Demo v1.0

22 Aralık 2024, Pazar

Beta v1.0

Sevdiğiniz Her Şey ‘Vok’ Oluverdi

Neiman, doğru anlaşılan bir solculuğun Aydınlanma’nın evladı olduğunu savunuyor. Dolayısıyla ona göre "vok"lar Aydınlanma değerlerini reddettikleri için, "vok" sol karşıtıdır.
Çeviren:
Aslı Ece Sovkuluk
Kaynak:
The Philosopher

İnsanlığın dağarca düşmanı olarak yaklaşmakta olan ‘vok’ (woke) tehdidi, geleneksel medya açısından maddi bir nimet oluverdi. Vok-karşıtı başlıklar yok satıyor. Kârlı olmanın yanında, belli başlı sağcı anlatıları kamu bilincine itmek için de güdüleyici bir güç ‘vok’. Dünyaya bakış açımızı şekillendiriyor, kategorilerimizi ve yargılarımızı işlenmiş kalıplara döküyor.

Vok Endüstrisi

Hiç striptiz kulüplerinin, askeri-sınai komplekslerin, şirketlerin, kamu kuruluşlarının, tıp eğitiminin, kapitalizmin, bahçıvanların, BBC’nin Jane Austen kitabı uyarlamasının, Demiryolu Çocukları filminin, İzcilik hareketinin, Aşk Adası programının, varlık yöneticilerinin, ABD Merkez Bankası’nın, Şili’nin yeni anayasasının, Thomas Jefferson’ın Monticello’daki malikanesinin, fon yöneticilerinin, matematik ders kitaplarının, Emmanuel Macron’un, sahnelenen III. Richard oyununun, yeni GCSE1İngiltere’de lise seviyesindeki öğrencilerin girdiği sınav (Ed.) listesinin, New York Polis Departmanı’nın, Wall Street’in, Met’in, “Whitehall blob”unun2İngiltere’de muhafazakar eğitim bakanı Michael Gove döneminde popülerleşen, bürokrat ve öğretmen meslek örgütlerini aşağılamak için kullanılan bir ifade (Ed.), İngiltere Kilisesi’nin, İngiltere’deki inşaatçıların, İslami köktendincilerin, Nicolas Maduro’nun, Justin Trudeau’nun, USA Today‘in, ABD Savunma Bakanlığının, Yale Üniversitesinin, Jaguar Land Rover işçilerinin, çok uluslu yatırım yönetimi şirketleri BlackRock ve Vanguard’ın ortak noktasının ne olduğunu merak ettiniz mi? Gazetelere göre, hepsi ‘vok’ oluverdi.

Bunu, 2022 ortalarında eşimle kanepemize oturup iki aylık bir dönemde yayımlanan gazete manşetlerini tarayarak keşfettik. Bir öğle sonrası ufak bir eforla 300’den fazla örnek buluverdik.

Son yıllarda, yayıncılık endüstrisi “vokların” tehlikelerini ele alan birçok kitap yayımladı. Kurgusal sağcı medya karakteri Titania McGrath, Woke: A Guide to Social Justice (2019) kitabını yayımladı; mevcut ABD Başkan adayı Vivek Ramaswamy,  Woke, Inc.: Inside Corporate America’s Social Justice Scam (2021) adlı kitabın yazarı; John McWhorter,  Woke Racism: How a New Religion has Betrayed Black America (2021) kitabını çıkardı. Ayrıca, James MacPherson’ın Notes From  Woketopia: Laying Bare the Lunacy of  Woke Culture (2021); Diane Bederman’ın Bullies of  Woke and their Assault on Mental Health (2022); eski Marksist profesör Michael Rectenwald’ın Beyond Woke (2020); Carl Rhodes’un  Woke Capitalism: How Corporate Morality is Sabotaging Democracy (2021); Brendan O’Neill’ın Anti-Woke (2018); Mark Goldblatt’ın I Feel, Therefore I Am: The Triumph of  Woke Subjectivism (2022) ve Tom Pickering’in The Evil of Silence:  Woke Culture and the Mechanics of Tyranny (2021) kitapları da var.

Eğer “vok” kültürü hakkında hala bilgi eksiğiniz varsa, Joanna Williams’ın How  Woke Won: The Elitist Movement that Threatens Democracy, Tolerance and Reason (2022); Ralph Calabrese’nin Toxic Femininity: Why  Woke Women are Trying to Disable Our Youth, Minorities, and Civilization (2021); Kevin Donnelly’nin The Dictionary of  Woke: How Orwellian Language Control and Group Think Are Destroying Western Societies (2022); Stephen Soukup’un The Dictatorship of  Woke Capital (2023); ve D. Watkins’in We Speak for Ourselves: How Woke Culture Prohibits Progress (2019) kitabına ve daha nicelerine başvurabilirsiniz.

