Ekran Devrimi

Okuryazarlık-Sonrası Toplum ve Medeniyetin Sonu

Ortalama bir insan artık günde yedi saatini ekrana bakarak geçiriyor. Okuma devrimi, tarihteki en büyük bilgi transferini sıradan insanlara sağlamıştı; ekran devrimi ise tarihte sıradan insanlardan bilginin en büyük gaspını temsil ediyor.
Okuma listesi
Çeviren:
Editör:
Redaksiyon:
Cultural Capital (Substack)
Özgün Başlık:
The Dawn of the Post-literate Society And the End of Civilisation
19 Eylül 2025

Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimsenin kalmayacağı şeklindeydi.

– Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence

Matbaa Çağı

Modern tarihin en önemli devrimlerinden biriydi; ancak ne bir kan dökülmüştü, ne bombalar atılmıştı, ne de bir hükümdarın kellesi alınmıştı.

Belki de hiçbir büyük toplumsal dönüşüm bu denli sessizce gerçekleşmemiştir. Bu dönüşüm, sallanan koltuklarda, kütüphanelerde, kafelerde ve derneklerde gerçekleşti.

Olan şey şundan ibaretti: 18. yüzyılın ortalarında çok sayıda sıradan insan okumaya başladı.

Matbaanın icadını takip eden birkaç yüzyıl boyunca okuma, büyük ölçüde bir seçkin uğraşı olarak kaldı. Ancak 1700’lü yılların başına gelindiğinde, eğitimin yaygınlaşması ve ucuz kitapların sayısının artmasıyla beraber okuma alışkanlığı, orta sınıflar arasında hatta toplumun daha alt sınıfları arasında hızla yayılmaya başladı. O dönemde yaşayan insanlar çok önemli bir şeyin gerçekleştiğini anlamışlardı. Birdenbire herkes, her yerde okumaya başlamıştı, erkekler, kadınlar, çocuklar, zenginler, yoksullar… Okuma, bir “hastalık”, bir “delilik”, bir “salgın”, bir “çılgınlık” olarak tanımlanmaya başlanmıştı. Tarihçi Tim Blanning’in yazdığı gibi, “muhafazakârlar dehşete düşmüş, ilericiler ise memnuniyet içindeydiler, ki bu da, hiçbir sosyal sınır tanımayan bir alışkanlıktı.”

Bu dönüşüm bazen “okuma devrimi” olarak da bilinir. Bu, bilginin daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde demokratikleşmesiydi ve tarihte sıradan erkek ve kadınların eline geçen en büyük kazanımdı.

Britanya’da 18. yüzyılın ilk yarısında sadece 6.000 kitap yayımlanırken, aynı yüzyılın son on yılında ise yeni çıkan kitapların sayısı 56.000’i geçmişti. 1700’ler boyunca Almanya’da yarım milyondan fazla yeni yayımlanmış eser boy gösterdi. Tarihçi Simon Schama, “18. yüzyıl Fransası’nda okuryazarlık oranının, ABD’nin 20. yüzyılın sonunda ulaştığından bile daha yüksek” olduğunu yazacak kadar ileri gitmişti.

Okuma devrimi, okurların bir zamanlar hayatlarını iki veya üç kitabı okuyup yeniden okuyarak geçirdikleri “yoğun” okumanın aksine, yeni bir tür “kapsamlı” okumayı popülerleştirdi. İnsanlar ellerine geçirebildiği gazeteleri, günlükleri, tarihî, felsefi, dinî, edebî kitapları, kısaca her şeyi okumaya başladı. Kitaplar, broşürler ve süreli yayınlar matbaalardan su gibi akmaya başladı.

Bu dönem, muazzam düşünce ve bilgi eserlerinin çağıydı: Encyclopédie, Samuel Johnson’ın Dictionary of the English Language, Edward Gibbon’un Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi, Immanuel Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi. Tanrı, tarih, toplum, siyaset ve hatta hayatın anlamı ve amacı üzerine yeni ve radikal fikirler Avrupa’yı hızla sardı.

Daha da önemlisi, matbaa, insanların düşünme biçimini değiştirdi.

Basılı eserler dünyası, düzenli, mantıklı ve rasyoneldir. Kitaplarda bilgi sınıflandırılır, kavranır, birbirine bağlanır ve yerine yerleştirilir. Kitaplar argümanlar sunar, tezler ortaya atar ve fikirler geliştirir. Medya teorisyeni Neil Postman, “Yazılı sözü benimsemek, önemli ölçüde sınıflandırma, sonuç çıkarma ve akıl yürütme yetisini gerektiren bir düşünce çizgisini takip etmek demektir” diye yazmıştı.1Neil Postman, Amusing Ourselves to Death, 1985. [Türkçe çevirisi: Televizyon: Öldüren Eğlence, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı, 2017, ss. 69-70. –ed. n.]

Postman’ın da işaret ettiği gibi, 18. yüzyılda basılı kültürün büyümesi ile aklın yükselen itibarı, batıl inançlara duyulan düşmanlık, kapitalizmin doğuşu ve bilimin hızlı gelişimi arasında bir ilişkinin olması tesadüf değildir. Diğer tarihçiler, 18. yüzyılda okuryazarlığın artmasını Aydınlanma’ya, insan haklarının doğuşuna, demokrasinin ortaya çıkışına ve hatta Sanayi Devrimi’nin başlangıcına bağlamışlardır.

Dolayısıyla, bugün bildiğimiz dünya, okuma devrimiyle şekillendi.

Karşı Devrim

Bugünlerde ise bir karşı devrim döneminden geçiyoruz.

Okuma devriminin insan bilgisi için yeni bir çağ başlatması üzerinden üç yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen bugün kitaplar ölüyor.

Sayısız çalışma, okuma alışkanlığının serbest düşüşte olduğunu gösteriyor. Ekran çağının en karamsar 20. yüzyıl eleştirmenleri bile, bugünkü krizin boyutlarını tahmin etmekte zorlanırdı.

