Kapitalizmin Kurbanları

Kafka’da İşçi ve Kadının Dönüşümü

Kafka’nın Gregor’unun grotesk dönüşümü, işçinin yalnızca bir üretim aracına acımasızca indirgenmesinin ürpertici bir metaforudur. Sisteme katkı sağlamayanın toplumda yeri yoktur.
Okuma listesi
Editör:

“Şimdiye kadar var olan tüm insan toplumlarının tarihi, sınıf mücadelelerinin tarihidir.”

Karl Marx

Belki de hiçbir alıntı Dönüşüm‘ün özü olan sınıf mücadelesini daha iyi anlatamaz. Bazıları beni sınıf mücadelesine sağlıksız bir saplantıyla suçlayabilir, bu ithamı doğrulamayacağım gibi inkâr da etmeyeceğim. Ancak sınıf mücadelesinde ısrarım, nevrotik bir dışavurum olmaktan çok Kafka’nın eserinin acı verici apolitik analizlerine karşı bir tepkidir.

Ne yazık ki ana akım edebiyat eleştirmenleri Gregor Samsa’nın kasvetli kaderini bürokratik bir kâbus olarak ve belki, ama sadece belki, kapitalizme karşı küçük bir eleştiri şeklinde ele alma eğilimindedir –aman sakın aklınıza getirmeyin!

Yine de Dönüşüm‘ü Gregor’un sınıfsal gerçeklerini kabul etmeden tartışmak, ölüm nedeninden bahsetmeden bir cesedi incelemeye benzer. Gregor, ailesinin beklentilerini sırtında taşıyan talihsiz bir ruh değildir; işçi sınıfının bir üyesidir ve onun grotesk dönüşümü rastgele bir dehşet eylemi değil, kapitalizmin birey üzerindeki etkilerinin bir tezahürüdür. Gregor bir böceğe dönüştüğünde, ailesinin trajik tepkisi kazara değil, sermayenin mantığı tarafından dikte edilen kaçınılmaz bir reaksiyondur. Onlar için değeri, üretkenliğiyle doğru orantılıdır ve artık bir kâr aracı olamadığında, feda edilebilir hale gelir; artık sevilen bir oğul olmaktan çok ekonomik bir yüktür. Dönüşüm, kapitalizmin fabrika duvarlarının ötesinden evlere nasıl sızdığını, aile bağlarını soğuk ve çıkarcı ilişkilere nasıl dönüştürdüğünü ortaya koyar. Samsalar, tuhaf bir trajediyle uğraşan talihsiz bir aileden ibaret değildir; kârın sevgi, görev ve temel insan nezaketinden daha üstün olduğu burjuva toplumunun bir yansımasıdırlar.

Kapitalizmin mantığı

Kafka, bu kasvetli gerçeği hiç vakit kaybetmeden kitabın ilk sayfalarında ortaya koyar:1Kafka, F. (2014). Dönüşüm. İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Gregor Samsa bir sabah huzursuz rüyalardan uyandığında kendini yatağında devasa bir böceğe dönüşmüş halde buldu.

Bu ikonik açılış cümlesi, okuyucuyu gerçeküstü ve grotesk dünyasına sürükler ve hemen modern yaşamın eleştirisini ortaya koyar. Gregor’un dönüşümü yalnızca kişisel bir kâbus değil, kapitalist toplumda var olan yabancılaşmanın bir tezahürüdür. Samsa, kapitalist sistemin işleyen bir üyesi olarak geçmiş yaşamının kalıntıları olan “huzursuz rüyalardan” uyanır. Bu rüyalar, sistemin içinde var olamamanın Gregor ürerinde yarattığı psikolojik baskıyı göstermektedir. Buradaki “uyanma” eylemi, fiziksel değişimiyle birleşince onun yeni gerçekliğini ifade eder: Bir işçi sistemin dışına çıktığında, geri dönüşü yoktur. Kapitalist sistemin dışına çıkan birey toplumun da dışındadır.

