Demo v1.0

23 Aralık 2024, Pazartesi

Beta v1.0

Spinoza Merceğinden Mükemmel Günler

Neşenin de hüznünde de sermayesi en az uğratıldığımız, maruz bırakıldıklarımız kadar her karşılaşmanın bir diğer bileşeni olarak bizlerin duygulanım ve eylemlerimizin aktüelliğini teşkil eden potentia agendi yani eyleme kudretidir.

Nietzsche’nin filozofların prensi olarak andığı Spinoza, 17. yy Flemenk diyarında bir Yahudi olarak ne kendi cemaatine ne Hristiyan cemaatine yaranabilmiş, kelimenin her anlamıyla “her yerin gavuru” olarak sürdürdüğü yaşamında, sahip olabileceği her türlü mirası ardında bırakarak mercek yontma işinde ustalaşıp kelimenin tam anlamıyla, münzevi bir hayat sürmüştür.

Geride bıraktığı eserler arasında Ethica ve “Duygulanışların Kökü ve Tabiatı Üzerine” bölümü” kim bilir kendinden sonra gelen kaç “sabi”nin münzevi hayatına mercek olmuştur.1Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi. Kaderin cilvesi mi “felsefe okuma” neticesi mi bilinmez; bu yazı, elinde Spinoza’nın merceği, Perfect Days filminde duygulanımlar teorisinin izini sürecek.

Duygulanım teorisi: Kişisel gelişim sınırlarının çok uzağında

Spinoza’nın yaşamı ve insanı anlayışının temel taşı ilişkilenmelerdir. İlişkilenmelerse kudretlerin (force) bir karşılaşmasıdır. Kimi karşılaşmalar güçten düşüren “buğz”un (ya da hüznün); kimileri ise güçlendiren “şükran” (ya da neşenin) duygulanımlarının alanına girer. Şükran ve buğz arasına gerilmiş yaşam, insanın etik ve iyi-kötü değerlendirmeleri için kullanacağı referansın ta kendisidir.  Bu demektir ki, yaşamı çoğaltan, yaşatan ve yaşamı cılızlaştırıp soluksuzlaştıran kudret ilişkilenmeleri, “olan karşısında ne yapmalı, ne düşünmeli?”, “bu olan iyi midir, kötü mü?” sorularına verilecek cevabı kendinde barındırır.

Peki tüm bunlar ne anlama gelir, ne işe yarar ille de acı çektiğimiz yaşamlarımızda? Sezen Aksu’nun “Farkındayım” dediği duruma dair ne söyler?: “Ne yapsan olmuyor gözüm, terk etmiyor bizi hüzün”…

Sanırım şunu söyler: Hüzünde de neşede de söz konusu olan pasif bir “uğratılmışlık” hali değildir, yani hüzün yalnız terk etmeyen değil aynı zamanda terk edilmeyendir de. Neşenin de hüznünde de sermayesi en az uğratıldığımız, maruz bırakıldıklarımız kadar her karşılaşmanın bir diğer bileşeni olarak bizlerin duygulanım ve eylemlerimizin aktüelliğini teşkil eden potentia agendi yani eyleme kudretidir. Deleuze’un Spinoza’da temellenen pratik bir felsefeden söz edebilmesinin imkânı tam da bu anlayıştan mülhemdir.

Sokratik sorularla ilerlemeye devam edip geldiğimiz noktada şu soruyu sorabiliriz artık: Peki tüm bunların iyiyle, kötüyle yani genel anlamıyla bir etik kuramı, değerlendirme ve eyleme pratiği ile ilişkisi nedir? Bu soruyla birlikte kişisel gelişim sınırlarının uzağında olmak durumunu açıklayabileceğim. Spinoza’yı hakikatin anlam yitim diyarı post-truthun gizli imalatçısı olarak görmek ne derece mümkün? Onun güçlendiren neşesini, iyi dediği şeyi, Elidor reklamlarında ayna karşında mavi saçlarını savurup “el-alem ne der umursama!” diyen kadınla yahut, 30 saniyelik videolarda “doğru, sen ne istersen odur, başkasını karar alanına dahil etme!” diyen kişisel gelişimcilerle ilişkilendirmek ne derece mümkün?