ABD’de, keyif için okuma oranları son yirmi yılda yüzde kırklık bir düşüş yaşadı. Birleşik Krallık’ta ise yetişkinlerin üçte biri okumayı tamamen bıraktığını ve Ulusal Okuryazarlık Vakfı (National Literacy Trust) çocukların okuma oranlarında “şok edici ve iç karartan” bir düşüş olduğunu söylüyor; bu oranlar, şu an kayıtlardaki en düşük seviyede. Yani, yayıncılık endüstrisi krizde: Yazar Alexander Larman’ın yazdığı gibi, “bir zamanlar on binlerce, hatta yüz binlerce satacak kitaplar, artık dört haneli rakamlarda satış yapabilirse şanslı sayılıyor.”2Alexander Larman, “The grim economics of publishing: How it’s increasingly hard to make any money out of writing books”, Contra Mundum from Alexander Larman (Substack), https://alexanderlarman.substack.com/p/the-grim-economics-of-publishing

Okuma oranlarındaki düşüş: ABD’de boş zamanlarını okuyarak geçiren gençlerin oranı. Açık mavi: Nerdeyse hiç, Lacivert: Nerdeyse her gün

En çarpıcı olan ise, Ekonomik Kalkınma ve İş Birliği Örgütü’nün (OECD) 2024 yılının sonlarında yayınladığı bir rapora göre,3https://www.oecd.org/en/about/news/press-releases/2024/12/adult-skills-in-literacy-and-numeracy-declining-or-stagnating-in-most-oecd-countries.htm çoğu gelişmiş ülkede okuryazarlık seviyelerinin “düşüşte veya durgunlukta” olduğunun tespit edilmesidir. Eskiden bu türden bir istatistikle karşılaşan bir sosyal bilimci, bunun nedeni olarak savaş veya eğitim sisteminin çöküşü gibi toplumsal bir krizden geçildiğini zannedebilirdi.

Ancak olan şey şuydu: 2010’ların ortalarında gelişmiş ülkelerde akıllı telefonların yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıydı. Şüphesiz ki o yıllar, insanlık tarihinde bir dönüm noktası olarak hatırlanacak.

Akıllı telefon gibisi daha önce hiç var olmamıştı. Sinema ya da televizyon gibi önceki eğlence teknolojileri, izleyicinin dikkatini belirli bir süre çekmeyi amaçlarken, akıllı telefon tüm hayatınızı talep eder. Akıllı telefonlar kullanıcıları anlamsız bildirimler, anlamsız kısa videolar ve sosyal medyadaki öfke yemleriyle [rage bait] beslenen bir diyete bağımlı hâle getirmek, yani aşırı derecede bağımlılık yaratmak üzere tasarlanıyor.

Ortalama bir insan artık günde yedi saatini ekrana bakarak geçiriyor. Z kuşağı içinse bu sayı dokuz saat. The Times’ın yakın zamanda yayımladığı bir makaleye göre, günümüz öğrencileri uyanık geçirdikleri hayatlarının ortalama 25 yılını ekran kaydırarak geçirmeye mahkûmlar.

Okuma devrimi, tarihteki en büyük bilgi transferini sıradan insanlara sağlamıştı; ekran devrimi ise tarihte sıradan insanlardan bilginin en büyük gaspını temsil ediyor.

Üniversitelerimiz ise bu krizin en ön saflarında yer alıyor. Bugün, artık neredeyse tamamen kısa video, bilgisayar oyunları, bağımlılık yapan algoritmalar (ve giderek artan oranda yapay zekâ) dünyasında büyümüş olan, tam anlamıyla ilk “okuryazar sonrası” [post-literate] öğrenci kuşağını eğitiyorlar.

Gitgide yaygınlaşan mobil internet, bu öğrencilerin dikkat sürelerini yok ettiği ve kelime dağarcıklarının gelişmesini kısıtladığı için, zengin ve detaylı bilgi sunabilen kitaplar bu öğrencilerin birçoğu için erişilemez hâle geldi. ABD’de İngiliz edebiyatı öğrencileri arasında yapılan bir araştırmaya göre,4Susan Carlson, v.dğr., “They Don’t Read Very Well”, CEA Critic, 86(1), Mart 2024, https://muse.jhu.edu/article/922346 bu öğrencilerin Charles Dickens’ın Kasvetli Ev romanının ilk paragrafını bile anlayamadığını ortaya koydu. Oysa bu kitap, bir zamanlar çocuklar tarafından düzenli olarak okunurdu.5George Orwell, 1940’ta yayımlanan yeni bir çocuk okuma alışkanlıkları çalışması hakkında rapor yazarken, çocukların “gönüllü” bir şekilde Charles Dickens, Daniel Defoe, Robert Louis Stevenson, G. K. Chesterton ve Shakespeare’in eserlerini okuduğunu tespit etmişti. Orwell, bu çocukların “12 ila 15 yaşları arasında olup toplumun en yoksul sınıfına ait olduklarını” belirtir.

The Atlantic dergisinde yayımlanan “Kitap Okuyamayan Nitelikli Üniversite Öğrencileri”6Rose Horowitch, “The Elite College Students Who Can’t Read Books”, The Atlantic, 1 Ekim 2024, https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2024/11/the-elite-college-students-who-cant-read-books/679945/ başlıklı bir makale, bir profesörün tipik deneyimini şöyle aktarıyor:

Yirmi yıl önce, Dames’in derslerinde bir hafta Gurur ve Önyargı, diğer hafta ise Suç ve Ceza üzerine nitelikli tartışmalara girmek hiç sorun değildi. Şimdi ise öğrencileri, ona bu okuma yükünün altından kalkılamaz olduğunu söylüyorlar. Bunun sebebi sadece yoğun tempo değildi; öğrenciler genel olay örgüsünü akıllarında tutarken küçük ayrıntılara odaklanmakta zorlanıyorlar.

Bir başka umutsuz değerlendirmeye göre, “öğrencilerimizin çoğu işlevsel olarak okuryazar değil.” Bu durum, öğretmenler ve akademisyenlerle yaptığım görüşmelerde duyduğum her şeyle örtüşüyor. Konuştuğum Oxbridge’den bir öğretim görevlisi, öğrencileri arasında bir “okuryazarlıkta çöküş” yaşandığını anlattı.7James Marriott, “English literature’s last stand”, The New Statesman, 11 Haziran 2025, https://www.newstatesman.com/culture/books/book-of-the-day/2025/06/stefan-collini-review-english-literatures-last-stand

Üniversitenin en kadim işlevi olan bilgi aktarımı, gözlerimizin önünde yok oluyor. Anlama yetilerini yitirdikleri için, Shakespeare, Milton ve Jane Austen gibi, eserleri yüzyıllardır elden ele dolaşmış olan yazarlar yeni nesil okuyuculara ulaşamıyor.

Öğrenme geleneği, insanlık tarihi boyunca okuru okura bağlayan, değerli bir altın bilgi bağı gibidir. Bu bağ en son, Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında; barbar akınlarının sınırlara dayandığı, şehirlerin küçüldüğü, kütüphanelerin yakılıp yıkıldığı bir zamanda kopmuştu.8Peter Brown’u okuduğumu ve bunun, Geç Antikite’nin basit (yine de umuyorum ki teorik açıdan güçlü) bir karakterizasyonu olduğunu kabul ettiğimi belirtmek isterim. Gelgelelim, son dönemlerde moda olan, “Karanlık Çağlar”ı “Aydınlık Çağlar” olarak yeniden okuma girişimlerinin biraz da abartılı olduğunu düşünüyorum. Geç Antikite’de okuryazarlık oranları gerçekten de düşmüştü. Roma’nın eğitimli seçkinlerinin dünyası yerle bir olurken pek çok yazar ve edebî eser insan hafızasından silindi -ya sonsuza dek kayboldu ya da yüzlerce yıl sonra Rönesans döneminde yeniden keşfedildi.