Gregor’un grotesk dönüşümü, işçinin yalnızca bir üretim aracına acımasızca indirgenmesinin ürpertici bir metaforudur. Kapitalist düzende, bir bireyin değeri yalnızca ekonomik çıktısıyla ölçülür; artık kâr elde edemedikleri anda, elden çıkarılabilir hale gelirler. Bu, Samsa ailesinin Gregor’un başkalaşımına verdiği tepkiyle acı bir şekilde açıklığa kavuşturulur.

Ancak Grete’nin sözleri anneyi oldukça tedirgin etmişti; bir adım yana çekildi, çiçekli duvar kağıdındaki kocaman kahverengi lekeyi fark etti ve gördüğü şeyin aslında Gregor olduğunu fark etmeden önce yüksek ve sert bir sesle bağırdı: ‘Aman Tanrım! Aman Tanrım!’ ve kollarını tamamen terk ederek kanepeye yığıldı ve kıpırdamadı.

Burada anlatıcı, Gregor’un annesinin onu dönüşümünden bu yana ilk kez duvarda gördüğü anı anlatır. Onu ziyaret etme konusundaki ilk arzusuna rağmen, yeni formuyla karşılaştığında dehşete kapılır. İnsan bedeninin geri döneceğine dair belli belirsiz bir umut beslemesine rağmen, önündeki böceği bir zamanlar tanıdığı oğluyla bağdaştıramaz. Tepkisi yalnızca duygusal sıkıntıya dayanmaz; daha derin bir ideolojik koşullanmayı yansıtır. Hikâyenin başlarında, Gregor işe zamanında uyanamadığında –dönüşümünün ortaya çıkmasından önce bile– annesinin ilk tepkisi paniktir, onun iyiliği için endişe duymaz. İçgüdüsel olarak, Gregor’un bir işçi olarak rolünü yerine getirmeye devam etmesini sağlamak, kapitalizmin acımasız mantığını pekiştirmektir.

Gregor’un yeni formunu tanımlamak için kullanılan dil ve ‘böceğin’ seçimi de önemlidir. Bazı çeviriler ayrıntılardan kaçınarak onu belirsiz bir “ucube haşere” olarak bırakırken, diğerleri ona ‘hamamböceği’ der. Terim ne olursa olsun, ima aynı kalır. Kapitalist sisteme uyum sağlayamayanlar sistem için bir böcek kadar iğrenç, değersiz ve rahatsız edicidir. Bu böceğimsi bireyler, olabildiğince çabuk yok edilmelidir. Gregor çalışma yeteneğini kaybettiği anda, ailesinin gözünde insanlığını yitirir. Bu yüzden Gregor’un dönüşümü fiziksel olduğu kadar da metaforiktir. Yeni keşfettiği işe yaramazlık, artık kârlı olmadıklarında bir kenara atılan sayısız işçinin kaderini yansıtan hızlı bir yabancılaşmaya yol açar. Ailesinin ona karşı büyüyen kızgınlığı trajik bir yanlış algılama değil, kapitalizmin mantığının acımasız bir göstergesidir: Sisteme katkı sağlamayanın toplumda yeri yoktur.

Burjuva toplumunun annesi ile Babası: Aile

Kafka’nın Dönüşüm‘ü Gregor’un ailesini kapitalist ve ataerkil değerlerin sömürüyü sürdürmek için kesiştiği burjuva toplumunun bir yansıması olarak sunar. Samsa hanesi katı bir ataerkil yapı içinde işler: Yaşlılık nedeniyle çalışamayan ‘Baba’ figürü otoritesini korur, anne ev içi alana hapsedilir, Gregor’un kız kardeşi Grete konservatuvara gider. Gregor, ailenin geçimini sağlamanın mali yükünü tek başına taşır. Bir işçi olarak rolü yalnızca ailenin hayatta kalması için değil, aynı zamanda boyunduruk altına alınması için de merkezidir.