“Homurdanma” olarak vok

Bu “vok karşıtı” içerik trendini nasıl yorumlamalıyız? Ya her şey cidden “vok” oluverdi ya da “vok” kelimesi dilimizde başka bir işlev gösteriyor. Şahsen, “vok” terimini bir söz edimi olarak, (S.I. Hayakawa’nın Language in Thought and Action kitabında tanıttığı terim anlamıyla) bir snarl word (homurdanma sözcüğü) olarak anlamanın en iyisi olduğunu düşünüyorum. Homurdanma sözcükleri, bildiğimiz eleştirel analize sığmayan, son derecede çağrışımsal (connotative) etiketlerdir. Dil içinde olan ve olmayan arasında net bir ayrım yapan bir tanımlayıcı olarak değil, konuşmacının tutumlarını yansıtan bir unsur olarak işlev görür. Başka bir deyişle, homurdanma sözcükleri konuşmacının hoşnutsuzluğunu ve kınamasını imleyen bir yuhalama yahut tıslama işlevi görür.

Paul Grice’ın ünlü ilkelerinden dördüncüsü olan üslup ilkesi, “Anlaşılmaz sözlerden kaçın; çok anlamlılıktan kaçın; özlü ol (sözü gereksiz yere uzatmaktan kaçın); sıralı ol” der.3Diğer ilkeler/maksimler, Nicelik, Nitelik, Bağıntı’dır. Bkz. Paul Grice (2022). “Mantık ve Konuşma”. Çev. Alper Yavuz. Posseible: Felsefe Dergisi 11.1, ss. 71–87. (Ed.) Bence “vok” teriminin kullanımı, açıklık getirmekten ziyade karmaşıklık yaratıyor: Wall Street’i, BBC’nin bir Jane Austen uyarlamasını ve Jaguar Land Rover çalışanlarını birleştiren şey, ilgi çekici herhangi bir şeyi ayırt etmek için fazla dağınık.

Dahası ve daha sinsicesi, homurtu sözcükleri çoğunlukla statükonun dilidir; siyasetçilerin ve medya şahsiyetlerinin hedef gözettiklerine her gün fırlattıkları etiketlerdir. Homurtu sözcükleri dinleyiciye üstü kapalı olarak bir şeylerin değişmesi için ortada hiçbir sebep olmadığının söylendiği durumlarda beliriverir; tarihin karşısında duran konuşmacı yuhalayarak ve tıslayarak, bir şeylerin biraz daha iyi olabileceğini düşünen insanlara karşı yaygara koparır.

Vokun soykütüğü ve Aydınlanma

Susan Neiman’ın yeni kitabı Left Is Not Woke’u okumak, bu baş döndürücü manşet ve kitap toplamının yanı sıra, “vok” gibi bir homurtu sözcük etrafında bir kitabın tamamını temellendirmenin olası sorunlarını hemen aklıma getiriyordu. Şimdi, “vok” kavramına dair net ve odaklı bir eleştiri getirmeye çalışan, tanınmış bir solcu filozof, aslında kendini sosyalist olarak tanımlayan biri var karşımızda. “Vok”un tehlikeleri üzerine yazılan binlerce köşe yazısının dumanı tütüyor ve büyük bir yayıncılık şöleni yaşanıyorsa, muhtemelen bir tür yangın var demektir.

Neiman’ın amacı, gerçek solu “vok”tan kurtarmak. Önceki “vok” eleştirmenleri bu kavramı “sol” ile özdeşleştirirken, Neiman aynı fikirde değil. Bu yüzden Neiman’ın kitabı, önceki vok karşıtı literatürle karşılaştırıldığında yeni bir bakış açısı sunuyor. Neiman, “sağa kayışı engellemek” için solun önce kendi entelektüel evini düzenlemesi ve “vok” tarafından temsil edilen belirli entelektüel eğilimlerle mücadele etmesi gerektiğini savunuyor. İlk bölüm “Vok tanımlanabilir mi?” sorusuyla başlıyor. Ne yazık ki, Neiman bir tanım ortaya koymaktan kaçınıyor. Bunun yerine bir dizi tasvir sunuyor: “[Vok] marjinalleşmiş kişilere duyulan endişeyle başlar ve her birini marjinalleşmesinin prizmasına indirger”; “Vok, belirli grupların nasıl adaletten mahrum bırakıldığını vurgular”; “Vok, ulusların ve halkların suçlu tarihleriyle yüzleşmelerini talep eder”. Neiman’a göre “vok” iyi niyetlerle başlar, ancak sürekli olarak sınırlarını aşar. Ne yazık ki, Neiman bu iddia edilen “vok” bireylerin kabul edilebilirlik sınırını nasıl aştıklarına dair örnekler sunmaz ve bu adı konulmamış eylemlerin neden kabul edilemez olduğunu açıklamaz.