Peşinen cevaplayayım: Namümkün! Peki neden? Bu noktada kökene inmek durumundayız, söz konusu örneklerin neşet ettiği duygulanımların kökenine… Söyleyebilirim ki her iki örnek de temelini kaçıştan alır, beğenilmeyen kötünün alternatifi olarak bir tepkiselliktir her ikisinde de söz konusu olan. Tam da bu noktada Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü’nde2Nietszche, Ahlakın Soykütüğü, Kabalcı Yayınları. irdelediği efendi-köle ahlakı tanımlarına bakmakta yarar var:

Ahlakta köle başkaldırısı, hıncın yaratıcı hale gelmesi ve değerler üretmesiyle başlar: bu gerçek tepkiden, eylem tepkisinden yoksun olan ve kendilerini yalnızca, kurmaca bir öç yoluyla zarardan koruyan yaratıkların hıncıdır… Değer belirleyen bakış açısının bu tersine dönüşü hınca özgüdür: köle ahlakı oluşmak için ilkin hep karşı ve dış dünyayı gereksinir… en ufak bir eylemde bulunabilmek için bile dış uyarımlara gereksinim duyar, –eylemi, temelinde bir tepkidir. (s.31)

Efendiler… canlı, güçlü kuvvetli, bu yüzden de kaçınılmaz bir biçimde etkin insanlar olarak, eylemde bulunmayı mutluluktan ayrı tutmamayı biliyorlardı – etkin olmak zorunlu olarak mutluluğa dahildir onlara göre. (s.31)

Nietzsche’de köle ahlakının ayrıştırıcı dinamiği ve efendi ahlakının eylemde birleştiren/birleşen şen kuvveti, Spinoza’nın kudretlerin birleştirici ve ayrıştırıcı etkisine dair anlayışıyla muazzam bir paralellik teşkil eder:3Deleuze, Spinoza Pratik Felsefe, Norgunk Yayınları.

Ne olursa olsun her zaman için bileşen ilişkiler vardır… İlişkisi benimkiyle birleşen her nesneye iyi; ilişkisi başka ilişkilerle birleşmek üzere benimkini çözüp dağıtan her nesneye ise kötü denecektir… İşte bu anlamda, (kendinde) kötülük yoktur, ama (benim için) kötü vardır. (s.47)

Spinoza bu bağlamda mitolojiden iki ayrı anne öldürme vakasını inceler: Neron ile Orestes.

“Anneyi öldürmek” eylemi açısından duygulanım kökenleri hasebiyle birbirinden ayrılır, bu ayrımı Deleuze şu şekilde özetler:4Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, Öteki Yayınevi.

Neron annesini öldürdü, Orestes de annesini öldürdü. Orestes dıştan bakınca Neron ile aynı suçlamayı hak etmeksizin aynı olan bir eylemi gerçekleştirebildi, üstelik de aynı zamanda annesini öldürme niyeti de vardı. Gerçekte Orestes’i Neron’u ele aldığımız tarzdan çok farklı bir biçimde ele alıyoruz – her ikisi de üstelik öldürmek niyetiyle annelerini öldürmüş oldukları halde… Eylem aynıdır, niyet aynıdır, o zaman neyin düzeyinde bir fark vardır? Bir üçüncü belirlenim olmalıdır… Neron’un eylemi kötüyse bu annesini öldürdüğü için değildir, onu öldürme niyetine sahip olduğu için değildir, Neron’un annesini öldürürken nankör, acımasız ve boyun eğmez göründüğü içindir. (Annesinin ihaneti neticesinde ölmüş babasının anısıyla birleşme gayesi taşıyan) Orestes de annesini öldürür ama o ne nankör ne de boyun eğmezdir. (s.166-167)

Geldiğimiz noktada çizilen teorik çerçeveyle nihayet, Spinoza’nın birleşme ve ayrışma dinamikleri üzerinden kurduğu kendinde kötülük ve benim için kötü ayrımının; post-truthun hakikat göreliliği ile ilişkilendirilebilme imkânını da ortadan kaldırmış bulunuyoruz.

Böylelikle artık bu bölümde yonttuğumuz mercekleri takıp filmi incelemeye başlamaya hazırız!