İşte o altın bağ, bugün ikinci kez kopuyor.

Entelektüel Bir Trajedi

Okuma alışkanlığının çöküşü, çeşitli bilişsel yetenek ölçütlerinde düşüşlere yol açıyor. Okumanın; daha iyi bir hafıza ve dikkat süresi, daha iyi bir analitik düşünce, gelişmiş sözel akıcılık ve ileri yaşlarda daha yavaş bilişsel gerileme9Lana Barhum, “7 Health Benefits of Reading Every Day”, Verywell Health, Eylül-Ekim 2024, https://www.verywellhealth.com/benefits-of-reading-8723145?utm_source=chatgpt.com dahil olmak üzere bir dizi bilişsel faydası bulunuyor.10Jessica Stillman, “This Is How Reading Rewires Your Brain, According to Neuroscience”, Inc, 22 Şubat 2021, https://www.inc.com/jessica-stillman/reading-books-brain-chemistry.html?utm_source=chatgpt.com

2010’ların ortalarında akıllı telefonların piyasaya sürülmesinden sonra, öğrencilerin yeteneklerinin en ünlü uluslararası ölçümü olan küresel PISA puanları düşmeye başladı. John Burn-Murdoch’un Financial Times’da yazdığı gibi,11John Burn-Murdoch, “Have humans passed peak brain power?”, Financial Times, 14 Mart 2024, https://www.ft.com/content/a8016c64-63b7-458b-a371-e0e1c54a13fc öğrenciler anketlerde giderek daha fazla düşünmekte, öğrenmekte ve odaklanmakta zorluklar yaşadıklarını beyan ediyorlar. Aşağıda göreceğiniz üzere, 2010’ların ortasındaki dönüm noktasını fark edeceksiniz:

Geleceği İzleme (Monitoring the Future) araştırması, 18 yaşındaki gençlere düşünmekte, odaklanmakta veya yeni şeyler öğrenmekte zorluk çekip çekmediklerini soruyor. Lise son sınıf öğrencileri arasında zorluk çektiğini beyan eden öğrencilerin sayısı 1990’lar ve 2000’ler boyunca istikrarlı bir sayıdaydı, ancak 2010’ların ortalarından itibaren hızla yükselmekte.

Uluslararası PISA puanlarındaki düşüş. Mavi: Matematik puanları, Sarı: Okuma puanları, Kırmızı: Fen bilimleri puanları

Ve Burn Murdoch, bu bilişsel sorunların sadece okullar ve üniversiteler ile sınırlı olmadığını söylüyor. Bundan herkes etkileniyor: “Muhakeme ve problem çözme becerilerindeki düşüş sadece gençler ile sınırlı değil. Yetişkinler de benzer bir eğilim gösteriyor,12European Association for the Education of Adults (EAEA) – PIAAC Sonuçları, 11 Aralık 2024, https://eaea.org/2024/12/11/new-piaac-results-show-declining-literacy-and-increasing-inequality-in-many-european-countries-better-adult-learning-is-necessary/ düşüşler tüm yaş gruplarında görülüyor.”

Muhakeme ve problem çözme testlerindeki performans düşüyor. Yüksek gelirli ülkelerde farklı alanlardaki değerlendirmelerin ortalama puanları (genç ve yetişkin puanlarında farklı ölçekler kullanılır). Gençlerde; Fen Bilimleri, Okuma ve Matematik yer alırken, yetişkinlerde; Sayısal Okuryazarlık ile Okuryazarlık yer alıyor.

En ilginç ve aynı zamanda endişe verici olanı ise, 20. yüzyıl boyunca istikrarlı bir şekilde yükselen (sözde “Flynn etkisi”) ancak şimdi düşmeye başlamış gibi görünen IQ seviyesi.

Bunun sonucu yalnızca bilgi ve zekânın kaybı anlamına gelmiyor, bu, aynı zamanda insan deneyiminin trajik bir şekilde yoksullaşmasıdır.

Yüzyıllardır neredeyse tüm eğitimli ve zeki insanlar, insanlığın varoluş amacının ve hayatta bulduğu tesellilerin edebiyattan ve öğrenmekten geldiğine inanıyordu.

Klasikler, yüzyıllar boyunca Matthew Arnold’un meşhur ifadesiyle, “düşünülmüş ve söylenmiş en iyi şeyleri” barındırdığı için korunmuştu.

En büyük romanlar ve şiirler, bizi hayal gücüyle başka zihinlerin içine dahil ederek, bizi başka zamanlara ve mekânlara götürerek insan deneyimi algımızı zenginleştirir. Kurgudışı eserleri -bilim, tarih, felsefe, seyahatnâmeler- okuyarak, içinde yaşamak gibi bir ayrıcalığa sahip olduğumuz o olağanüstü ve karmaşık dünyadaki yerimizi derinlemesine kavrarız.

Akıllı telefonlar bizi bu tesellilerden mahrum bırakıyor.

21. yüzyılda yaygınlaşan ve çoğunlukla genç insanları etkileyen kaygı, depresyon ve amaçsızlık salgını, genellikle akıllı telefonların neden olduğu yalnızlaşma ve olumsuz sosyal karşılaştırmalardan kaynaklanıyor.

Ancak bu salgın aynı zamanda, ekran kültürünün amaçsızlığının, parçalanmışlığının ve bayağılığının da doğrudan bir ürünüdür; çünkü bu kültür; merak, anlatı, derin dikkat ve sanatsal doyum gibi derin insani ihtiyaçlara cevap vermekten tamamen yoksundur.

Zihinsiz Bir Dünya

Kültürün, eleştirel düşüncenin ve zekânın bu şekilde tükenip gitmesi, insan potansiyelinin ve insani gelişimin trajik bir kaybını temsil ediyor. Bu da aynı zamanda modern toplumların karşı karşıya kaldığı başlıca zorluklardan biridir. Geniş, birbirine bağlı, hoşgörülü ve teknolojik olarak gelişmiş medeniyetimiz, temelde okuryazarlığın teşvik ettiği karmaşık, rasyonel düşünce biçimleri üzerinde kurulmuştur.

Walter Ong’un Sözlü ve Yazılı Kültür eserinde yazdığı gibi, bazı karmaşık ve mantıksal düşünme biçimleri, okuma ve yazma olmaksızın basitçe öğrenilemez. Spontane konuşma esnasında detaylı ve mantıklı bir argüman üretmek neredeyse imkânsızdır, beceriksizce ifade edilmiş noktaları yeniden formüle etmeye çalışırken kaybolur, konuyu dağıtır, kendinizle çelişir ve dinleyicinizin kafasını karıştırırsınız.