Bu dinamik, bazı unvanların –Baba ve Patron– sanki isimleriymiş gibi büyük harfle yazılmasıyla daha da vurgulanır. Bu isimleştirme, sınıf ve cinsiyete dayalı hiyerarşilerin bireysel kimliği nasıl gölgelediğini vurgular. Özellikle Gregor’dan hiçbir zaman “İşçi” olarak söz edilmez ve annesi de “Anne” olarak tanımlanmaz. Anne ve Gregor’un unvanlarının kullanılmaması kapitalist düzen için değersizliklerini işaret eder: Gregor bir işçi olarak değersiz ve anne bir ev hanımı olarak Babanın otoritesine ikincil olarak görülür. Burjuva toplumlarında aile birimi, gücün ataerkil figürlerde yoğunlaştığı ve diğerlerinin onlara hizmet etmek için var olduğu daha geniş toplumsal hiyerarşiyi yansıtır.

Gregor hem kamusal hem de özel alanda paralel baskılar yaşar. İş yerinde Patron tarafından taciz edilirken, evde, aynı kapitalist disiplini fiziksel şiddet yoluyla uygulayan Babanın otoritesine tabi tutulur. Gregor’un dönüşümünden sonra, Baba oğlunu korumak veya beslemek yerine, onu baskılar. Öyle ki babasının son saldırganlık eylemi –Gregor’a elma fırlatması– Gregor’un ölümüne yol açan son darbedir:

Babası büfedeki meyve kasesinden ceplerini doldurmuştu ve şimdi, bir an bile doğru nişan almadan, elma üstüne elma fırlatıyordu… Ancak, hemen ardından atılan bir diğeri Gregor’un sırtına gerçekten sert bir şekilde saplandı… Ancak Gregor sanki çivilenmiş gibi hissetti ve tüm duyuları tamamen karışmış bir şekilde uzanmış bir şekilde yatıyordu.

Dini ve ekonomik çağrışımlarla dolu bir sembol olan elma, Gregor’un sistemden son kovuluşunu işaret eder. Çivilenmiş ifadesi, Hristiyan imgelerini çağrıştırır ve kurban benzeri bir acıyı ima eder. Gregor, artık işe yaramadığı için kendi ailesi tarafından feda edilen bir işçidir.

Gregor kapitalist sömürünün yükünü çekerken, Samsa ailesinin kadınları bu sömürünün gizli destekleyicileri olarak hizmet eder. Patriyarka, kadınları ücretsiz ev içi işlere hapsederek erkek emeğini sürdüren kapitalizmin sessiz motorudur. Grete ve annesinin iş gücünden dışlanması, Gregor’un eğitimi, refahı ve sömürülmeye devam etmesi için gereklidir. Ödenmeyen bu emekleri, kapitalist çerçeve içinde cinsiyet eşitsizliğini normalleştirir. Ancak Gregor artık geçinemediğinde, her iki kadın da çalışma hayatına çaresiz işçiler olarak girmeye zorlanır.

Gregor’un eski kazançları ile annesi ve kız kardeşinin toplam ücretleri arasındaki çarpıcı ekonomik eşitsizlik, kritik bir soruyu gündeme getirir: Gregor, anne ve kız kardeşin birleşik maaşları yetersiz kalırken, tüm aileyi tek başına nasıl geçindirebilir? Bu karşıtlık, kapitalizmin cinsiyete dayalı içsel sömürüsünü ortaya koyar. Kadınlar iş gücüne eşit olarak gerçekten ‘entegre’ edilmezler; bunun yerine, ucuz emekleri ve kârlılıkları nedeniyle değer görürler. Kapitalizm, kadınlara ekonomik ve sosyal bir getiri sunuyormuş gibi görünse de nihayetinde onları sömürülebilir bir iş gücü haline getirerek onları sadece boyunduruk altına alır.

Kutsal Aileye İhanet

Dönüşüm‘deki Kapitalizm yalnızca Gregor’u yok etmekle kalmaz, aynı zamanda gerçek aile sevgisini de aşındırır ve ilişkileri soğuk, ekonomik işlemlere indirger. Bu, Gregor’un babasına nasıl hitap ettiğinden bellidir. Gregor, roman boyunca ondan asla “babam” diye bahsetmez, yalnızca “Baba” olarak bahseder ve kişisel bağ duygusunu ortadan kaldırır. Herhangi bir yakınlıktan yoksun olan bu başlık, babanın bir sevgi kaynağı olmaktan çok bir otorite figürü olarak rolünü ifade eder. Samsa evinde ataerkil ve ekonomik yapılar ilişkileri dikte eder, sevgiyi güç ve yükümlülükle değiştirir. Gregor, babasının koruması altında değil, onun ilahi otoritesi altında yaşar ve bu, kapitalizmin işçilerinden mutlak itaat talep etme biçimini yansıtır.