Baca temizleyicileri: Mutluluğu karanlığa muhtaçlar

En mutlu insanlar belki de baca temizleyicidirler,
Öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
yüreklerini geniş, dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar
buna yükümlü sayarlar kendilerini.5İsmet Özel, “Akla Karşı Tezler” şiirinden.

Filmi ilk izlediğimde, Spinoza merceği henüz elimde değilken, içimde uyanan duygu yansısını tam olarak İsmet Özel’in bu dizelerinde bulmuştu. Gel gör ki şimdi bu dizeleri, merceğin gördüklerinin epey uzağında konumlandıran bir haldeyim. Neden? Çünkü artık biliyoruz ki Özel’in mutlu baca temizleyicileri, Nietzsche’nin yaratım için dışarıya, ötekiye yönelik bir hizalanmaya ihtiyaç duyan köle ahlakı mensupları. Spinoza’nın dilindense Neron’a yakınsayan tutumun sahipleri; bir başka deyişle gücünü birleşimle tesis etmeyen, edemeyenler… Baca temizleyicileri, ancak karanlık yoluyladır ki aydınlığa “yükümlü sayılırlar.

Hirayama: The walker thru the sleeping city

Gösterime girdiği 2023 Cannes Film Festivali’nden Kōji Yakusho’ya verilen En İyi Erkek Oyuncu ödülü ile dönen Wim Wenders yönetmenliğindeki Perfect Days (Mükemmel Günler), yönetmene 2020 Tokyo Olimpiyatları için tasarlanmış umumi tuvaletler ve Japon mimarisine dair bir belgesel projesi olarak sunulmuşken, bir film-belgesel projesine dönüşmüş hali ile seyirciyle buluştu.

Film, Spinoza’ya benzer şekilde ailesini ve sahip olabileceği mirası ardında bırakmış, umumi tuvalet temizlikçisi Hirayama’nın gündelik yaşamını nakış inceliğinde, huzurlu ve şen ruh durumlarıyla işleyişini konu ediniyor. Yaşamını sürdürdüğü mesleği ve ilgileri; karşılaştığı insanlar ve meczuplar; yaşadığı kent ve ev; izlediği ağaçlar ve bitkiler; günlerine eşlikçi müzikler ve kitaplar karşındaki sevgi, hürmet ve etik duruşu ile eylemini mutlulukla bir tutan, kudretini birleştirici karşılaşmalardan alan bir karakter: Spinoza’nın potentia agendi (eyleme kudreti) ile eş tuttuğu erdem’in tecessüsü…

Sadelikten olma yaşamını birleştirici karşılaşmalar ve şükran duygusunun ilmekleriyle işleyen Hirayama, bu hali ile yönetmen koltuğunda Jim Jarmush’un oturduğu 2016 yapımı Paterson filminin Paterson’ı ile kayda değer bir benzerlik taşıyor.

Ancak dikkatli olmak gereken bir mesele var, bu meseleyi Deleuze’ün Spinoza’dan aktarımıyla açalım:6Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, Öteki Yayınevi.

Tek önemli soru, bir bedenin neye muktedir olduğunu bilmiyor olmamızdır; ruh ve zihin üzerine o kadar gevezelik ederiz, ama bir bedenin gücünün nelere yeteceğini bilmeyiz. Oysa bir beden onu oluşturan oranların toplamıyla tanımlanmalıdır. Ya da, aynı kapıya çıkmak üzere, duygulanma, etkilenme gücüne, kudretine göre tanımlanmalıdır. Bir bedenin etkilenme, duygulanma gücünü bilmediğiniz ölçüde, bunu yalnızca karşılaşmaların tesadüfleriyle öğrenebilecek haldeyseniz, erdemli bir hayatınız olamaz, bilge falan olamazsınız. (s. 27)

Hirayama’ya bilge demek ne derece gerekli emin değilim, ama sahip olduğu ve pratik ettiği hasletler sebebiyle Spinozacı anlamda erdemli olduğuna şüphe yok.