Uç bir örnek olarak, birinin ünlü bir felsefi metni yalnızca konuşarak ifade etmeye çalıştığını düşünün. Örneğin Kant’ın 900 sayfalık Saf Aklın Eleştirisi, Ludwig Wittgenstein’ın Tractatus’u ya da Sartre’ın Varlık ve Hiçlik kitabı. Bunu yapmak imkânsız olurdu. Dinlemesi de öyle.

Kant bu büyük eserini ortaya koymak için fikirlerini yazmak, üzerlerini çizmek, yazdıkları üzerine düşünmek, onları arıtmak ve ardından onları yıllar boyunca yeniden işleyerek ikna edici ve mantıklı bir bütüne ulaşmalarını sağlamak zorundaydı.

Kitabı doğru anlamak için, anlamadığınız kısımları tekrar okuyabilmeniz, mantıksal bağlantıları kontrol edebilmeniz ve önemli yerleri gerçekten anlayana kadar üzerinde düşünebilmeniz için kitabın önünüzde olması gerekir. Bu türden bir ileri seviyede düşünme, okuma ve yazmadan ayrılamaz.

Antikçağ uzmanı Eric Havelock, okuryazarlığın Antik Yunan toplumuna ulaşmasının felsefenin doğuşunda katalizör olduğunu savunur. İnsanlar fikirleri kâğıtta sabitleyerek onları sorgulama, arıtma ve üzerine inşa etme aracına sahip olduklarında, yepyeni, devrim niteliğinde analitik ve soyut bir düşünme biçimi doğdu ve bu düşünme biçimi, tüm medeniyetimizi şekillendirecekti.13İnsanlar bazen Sokrates’in de yazının ölmekte olmasından yakındığını söylerler. Havelock’un Preface to Plato adlı çalışmasında ortaya koyduğu argüman, bütünüyle okunmaya değer. Havelock’un belirttiği nokta, Sokrates’in kendisinin zaten yazının derinden etkilediği bir entelektüel ortamın ürünü olduğudur. Havelock’a göre Platon, okuryazar olmayan (sözlü) düşünme biçimlerine karşı aktif bir mücadele yürüten birisiydi. Yazının doğuşuyla birlikte, yerleşik düşünce biçimlerine meydan okuyabilir ve bu düşünce biçimleri geliştirilebilirdi. Bu, türümüzün bilişsel özgürleşmesi anlamına geliyordu.

Neil Postman’ın Televizyon: Öldüren Eğlence’de yazdığı gibi:14Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence, s. 22.

Felsefe eleştirisiz var olamaz … yazı da düşüncenin sürekli ve yoğun biçimde irdelenmesini sağlayıp kolaylaştırır. Yazı, sözü dondurur; böylece de gramer uzmanını, mantıkçıyı, retorikçiyi, tarihçiyi ve bilimciyi; kısacası neyin kastedildiğini, nerede hata yapıldığını ve nereye doğru gidildiğini anlayabilmek için dili önlerinde tutmaları gereken kişileri yaratır.

Sadece felsefe değil, modern uygarlığın tüm entelektüel altyapısı da okuma ve yazmaya bağımlı karmaşık düşünme biçimine bağlıdır: Sıkı tarihyazımı, bilimsel teoriler, ayrıntılı politika önerileri ve kitaplar ile dergilerde yürütülen titiz ve tarafsız siyasi tartışmalar gibi.

Bu ileri düşünce biçimleri, modernitenin entelektüel temelini sağlar. Eğer dünyamız şu anda size dengesiz geliyorsa bunun sebebi, o temellerin ayaklarımızın altında parçalanıyor olmasıdır.

Muhtemelen fark etmişsinizdir, ekranların dünyası, matbaa dünyasından çok daha sarsıntılı bir dünya olacaktır: daha duygusal, daha öfkeli ve daha kaotik.

Walter Ong, yazının düşünceyi sakinleştirdiği ve rasyonelleştirdiğini vurguluyordu. Eğer iddianızı yüz yüze veya bir TikTok videosunda sunacaksanız, elinizdeki mantıklı argümanları atlamak için sayısız fırsat olacak. Bağırabilir, ağlayabilir ve izleyicinizi boyun eğmeye ikna edebilirsiniz. Duygusal müzikler dinletebilir veya sarsıcı görseller gösterebilirsiniz. Bu yöntemler elbette rasyonel değildir, ancak insanlar da tamamen rasyonel hayvanlar olmadıkları için bunlarla ikna olmaya yatkınlardır.

Bir kitap size bağıramaz (şükürler olsun) ve ağlayamaz. Podcast yayıncıları ve YouTuber’ların sahip olduğu, mantığı saf dışı bırakan çağrılar dizisi olmadan, yazarlar yalnızca çok daha fazla akla güvenmek zorundadırlar, argümanlarını cümle cümle acı verici bir şekilde bir araya getirmeye mahkûmdurlar (şu anda bu ızdırabı hissediyorum). Kitaplar elbette mükemmel değildir, ancak şimdiye kadar icat edilmiş diğer tüm insani iletişim araçlarından mantıksal argümanın zorunluluklarına çok daha sıkı sıkıya bağlıdırlar.

Ong’un, okuryazarlık öncesi “sözlü” toplumların, okuryazar ülkelerden gelen ziyaretçilere söylem ve düşünce yapılarında dikkat çekici biçimde mistik, duygusal ve saldırgan görünmesinin nedeninin bu olduğunu belirtmesi de işte bu nedenledir.15Bu, okuryazar toplumların sözlü toplumlardan “daha iyi” veya daha zeki olduğu anlamına gelmez. Ong’un da belirttiği gibi, sözlü toplumlar dışarıdan bakanları hayrete düşürecek hafıza başarılarına sahiptirler. Ancak şu da bir gerçektir ki, içinde yaşadığımız bu türden ileri ve karmaşık medeniyet için okuryazar düşünce alışkanlıkları hayati derecede önemlidir.

Kitaplar ölürken, bizler de bu eski “sözlü” düşünce alışkanlıklarımıza geri dönüyoruz. Tartışmalarımız panik, nefret ve kabile savaşlarına doğru gidiyor. Bilim karşıtı düşünce, Amerikan hükümetinin en üst mertebelerinde bile birçok alıcı buluyor. Candace Owens ve Russell Brand gibi akıl dışılığı ve komplo teorilerini yayanlar, internette geniş ve saf kitleler buluyor.