Gregor’un ölümü, kapitalist hegemonyanın toplumsal değerler üzerindeki zaferini simgeler. Bu, hiçbir yerde Grete ile olan ilişkisinden daha belirgin değildir. Romanın başında, Gregor’un Grete’ye olan duygusal bağlılığı ekonomik alanı aşmış gibi görünür. Gregor, Grete’nin konservatuvar eğitimini hem maddi hem de duygusal olarak destekliyor ve kapitalizm altında kârsız olan sanatsal bir tutkuyu sürdürmesine olanak sağlıyordur. Ancak Gregor artık çalışmadığında, Grete’nin sevgisi tiksintiye dönüşür. Gregor’un durumuna duyduğu iğrenme yalnızca onun fiziksel dönüşümüne değil, ekonomik yararsızlığına da bir tepkidir. Tutumundaki bu değişim, aralarındaki bağın asla koşulsuz olmadığını ortaya koyar. Gregor, ona göre, nihayetinde bir geçim sağlayıcı, bir amaca ulaşma aracıdır.

Bu çarpıcı ihanet, Grete’nin aileyi Gregor’dan kurtulmaya ikna etmesiyle daha da belirginleşir: “Gitmeli!” diye haykırdı Gregor’un kız kardeşi. “Tek çözüm bu, Peder. Bunun Gregor olduğu fikrinden kurtulmaya çalışmalısın. Uzun zamandır buna inanmış olmamız, tüm sorunlarımızın köküdür.” Bu tam bir arkadan bıçaklamadır. Gregor’un bir zamanlar en yakın hissettiği kişi olan Grete onun kaderini mühürleyen kişidir. Sözleri, kapitalizmin aile bağlarını ne kadar derinden bozduğunu göstermektedir: Bir birey ekonomik olarak üretken olmaktan çıktığı anda, gözden çıkarılabilir hale gelir. Samsa hanesi, bireylerin yalnızca emekleri için değer gördüğü bir müdür-memur ilişkisi olarak işlev görür. Gregor’un çalışamaması onu sevilen bir kardeşten, kaldırılması gereken bir yüke dönüştürür.

Gregor Samsa öldüğünde bile, sadece bir atık olarak muamele görür. Ailesi ona onurlu bir ölüm vermeyi reddeder, bunun yerine onu bir yükten kurtulurcasına terk eder. Bedenine bile kendileri dokunmazlar; hizmetçi, onu bir çöpmüş gibi evden çıkarmak zorunda kalır ve kalıntılarını törensiz bir şekilde süpürür. Gregor’a yönelik bu muamele, Samsa ailesinin kapitalist ideolojinin soğuk pragmatizmine tam olarak inişini vurgular. Aile artık onu bir oğul olarak değil, işlevsel bir amaca hizmet etmediğinde atılacak bir nesne olarak görür. Aile, onun ölümünü yas tutmak yerine, rahatlamayla karşılar; bu, bireylerin yalnızca faydaları için değer gördüğü kapitalist bir topluma tamamen asimile olduklarının bir işaretidir.

Ailenin dikkatini Grete’nin geleceğine çevirdiği son sahne bu fikri pekiştirir. Samsalar kaybettikleri oğulları için yas tutmak yerine, odaklarını Grete’ye uygun bir koca bulmaya kaydırırlar. Grete, kendi arzuları ve kimliği olan bir birey olarak tanınmak yerine, sermaye olarak görülür; geleceğini güvence altına alacak bir evlilik işleminde takas edilecek bir şey:

Sessizliğe dalıp neredeyse bilinçsizce gözleriyle iletişim kurarak, onun için iyi bir koca bulmalarının vaktinin geldiğini düşündüler. Ve yolculuklarının sonunda kızlarının ilk ayağa kalkan ve genç bedenini esneten kişi olması, yeni hayallerinin ve iyi niyetlerinin bir teyidi gibiydi.

