması olarak bilişsel bilim!
Bilişsel bilimin önündeki yukarıda ifade ettiğimiz diğer olası engel ile devam edelim: kapalılık tehdidi. Kant’ın önsel yapıların ortaya çıkarılması konusunda önerdiği yöntem, kapalılık tehdidinin panzehri olarak iş görür. Kant, bu yönteme ‘aşkın çıkarım’ (transcendental deduction) adını verir. Aşkın çıkarım yöntemi şu şekilde işler: Bir araştırma nesnesi, X, ele alalım ve X’in nasıl mümkün olduğunu soralım. Eğer bu soru, sadece gözlemlenebilir olgulara atıfla açıklanabilirse o zaman sorunun yanıtını orada sonlandırabiliriz. Eğer X’in nasıl mümkün olduğuna ilişkin soru sadece gözlemlenebilir olgulara atıfla açıklanamaz ise o zaman gözlemlenmemiş olgulara dair bir çıkarımda (aşkın çıkarım!) bulunuruz. X’in nasıl mümkün olduğu sorusu yanıt bekleyen bir sorudur ve eğer yanıt gözlemlenebilir olan’dan çıkarılamazsa ‘perde arkasında’ var olan birtakım başka yapılara başvurmak zorunlu hale gelir.
Aşkın çıkarım yöntemi, kapalılık tehdidini etkin bir biçimde savuşturur. Varsayalım ki, incelemek istediğimiz Y adında bir bilişsel beceri var ve diyelim ki, Y’nin nasıl mümkün olduğu sorusunu Y’ye sahip kişilerin gözlemlenebilir davranışları ile açıklayamıyoruz. Ve yine varsayalım ki, Y’nin nasıl mümkün olduğu sorusu, dış gözleme kapalı bir takım zihin yapıları ile yanıtlanabilir olsun. Bu durumda, aşkın çıkarım yöntemi, bu zihin yapılarının varlığına dair bir çıkarımı destekleyecektir. Zihin dış gözleme kapalı olabilir ama bu zihni objektif bir araştırma nesnesi olmaktan çıkarmaz!
Bilişsel bilim, aşkın çıkarım yöntemine sıklıkla başvurur. En iyi bilinen örneklerden biri, Sternberg’in kısa süreli hafıza üzerine yaptığı araştırmada vücut bulur. Sternberg’in deneyinde kişilere bazı sayılar (örneğin, 2, 3, 6, 8) kısa bir süre için gösterilir ve sonrasında belirli bir sayının (örneğin 3) gösterilen listede olup olmadığı sorulur. Kişilerin bu soruya verdiği yanıt ‘evet’ ise A çubuğunu hareket ettirmeleri, ‘hayır’ ise B çubuğunu hareket ettirmeleri istenir ve kişilerin tepki süreleri –rakamın gösterilmesi ile çubuğun indirilmesi arasında geçen süre– not edilir.
Deneydeki kişiler, belirli bir sayının önceden verilen listede olup olmadığı sorusunu nasıl yanıtlıyor olabilirler? Zihin bu görevi nasıl yerine getiriyor? Üç farklı olasılık düşünelim1Owen Flanagan, The Science of the Mind, s. 186.:
- Zihin her şeyi aynı anda görür. Bu hipoteze göre, zihin verili listenin tüm üyelerini aynı anda görür ve soruyu buna göre yanıtlar.
- Kendini sonlandıran sıralı arama. Bu hipoteze göre, zihin verili listeyi soldan sağa tarar. Eğer bir eşleşme varsa o noktada durur. Eğer bir eşleşme yoksa listenin sonuna kadar sırayla ilerler.
- Kapsamlı sıralı arama. Bu hipoteze göre, zihin verili listeyi soldan sağa tarar ve bir eşleşme olsa da olmasa da listenin sonuna kadar sırayla ilerler.
Karşımızda zihnin belirli bir görev karşısında nasıl iş görebildiğine dair üç farklı hipotez var. Doğru olan hipotezin hangisi olduğuna nasıl karar verebiliriz?
Bu aşamada, tepki sürelerine dair veriler devreye girer. Bu üç farklı hipotez, farklı tepki süreleri öngörüsünde bulunur. Örneğin, ilk hipotez doğru ise (a) ilgili rakamın listedeki yerinin tepki süresinin üstünde bir etkisinin olmaması, (b) olumlu yanıtlar ile olumsuz yanıtlar arasında bir süre farkının bulunmaması ve (c) listenin uzunluğunun tepki süreleri üstünde bir etkisinin olmaması beklenir. İkinci hipotez doğru ise, (a′) ilgili rakamın listedeki yerinin tepki süresi üstünde bir etkisinin olması, (b′) olumsuz yanıtların olumlu yanıtlardan daha uzun bir süre alması ve (c′) listenin uzunluğunun tepki süreleri üstünde bir etkisi olması beklenir. Son olarak, üçüncü hipotez doğru ise, (a) ilgili rakamın listedeki yerinin tepki süresinin üstünde bir etkisinin olmaması, (b) olumlu yanıtlar ile olumsuz yanıtlar arasında bir süre farkının bulunmaması ve (c′) listenin uzunluğunun tepki süreleri üstünde bir etkisi olması beklenir.
Sternberg’in deneyden edindiği tepki sürelerine dair veriler bu üç farklı hipotezden sadece biriyle uyumludur ve o da kapsamlı sıralı arama hipotezidir. Bu durumda, zihne ait kısa süreli hafıza mekanizmasının nasıl çalıştığına dair bu üç farklı hipotezden hangisinin seçilmesi gerektiği sorusu yanıtını bulmuş olur. Buradaki çıkarım, tipik bir aşkın çıkarım örneğidir. Deneyde elde edilen tepki süreleri verileri nasıl mümkün olabilir? Üç farklı hipotezden sadece biri –kapsamlı sıralı arama– bu tepki süreleri verileri ile uyumludur, öyleyse zihnin kısa süreli hafızası kapsamlı sıralı arama yapıyor olmalıdır.
Bilişsel bilim, Kant’a çok şey borçludur; hem konusu hem de yöntemi bakımından!
Notlar
(1) Owen Flanagan, The Science of the Mind, s. 186.