Yazıya dökülse, bütün argümanları saçma görünecekken, ekran karşısında onları izleyen pek çok insan için ikna edici hâle geliyorlar. Bu duygusal ve akıl dışı düşünme biçimlerinin yükselişi, kültürümüz ve siyasetimiz için derin bir meydan okuma anlamına geliyor.

Dünya tarihinin gördüğü en ileri medeniyeti, okuryazarlık öncesi bir toplumun entelektüel aygıtlarıyla yönetmenin mümkün olmadığını yakında öğreneceğiz gibi duruyor.

Yaratıcılığın Sonu

Matbaa çağı, eşi benzeri görülmemiş bir dinamizm ve kültürel zenginlikle tanımlanıyordu. Okuma, modernitenin temelini oluşturan yaratıcılık ve yeniliğin esasıdır.

Bir toplumun matbaa kültüründen faydalanabilmesi için her vatandaşın kitap kurdu olması gerekmez. Gelgelelim, medeniyetimizi inşa eden liderlerin, mucitlerin, bilim insanlarının ve sanatçıların ortak bir alışkanlığı varsa, o da okumadır. Ciddi ve tutarlı okuyucular, başarılarıyla insanlık tarihinin her alanında ön plana çıkmaktadır.

Büyük siyasetçileri ele alalım: Teddy Roosevelt günde bir kitap okuduğunu iddia ediyordu; Winston Churchill genç bir adamken kendisine felsefe, ekonomi ve tarih alanlarında iddialı bir okuma programı belirlemiş ve hayatı boyunca iştahla okumaya devam etmiştir. Clement Attlee, okul yıllarında haftada dört kitap okuduğundan bahsederdi.

Ya da popüler kültürü ele alalım (bu alan, genellikle insan çabasının edebî bir alanı olarak düşünülmez). David Bowie, kendi deyimiyle, “açgözlü bir şekilde” okurdu. Bir keresinde, “Satın aldığım her kitabı hâlâ saklıyorum ve sahip olduğum hiçbir kitabı asla atamam” demişti ve “elimden bırakmam fiziksel olarak imkânsız!” diye de eklemişti. Bowie’nin en sevdiği yüz kitaplık listesinde William Faulkner, Tom Stoppard, D. H. Lawrence ve T. S. Eliot gibi yazarların eserleri vardı.

Yakın zamanda şarkı yazarlığı kariyeri hakkında yazdığı bir kitapta, Paul McCartney, kendisine ilham veren yazarlar arasında, “Dylan Thomas, Oscar Wilde ve Allen Ginsberg, Fransız sembolist yazar Alfred Jarry, Eugene O’Neill ve Henrik Ibsen”i saydı.

Thomas Edison hayatı boyunca derinlemesine okudu. Charles Darwin de öyle. Albert Einstein da. İronik bir şekilde, Elon Musk bile kendisinin “kitaplarla büyüdüğünü” iddia ediyor.

Okumak, dâhilerin dehalarına kitaplarda korunmuş engin ve paha biçilmez bilgi hazinesine –“düşünülmüş ve söylenmiş en iyi şeylere”- erişim imkânı sağlayarak yaratıcı çalışmalarını zenginleştirir. Okuma disiplini, onları bu geleneği sorgulama, arıtma ve devrimleştirme için gerekli analitik araçlarla donatır.

Elizabeth Eisenstein’ın Erken Modern Avrupa’da Matbaa Devrimi kitabında tartışmaya açtığı gibi, matbaanın icadı, modern dünyayı şekillendiren bir dizi kültürel devrimi (Rönesans, Reform ve bilimsel devrim) katalize etmeye yardımcı oldu. Diğer tarihçiler buna Aydınlanma Çağı’nı, insan haklarının doğuşunu ve Sanayi Devrimi’ni de ekleyecektir.

Eisenstein, okumanın yenilikçiliği teşvik etme eğiliminin Rönesans üniversitelerinde nasıl ortaya çıktığını açıklar. Matbaanın icadıyla öğrenciler daha fazla kitaba erişim imkânı buldu, dolayısıyla, “parlak lisans öğrencileri hocalarının kavrayışlarının ötesine geçebilir hâle gelmişti. Yetenekli öğrencilerin bir dil ya da akademik beceriyi öğrenmek için artık belirli bir üstadın dizininin dibinde oturmaları gerekmiyordu.” Ve böylece:16Elizabeth L. Eisenstein, The Printing Revolution in Early Modern Europe, Cambridge, 2005. [Türkçe çevirisi: Elizabeth L. Eisenstein, Erken Modern Avrupa’da Matbaa Devrimi, çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2024, s. 220. –ed. n.]

Sessiz öğretmen işlevi gören teknik metinlerden yararlanan öğrencilerin geleneksel otoriteye boyun eğme olasılığı daha azdı ve bu öğrenciler yenilikçi eğilimlere daha açık oluyorlardı. Ellerinde güncelleştirilmiş baskılar (özellikle de matematik metinlerinin) olan genç zihinler sadece kendi büyüklerini değil, Antikçağ âlimlerinin bilgeliğini de aşmaya başladılar.

Bugün ise okuyamayan modern öğrenciler, bir kez daha öğretmenlerinin otoritelerine bağımlı hâle geliyorlar ve bu da onların hızla ilerleme, yenilik yapma ve yerleşik inançları sorgulama yeteneklerini azaltıyor.

Bu öğrenciler, ekran çağının getirdiği durgunlaşmış, basitleşmiş, tekrara düşmüş ve sığlaşmış kültürün sadece bir semptomu. Diğer semptomlar ise çevremizde, her yerde gözlemlenebilir.

Her türden popüler şarkı daha kısa, daha basit ve daha tekrarlayıcı hâle geliyor,17Lauren Leffer, “Song Lyrics Really Are Getting Simpler and More Repetitive, Study Finds”, Scientific American, 28 Mart 2024, https://www.scientificamerican.com/article/song-lyrics-really-are-getting-simpler-and-more-repetitive-study-finds/ filmler bitmek bilmeyen franschise formüllere indirgeniyor. Araştırmalar, “ezber bozan” ve “dönüştürücü” yeni icatların sayısında ciddi bir düşüş olduğunu gösteriyor. Bilimsel araştırmalara tarihin gördüğü en yüksek miktarda para harcanmasına rağmen, ilerleme hızı “geçmişle zar zor aynı tempoda”18Patrick Collison ve Michael Nielsen, “Science Is Getting Less Bang for Its Buck”, The Atlantic, 16 Kasım 2018, https://www.theatlantic.com/science/archive/2018/11/diminishing-returns-science/575665/ devam ediyor.

Şüphesiz ki birçok etken bu durumun oluşmasında rol oynuyor, ancak bu durum aynı zamanda, çocukluklarını okumak veya düşünmek yerine ekranlara yapışık geçiren bir araştırmacı kuşağından tam olarak bekleyeceğiniz şeydir.