Burada Grete’nin bedeni ve gençliği metalaştırılır, finansal istikrar için takas edilecek varlıklar olarak ele alınır. Bu, yalnızca evlilik yoluyla geleceğini güvence altına alma eylemi değil, daha ziyade ailenin, sevgi ve ilişkilerin ekonomik işlemlere indirgendiği kapitalist değerleri benimsemesinin doruk noktasıdır. Grete’nin bedenini ‘esnetme’ eylemi, kapitalist sistemlerin sıklıkla başvurduğu, kadınların fiziksel varlığını nesneleştirme biçimlerinin sembolü haline gelir. Onun genç bedeni artık bir metadır ve değeri, finansal olarak avantajlı bir evliliği cezbetme becerisiyle belirlenir.

Bu nedenle Gregor’un ölümü, Samsalar için bir dönüm noktası olarak hizmet eder ve kapitalist bir dünya görüşünde tamamen asimile olmalarını işaret eder. Bu, bireylerin insanlıkları için değil, ekonomik işlevleri için değer gördüğü bir dünyadır. Bu sistemin ataerkil alt akımları Grete’nin kaderinde de belirgindir. Kapitalist toplumda, bir kadının değeri genellikle evlilik yoluyla yerini güvence altına alma becerisiyle ölçülür ve kadınları eş, anne ve bakıcı rollerine indirgeyen ataerkil yapıyı sürdürür. Grete’nin bir bakıcıdan evlenilebilir değere sahip bir nesneye dönüşümü, kadınların kapitalist toplum içinde sınırlandırıldığı, limitet işlemsel rolleri vurgular. Vücudu, birincil işlevi aile için finansal istikrarı sağlamak olan bir ticaret nesnesi olan ataerkil kapitalizmin devamı için bir alan haline gelir.

Bu dinamik yalnızca aile işlev bozukluğunun bireysel açıdan eleştirisi değil, aynı zamanda kapitalist toplumun insan ilişkilerini sistematik olarak nasıl metalaştırdığına dair daha geniş bir yorumdur. Kapitalizm altında, insanlar da dahil olmak üzere her şey faydasına, ekonomik değerine indirgenir. Grete’nin şefkatli bir kız kardeşten evliliğe hazır bir kadına dönüşümü, kadınların kimliklerinin, değerlerinin öncelikle öngörülen rolleri yerine getirme kapasiteleri tarafından belirlendiği, ataerkil ve kapitalist üretkenlik ideallerine uyacak şekilde nasıl şekillendirildiğini yansıtır. Bu nedenle, vücudunun esnetilmesi yalnızca masum bir fiziksel rahatlama eylemi değil, onu evlilik pazarında satışa sunmaya çalışan kapitalist bir sisteme sembolik bir boyun eğme hareketidir. Ailenin Gregor’un yasını tutmaktan uzaklaşıp Grete’yi evliliğe hazırlamaya yönelmesi, kapitalizmin en saf haliyle insan onurunu ve bireysel özerkliği nasıl yok ettiğini ortaya koyuyor. Hem Gregor hem de Grete insanlıktan çıkarılıyor; Gregor atık olarak atılıyor ve Grete finansal güvenlik için satılmaya hazır, gelecekteki bir gelin olarak metalaştırılıyor.

Tabiyetin Tabiiliği

Bu kasvetli dönüşümü tasvir ederek Kafka, kapitalizmin içsel insanlıktan çıkarma eğilimini vurguluyor: bireyleri faydacı işlevlerine indirgeme eğilimini. Böyle bir sistemde, insan karmaşıklığına, bireyselliğe veya piyasa değerinin dışında aşka yer yoktur. Grete’nin kaderi, özellikle kadınların bedenlerinin kendilerine ait olmadığı, bunun yerine ekonomik ve ataerkil ihtiyaçlara hizmet etmek üzere şekillendirildiği kapitalist toplumun taleplerine nasıl tabi olduklarının çarpıcı bir hatırlatıcısıdır.