 

 Ohlsdorfer: Dağıtıcı karşılaşmanın yaşamı soluksuzlaştıran etkisi

Bahsi geçen erdemi/eyleme kudretini daha iyi anlamak adına, karşıt bir örnek vermek yararlı olabilir; gündelik yaşamın sadeliği ile örülü bir başka karakterin duygulanım kökenlerini incelemek için Japonya’dan epey uzağa, Kuzey İtalya’ya, Torino’ya uzanalım.7Bela Tarr, The Turin Horse filminin açılış sekansından.

3 Ocak 1889, Torino

Friedrich Nietzsche, Via Carlo Alberto 6 numaralı evinden dışarıya gezinmek ya da mektuplarını almak için postaneye gitmek üzere çıkar. Ondan pek uzak olmayan bir mesafede, daha ziyade ondan uzaklaşır bir vaziyette taksicinin biri, inatçı atıyla cebelleşmektedir. Tüm zorlamalarına rağmen at kıpırdamamakta direnmektedir. Bundan dolayı taksici Guiseppe ya da Carlo ya da Ettore’nin sabrı taşar ve kırbacıyla ata vuruverir.

Macar yönetmen Bela Tarr’ın The Turin Horse filmi, bir tür “as if” filmi olarak çıkıyor karşımıza. Nietzsche’nin sinir sisteminin çöküşünün şafağı olan “kırbaçlanan at hikâyesi/olayı” sonrası, at sahibinin yaşamına odaklanıyor. Perfect Days’e benzer şekilde gündelik yaşamın sadeliği içinde akan film, Spinoza’nın güçten düşüren ilişkilenme fikrinin sert bir örneği olarak, Perfect Days ile korkunç bir tezat içinde giderek grileşen, cılızlaşan soluksuzlaşan bir aksta ilerliyor.

At sahibi Ohlsdorfer, Nietzsche ile karşılaşmasının ertesi günü her zamanki rutinine koyulup atı hazırlamak için ahıra girdiğinde atı yerinden oynatması mümkün olmaz, bir kez daha kırbacını öfkeyle ata savurur, çare olmaz. İlerleyen günlerde ölüm, soluksuzluk atı giderek artan bir şekilde sarmalar, çamurlar daha bir kirletir postalları, patatesler daha zor geçer hale gelir Ohlsdorfer ve kızının boğazından. Güçsüzlük, eylemi giderek imkânsız kılar, geriye buğzdan mürekkep bir atmosferin, neşeyi boğuşlarından arta kalan cılız inleyişler kalır.

Şüphesiz Tarr’ın göstermeye çalıştığı çözülme ve yıkım, Nietzsche’nin haber verdiği “Tanrının ölümü” gerçeğinin yaşama sirayetiyle ilintilidir. Ancak soluksuzlaştıran karşılamanın, ister Nietzsche ve at sahibi arasında; ister Torino’nın bu çamurlu köyü ve Tanrının ölüm halinin/haberinin arasında cereyan ettiğini kabul edelim; kaçınılmaz gerçek buğza dayalı bir ilişkilenmenin yaşamı solduran veçhesine dairdir.

Geldiğimiz noktada, Nietzsche’nin insanlığa yönelttiği, yaşamı aynı haliyle bengice yaşamak ister miydin sorusuna Hirayama’nın da Ohlsdorfer’in de vereceği cevabı tahmin etmek hiç de güç değil. Mesele şu ki, Spinoza’nın merceğini bırakmaya yaklaşırken, her iki cevabın da kökenindeki duygulanım mekaniğini anlayabildik mi?

“Bir beden neye muktedirdir? Neler yapabilir? Nereye kadar gücü yeter?”8Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi.

 

Notlar

(1) Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi.

(2) Nietszche, Ahlakın Soykütüğü, Kabalcı Yayınları.

(3) Deleuze, Spinoza Pratik Felsefe, Norgunk Yayınları.

(4) Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, Öteki Yayınevi.

(5) İsmet Özel, “Akla Karşı Tezler” şiirinden.

(6) Deleuze, Spinoza Üzerine On Bir Ders, Öteki Yayınevi.

(7) Bela Tarr, The Turin Horse filminin açılış sekansından.

(8) Spinoza, Ethica, Dost Kitabevi.

 

Editör: Bekir Demir