Artık kitapların kendisi bile giderek daha az karmaşık hâle geliyor.19The Economist, “Is the decline of reading making politics dumber?”, 4 Eylül 2025, https://www.economist.com/culture/2025/09/04/is-the-decline-of-reading-making-politics-dumber

Popüler kitaplarda cümle başına ortalama kelime sayısı

Okuryazar dünya karmaşıklık ve yenilikle tanımlanırken, okuryazar-sonrası dünya da basitlik, cehalet ve durgunlukla tanımlanıyor. Okuryazarlığın düşüşünün, kültürel bir “nostalji” takıntısını beraberinde getirmesi muhtemelen bir tesadüf değil; geçmişin kültürel biçimlerini -örneğin doksanların televizyon programlarını, stillerini veya 2000’lerin başının modalarını- sonsuza kadar geri dönüştürme arzusu.

Kültürümüz, bir akıllı telefon çölüne dönüşüyor.

Geçmişin kültürel zenginlikleriyle bağımız koptukça, gitgide narsist, sonsuz bir şimdi içinde yaşamaya mahkûm ediliyoruz. Bizden önce bu dünyadan geçmiş insanların yaşadıklarını derinlikli düşünmek ve anlamak için ihtiyacımız olan eleştirel araçlara ulaşamadıkça, sonsuza dek süper kahraman filmleri izleyip, kendini tekrarlayan pop şarkılarını dinleyerek, yerimizde saymaya mahkûm ediliyoruz.

En önemlisi ise, giderek sıradanlaşan ve akılsızlaşan bu kültür, siyasetimiz için bir felakettir.

Demokrasinin Ölümü

Şimdiki zamanın bakış açısıyla baktığımızda komik olan şey, 18. yüzyıldaki okuma devrimine sadece heyecan değil, aynı zamanda ahlaki bir paniğin de eşlik etmesiydi.

Alman bir din adamı, “Ne tütün veya kahve tutkunu, ne şarap tiryakisi ne de kumar aşığı, bu sayısız aç okurun okuma alışkanlığına bağımlı olduğu kadar piposuna, şişesine veya kahve masasına bağımlı olamaz” demişti.

Richard Steele, endişesini, “romanlar insanların beklentilerini, hayatın olağan akışının karşılayamayacağı kadar yükseltiyor” diyerek dile getirdi. Başkaları ise okumanın “hayal gücünü fazla çalıştırdığı ve bunun da kalbe yük olarak geri döndüğünden” yakındı.

Bu endişelere gülüp geçmek kolaydır. Ne de olsa, tüm hayatımız boyunca kitap okumanın ne denli erdemli ve hikmetli bir eylem olduğunu dinleyerek büyüdük. Öyleyse okumak, nasıl bir tehlike arz edebilir ki?

Ancak geriye dönüp baktığımızda, bu muhafazakâr ahlakçılar endişelenmekte haklıydılar. Okuryazarlığın hızlı artışı, bu insanların korumaya çalıştığı düzeni, hiyerarşik ve derin eşitsizliklere dayalı dünyayı yok etmeye yardımcı oldu.

Okuma devrimi, Avrupa aristokrasisinin aşırı ayrıcalıklı ve sömürücü aristokratları için ancien regime’in tam bir felaketiydi; zira bu sistemde en üstte mutlakiyetçi krallar, onların altında lordlar ve ruhban sınıfı, en altta ise ezilen köylüler vardı.

Cehalet, feodal Avrupa’nın temel taşıydı. Aristokratik düzenin devasa eşitsizlikleri, kısmen nüfusun kendi hükümetlerinin yolsuzluğunun, suistimallerinin ve verimsizliklerinin boyutunu öğrenmesinin bir yolu olmadığı için sürdürülebiliyordu. Ve eski feodal hiyerarşi, mantıksal argümanlarla kendini meşrulaştırmaktan ziyade, Walter Ong’un da fark ettiği gibi, okuryazar öncesi çağlara ait mistik ve duygusal düşünceye yapılan çağrılarla haklı çıkarılıyordu.

Bu, 17. yüzyıl tarihçilerinin iktidarın “temsilî” kültürü olarak bildiği şeydi; yani, kralın ürkütücü ve hayranlık uyandıran imajını tebaasına zorla kabul ettiren, son derece görsel bir monarşik propaganda sistemiydi. Rejim gücünü geçit törenlerinde, resimlerde, havai fişek gösterilerinde, heykellerde ve gösterişli binalarda sergiliyordu.

Bu sistem, okuryazarlık öncesi bir çağda işe yarıyordu. Ama bilgi toplumda yayıldıkça ve basılı metnin teşvik ettiği analitik, eleştirel düşünce biçimleri yerleştikçe, eski düzeni ayakta tutan tüm zihinsel ve kültürel ortam yok olup gitti. İnsanlar çok fazla şey bilmeye ve düşünmeye başladılar.

Feodal düzen, okuryazarlıkla temelde bağdaşmıyor gibi görünmektedir. Tarihçi Orlando Figes’in de belirttiği gibi, İngiliz, Fransız ve Rus devrimlerinin tamamının okuryazarlık oranının yüzde elliye yaklaştığı toplumlarda gerçekleştiğine dikkat çekmiştir.

Robert Darnton’un The Revolutionary Temper kitabı, Fransa’nın eski rejiminin, matbaa çağında başına gelenleri kronolojik bir şekilde anlatır. Bilgi, yıkıcı bir etkiyle Fransız toplumuna yayıldı: siyasi mahkûmlar, devlet tarafından haksız yere hapsedilmelerini kamuoyuna duyuran çok satan anı kitapları yazdı; sıradan halk, aristokratların elde ettiği fahiş ve adaletsiz zenginlik hakkındaki broşürleri okudu; hükümetin felaket durumundaki maliyesi, Versailles’ın kapalı kapıları ardında değil, aniden öfkeli ve inanmakta zorlanan bir kamuoyu tarafından tartışılmaya başlandı.

Bu esnada, analitik ve eleştirel düşünme biçimleri, eski düzenin mistik ve duygusal yaklaşımlarını yiyip bitiriyordu. Aydınlanma Çağı’nın filozofları ve radikal düşünürleri, orta sınıfa mensup bir okuyucu kitlesiyle beraber, basılı metinlerin desteklediği eleştirel soruları sormaya başlıyordu: “Güç nereden geliyor? Neden bazı insanlar diğerlerinden daha fazla şeye sahip olmalıdır? Neden bütün insanlar eşit değil?”