Bu nedenle Dönüşüm yalnızca bir bürokrasi eleştirisi değil, aynı zamanda kapitalizmin aile yapısı üzerindeki aşındırıcı etkisinin daha geniş bir kınaması olduğunu yansıtan bir eserdir. Gregor’un yabancılaşması, Samsa ailesinin pragmatizmi ve gerçek aile bağlarının nihai olarak parçalanması yoluyla Kafka, kapitalizm altında en içten duyguların yer tuttuğu ailenin bile kârın tiranlığına karşı korunaklı olmadığını ortaya koyar. Gregor’un başına gelenler sadece bireysel bir trajedi değil, kapitalizmin insanlıktan çıkaran doğasının bir kanıtıdır. Dönüşüm bize çarpıcı bir uyarıdır: Kâr ve kişisel çıkar tarafından yönetilen bir dünyada, gerçek duygusal bağlar kaybolur. Çekirdek aile yapısı bile kapitalizmin bireyleri yabancılaştıran ve değersizleştiren etkisinden azade değildir.

Günümüzde Dönüşüm

Dönüşümün bize anlattıkları sade bir kitap analiziyle kalmayıp, şu anda içinde bulunduğumuz durumu da bize anlatıyor. Yıllardır süregelen hukuksuz ve otoriter uygulamaların ardından, işçiler ve kadınlar artık susmuyor. Açlık sınırının altında yaşamaya zorlanan işçiler, her gün şiddet tehdidiyle karşı karşıya kalan kadınlar; yaşam hakkı, emek hakkı ve eşitlik talebiyle sokaklara döküldü. Bozkurt sembolleriyle sol parti bayraklarının yan yana durduğu bu öfke dolu meydanlarda, görünürde karşıt fikirler bile aynı safta buluşuyor. Çünkü baskı büyüdükçe, ortak düşman hepimizi birleştiriyor.

Bugün Türkiye’de rejim ne işçiye yaşam hakkı tanıyor ne kadına beden bütünlüğü. “Aile yılı” adı altında kadını eve hapsetmeye çalışan, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilerek şiddeti teşvik eden bir iktidarın niyeti çok açık: kadının yalnızca doğurganlığıyla var olduğu, emeğinin yok sayıldığı bir düzen inşa etmek. Bu, Nazi Almanya’sının aile politikalarını ve toplumsal cinsiyet normlarını çağrıştırıyor.

İşçilerse bu rejimde sadece birer üretim aracı. Grev hakkı engelleniyor, sendikalaşan işçiler işten atılıyor, taşeron sistemle hakları gasp ediliyor. Polis, patronların değil, halkın karşısında saf tutuyor. Direnen işçiye cop, zam isteyen emekçiye gözaltı, hak arayanlara tazyikli su düşüyor. “Polis de emir kulu” denilerek normalleştirilen bu şiddet, aslında halktan değil, sermayeden ve erkek egemen düzenden yana olduğunu açıkça gösteriyor. Mevcut rejim, kadınları sokaktan, işçileri sendikadan, gençleri üniversitelerden uzak tutmak için her aracı kullanıyor. Öğrencilerin, kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin, azınlıkların maruz kaldığı baskı münferit değil, bir sistemin ürünü. Bu sistemde devlet, iktidarı koruyor. Halka değil sermayeye hizmet ediyor. Ve bizler bu düzenin artık işlemediğini biliyoruz. Kadınlar hayatlarını karartan erkek-devlet şiddetine karşı sokaklarda. İşçiler, emeğinin yok sayılmasına karşı direniyor. Gençler, gelecekleri için mücadele ediyor. Uzun yıllar boyunca baskıyı en yoğun haliyle bizler yaşadık. Ve biz sustukça, baskı büyüdü. Şimdi ise sokaklar dolu. Çünkü artık sadece “öteki” sayılanlar değil, toplumun her kesimi tehdit altında. Rejim halkın karşısına dikildiğinde, biz burada, sokaklarda olmalıyız. Çünkü bizler hem yaşamın hem direnişin öznesiyiz.

 

* Bu yazı ilk olarak Discorsi dergisinde İngilizce olarak yayımlanmıştır. Discorsi 2025, 1. Sayı

Bunları okudunuz mu?