Burada belirtmek gerekir ki, bu aşırı basitleştirilmiş anlatı, tarihin; ekonomik, iklimsel, insanların bireyselliği ve kör talih ile alakalı faktörlerin çoğunu değerlendirmeye almıyor. Matbaa tek başına barış ve demokrasi getirmez (Rus Devrimi’nin sonuçlarına bakın). Ayrıca matbaa tek başına insanlığın partizanlık ve şiddet eğilimlerini ortada kaldıramaz (Fransız Devrimi’nin sonrasına bakın). Ve matbaanın sahte haberlere ve komplo teorilerine karşı kesinlikle bağışık değildir (Fransız Devrimi’ne giden sürece bakın).

Ancak, matbaanın mükemmel ve yozlaşmaz bir iletişim sistemi olduğuna inanmak zorunda değilsiniz, yine de onun demokrasinin neredeyse kesin bir ön koşulu olduğunu kabul edebilirsiniz.

Televizyon: Öldüren Eğlence kitabında Neil Postman, demokrasi ile matbaanın neredeyse ayrılmaz bir ikili olduğunu iddia eder. Etkili bir demokrasi, günün meselelerini ayrıntılı ve uzun uzadıya anlama ve tartışma kapasitesine sahip, makul ölçüde bilgili ve bir parça eleştirel bir yurttaşlık kapasitesini öngörür.

Demokrasi, eski ve ölen dünyanın yani kitapların, gazetelerin ve dergilerin getirdiği derin bilgiden, mantıklı argümanlardan, eleştirel düşüncelerden, tarafsızlıktan ve tarafsız katılımdan, başka bir deyişle, matbaadan aldığı güç ile ayakta kalır. Bu ortamda, sıradan insanlar yöneticilerini anlama, eleştirme ve belki de onları değiştirme araçlarına sahiptir.

Postman aynı zamanda, 1858 yılında yapılan ve iki başkan adayının da çok uzun ve detaylı konuşmalar yaptığı Lincoln-Douglas tartışma programını, yazılı kültürün zirvelerinden biri olarak tanımlar:

Aralarında anlaştıkları üzere, ilk konuşmacı Douglas olacak ve bir saat konuşacaktı, sonrasında Lincoln’un cevap vermek için bir buçuk saati olacaktı: sonrasında da Douglas’ın yarım saatlik bir cevap hakkı daha olacaktı. Bu tartışma, iki adayın da alışkın olduğu programlardan daha kısaydı… 16 Ekim 1854 yılında, Illinois eyaletinin Peoria şehrinde, Douglas üç saatlik bir konuşma yaptı ve önceden anlaştıkları gibi, Lincoln’un bu konuşmaya cevap vermesi gerekiyordu.

Postman bunları 1980’lerin sonlarında yazarken, bu tarz tartışmaların hayal edilmesi bile güçtü. İronik bir biçimde, Postman’ın yozlaşmış, bilgilendirici olmaktan uzak ve aşırı duygusal olarak eleştirdiği televizyonda yayınlanan tartışmalar, yirmi birinci yüzyıl izleyicilerine neredeyse komik derecede medeni ve yüce fikirli görünmektedir.

Romanya’da aşırı sağa oy verenlerin TikTok kullanım oranı
Dikey: George Simion’un aldığı oy oranı (2025); Yatay: Google’da TikTok’un aratılma sıklığı (2020-2025)

Kısa videolar çağında siyaset; yüksek duygular, cehalet ve kanıtlanamayan iddialar üzerinden dönüyor. Tam da karizmatik şarlatanlar için son derece uygun koşullar. Kaçınılmaz olarak, demokrasiye düşman partiler ve politikacılar bu post-okuryazar dünyada serpilmekte. TikTok kullanımı, popülist partilerin ve aşırı sağın oy oranındaki artışla ilişkilidir.

Yazar Ian Leslie’in deyişiyle TikTok, “popülistler için roket yakıtıdır.”20Ian Leslie, “Why Is TikTok Such Rocket Fuel For Populists? Three Reasons It Gives Right-Wing Populists The Advantage”, The Ruffian (Substack), 24 Mayıs 2025, https://www.ian-leslie.com/p/why-is-tiktok-such-rocket-fuel-for

Peki, TikTok neden orantısız bir şekilde popülistlerin lehine işliyor? Çünkü, neredeyse tanımı gereği, popülizm düşüncelerde değil duygularda, cümlelerde değil hislerde gelişir. Popülistler, haklı olduğunuzu bildiğiniz o anda hissettiğiniz kesinlik coşkusunu sağlamada uzmanlaşmıştır. Onlar düşünmenizi istemezler, çünkü düşüncenin başladığı yerde dogmalar ölür.

Rasyonel, tarafsız ve matbaaya dayalı özgürlükçü demokratik düzen, bu devrimden sağ çıkamayabilir.

Aptallar Cehennemine Doğru

Büyük teknoloji şirketleri kendilerini bilgi ve merak yaymaya yatırım yapmış olarak görmeyi severler. Oysa hayatta kalmak için aptallığı teşvik etmek zorundadırlar. Teknoloji oligarklarının, nüfusun cehaletinden beklediği kâr, en gerici feodal otokratınki kadar fazladır. Aptalca öfkeler ve partizanlık bizleri telefonumuza yapışık yaşamaya iten şeylerin başını çekiyor.

Eski Avrupa monarşileri nasıl eleştirel materyali (çoğu zaman beceriksizce) yasakladıysa, büyük teknoloji şirketleri de kültürümüzü öfke, dikkat dağınıklığı ve saçmalıklarla doldurarak cehaletimizi çok daha etkili bir şekilde sağlıyor.

Bu şirketler, aktif olarak insanlığın yaşadığı aydınlanmayı yok edip, yeni bir karanlık çağ başlatmaya çalışıyor.

Ekran devrimi, siyasetimizi 18. yüzyıldaki okuma devrimi kadar derin bir şekilde şekillendirecektir.

Basılı metnin aşıladığı bilgi ve eleştirel düşünme becerileri olmaksızın, modern demokrasilerin birçok vatandaşı kendilerini Ortaçağ köylüleri kadar çaresiz ve saf buluyor; akıl dışı çağrılarla hareket ediyor ve kitle düşüncesine yatkın hale geliyorlar. Matbaa sonrası dünya, giderek matbaa öncesi dünyaya benzemektedir.

Batıl inançlar ve anti-demokratik fikirler yaygınlaşıyor. Üniversitelerimizdeki burslar tolerans ve merak yerine sert bir partizanlık tarafından belirleniyor. Sanat ve edebiyatımız kabalaşıyor ve basitleşiyor.

Karikatürist James Gillray’in iki yüz yıldan uzun bir süre önce hicivli bir şekilde çizdiği gibi, pek çok insan bugün, 18. yüzyılın eğitimsiz köylüleri gibi aşılara şüpheyle yaklaşıyor.

Güç, zenginlik ve bilgi toplumun en üst kesimlerinde toplandıkça, öfkeli, bölünmüş ve bilgisiz bir halk, olup biteni anlama, analiz etme, eleştirme veya değiştirme yollarından yoksun kalıyor. Aksine, gitgide artan sayıda insan, yaygın okuryazarlık öncesi çağda gücün temeli olan o yüksek duygusal, karizmatik ve mistik çağrı türlerinden etkileniyor.

Nasıl ki matbaanın gelişimi çürümekte olan feodalizme ölümcül bir darbe indirdiyse, ekran çağı da liberal demokrasi dünyasını yok ediyor.

Büyük teknoloji şirketleri okuryazarlığı ve orta sınıfın iş alanlarını yok ettikçe, kendimizi ikinci bir feodal çağın içine sürüklenirken bulabiliriz. Ya da hayal gücümüzün ötesinde bir siyasi çağa giriyor olabiliriz.

Ne olursa olsun, bir zamanlar bildiğimiz ve alıştığımız dünyanın elimizden kayıp gittiğine şahitlik ediyoruz. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Okuryazar-sonrası topluma hoş geldiniz.

Notlar

(1) Neil Postman, Amusing Ourselves to Death, 1985. [Türkçe çevirisi: Televizyon: Öldüren Eğlence, çev. Osman Akınhay, Ayrıntı, 2017, ss. 69-70. –ed. n.]

(2) Alexander Larman, “The grim economics of publishing: How it’s increasingly hard to make any money out of writing books”, Contra Mundum from Alexander Larman (Substack), https://alexanderlarman.substack.com/p/the-grim-economics-of-publishing

(3) https://www.oecd.org/en/about/news/press-releases/2024/12/adult-skills-in-literacy-and-numeracy-declining-or-stagnating-in-most-oecd-countries.html

(4) Susan Carlson, v.dğr., “They Don’t Read Very Well”, CEA Critic, 86(1), Mart 2024, https://muse.jhu.edu/article/922346

(5) George Orwell, 1940’ta yayımlanan yeni bir çocuk okuma alışkanlıkları çalışması hakkında rapor yazarken, çocukların “gönüllü” bir şekilde Charles Dickens, Daniel Defoe, Robert Louis Stevenson, G. K. Chesterton ve Shakespeare’in eserlerini okuduğunu tespit etmişti. Orwell, bu çocukların “12 ila 15 yaşları arasında olup toplumun en yoksul sınıfına ait olduklarını” belirtir.

(6) Rose Horowitch, “The Elite College Students Who Can’t Read Books”, The Atlantic, 1 Ekim 2024, https://www.theatlantic.com/magazine/archive/2024/11/the-elite-college-students-who-cant-read-books/679945/

(7) James Marriott, “English literature’s last stand”, The New Statesman, 11 Haziran 2025, https://www.newstatesman.com/culture/books/book-of-the-day/2025/06/stefan-collini-review-english-literatures-last-stand

(8) Peter Brown’u okuduğumu ve bunun, Geç Antikite’nin basit (yine de umuyorum ki teorik açıdan güçlü) bir karakterizasyonu olduğunu kabul ettiğimi belirtmek isterim. Gelgelelim, son dönemlerde moda olan, “Karanlık Çağlar”ı “Aydınlık Çağlar” olarak yeniden okuma girişimlerinin biraz da abartılı olduğunu düşünüyorum. Geç Antikite’de okuryazarlık oranları gerçekten de düşmüştü.

(9) Lana Barhum, “7 Health Benefits of Reading Every Day”, Verywell Health, Eylül-Ekim 2024, https://www.verywellhealth.com/benefits-of-reading-8723145?utm_source=chatgpt.com

(10) Jessica Stillman, “This Is How Reading Rewires Your Brain, According to Neuroscience”, Inc, 22 Şubat 2021, https://www.inc.com/jessica-stillman/reading-books-brain-chemistry.html?utm_source=chatgpt.com

(11) John Burn-Murdoch, “Have humans passed peak brain power?”, Financial Times, 14 Mart 2024, https://www.ft.com/content/a8016c64-63b7-458b-a371-e0e1c54a13fc

(12) European Association for the Education of Adults (EAEA) – PIAAC Sonuçları, 11 Aralık 2024, https://eaea.org/2024/12/11/new-piaac-results-show-declining-literacy-and-increasing-inequality-in-many-european-countries-better-adult-learning-is-necessary/

(13) İnsanlar bazen Sokrates’in de yazının ölmekte olmasından yakındığını söylerler. Havelock’un Preface to Plato adlı çalışmasında ortaya koyduğu argüman, bütünüyle okunmaya değer. Havelock’un belirttiği nokta, Sokrates’in kendisinin zaten yazının derinden etkilediği bir entelektüel ortamın ürünü olduğudur. Havelock’a göre Platon, okuryazar olmayan (sözlü) düşünme biçimlerine karşı aktif bir mücadele yürüten birisiydi.

(14) Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence, s. 22.

(15) Bu, okuryazar toplumların sözlü toplumlardan “daha iyi” veya daha zeki olduğu anlamına gelmez. Ong’un da belirttiği gibi, sözlü toplumlar dışarıdan bakanları hayrete düşürecek hafıza başarılarına sahiptirler. Ancak şu da bir gerçektir ki, içinde yaşadığımız bu türden ileri ve karmaşık medeniyet için okuryazar düşünce alışkanlıkları hayati derecede önemlidir.

(16) Elizabeth L. Eisenstein, The Printing Revolution in Early Modern Europe, Cambridge, 2005. [Türkçe çevirisi: Elizabeth L. Eisenstein, Erken Modern Avrupa’da Matbaa Devrimi, çev. Hamit Çalışkan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2024, s. 220. –ed. n.]

(17) Lauren Leffer, “Song Lyrics Really Are Getting Simpler and More Repetitive, Study Finds”, Scientific American, 28 Mart 2024, https://www.scientificamerican.com/article/song-lyrics-really-are-getting-simpler-and-more-repetitive-study-finds/

(18) Patrick Collison ve Michael Nielsen, “Science Is Getting Less Bang for Its Buck”, The Atlantic, 16 Kasım 2018, https://www.theatlantic.com/science/archive/2018/11/diminishing-returns-science/575665/

(19) The Economist, “Is the decline of reading making politics dumber?”, 4 Eylül 2025, https://www.economist.com/culture/2025/09/04/is-the-decline-of-reading-making-politics-dumber

(20) Ian Leslie, “Why Is TikTok Such Rocket Fuel For Populists? Three Reasons It Gives Right-Wing Populists The Advantage”, The Ruffian (Substack), 24 Mayıs 2025, https://www.ian-leslie.com/p/why-is-tiktok-such-rocket-fuel-for

Bunları okudunuz mu?