Neiman, vokun somut içeriğini belirlemekte zorlanırken, “belirli bir istikameti” olduğuna inanıyor. Vokun bilhassa, “Aydınlanma’dan miras alınan epistemolojik çerçeveleri ve siyasi varsayımları”, yani “evrenselciliğe, adalete ve ilerleme olanağına bağlılıkları” reddedettiğini vurguluyor. Neiman’a göre, “vok” kavramı; mevcut Cumhuriyetçi Parti, Trump yönetimi, dönemin İngiltere Başbakanı Liz Truss’ın İngiliz hükümeti ve Hillary Clinton’ın 2016 başkanlık kampanyası gibi örneklerle dikkate değer benzerlikler taşıyor zira bunların hepsi kimliğin maddi özünden ziyade yüzeysel süslemelerine odaklanıyor, ki Neiman’a göre “iktidar yapılarını ne için kullanıldığını sormadan çeşitlendirmek, sadece daha sıkı baskı sistemlerine yol açabilir” diyor.

Başka bir deyişle, Neiman, “vok”ların gerçek anlamda özgürleştirici bir mücadeleyle ilgilenmediklerini iddia ediyor. Yine, Neiman’ın bu iddiasını “vok” düşünürlerden örneklerle desteklemesini dilerdim, ama bunu yapmıyor. İlla ki böyleleri vardır; sonuçta, kendini solcu olarak tanımlayanlar o kadar geniş bir kitle ki, kitapta isimlerini açıkça andığı merkezci ve sağcı düşünürlerin yanı sıra bazı “vok” kişiler de bu tür eylemlerde bulunuyor olmalı.

Neiman’ın temel tezi, “vok” kavramının köklerini “düpedüz Nazi” olan Carl Schmitt ve Martin Heidegger’e dayandıran bir soykütük iddiasıdır: Schmitt’in evrenselciliği ve adaleti reddi ve Heidegger’in modernizm karşıtlığı ve “köylü erdemlerine çağrıda bulunması” gibi. İddiasına göre “vok” aynı zamanda (bariz şekilde adaletten ziyade iktidara odaklanması nedeniyle) Michel Foucault’ya ve (görünüşte altruizme karşı alaycı bir tutum sergilemesi ve tüm insan davranışlarının bencil olduğuna inanması nedeniyle) evrimsel psikolojiye borçludur. Neiman’a göre, bu soykütüksel kökler, “Aydınlanma” değerlerinin reddinde bir araya geliyor. Neiman, doğru anlaşılan bir solculuğun Aydınlanma’nın evladı olduğunu savunuyor. Dolayısıyla ona göre “vok”lar Aydınlanma değerlerini reddettikleri için, “vok” sol karşıtıdır. Ne yazık ki, Neiman; vok Heidegger, Schmitt, Foucault ve evrimsel psikolojiden günümüzün “vok” düşünürlerine uzanan bu soyağacının izini sürmüyor. Aslında, bu kaynaklardan beslenen tek bir “vok” filozof, kamusal entelektüel veya önde gelen destekçinin bile adını vermiyor.

Neiman’a göre, “vok”ların en takdire şayan dürtülerini destekleyen birçok teorik varsayım, nefret ettikleri entelektüel hareketten, yani faşist düşünceden geliyor. Ancak Neiman’ın, “vok” kavramının köklerini neden başka bir yere değil de Nazi entelektüellerine bağlayan bir anlatıya inandığı benim için belirsiz, özellikle de başka önemli adaylar varken. Neiman, yetkin bir filozof olduğundan, Schmitt ve Heidegger’i “vok”lara bağlayan bu soykütüğünü destekleyen kanıtları da kitaba dahil edeceğini varsaymıştım. Richard Wolin’in 2023 tarihli Heidegger in Ruins kitabı, Heidegger’in sol düşüncenin bazı yönlerindeki kötücül etkisinin kanıtlarını ustalıkla bir araya getirerek bir örnek teşkil ediyor; Neiman’ın kitabında ise bu yok.

Neiman’ın okuyucuyu argümanını takip ettirmedeki başarısızlığının bir başka bariz örneği şudur: Left Is Not Woke’un ikinci yarısının önemli bir kısmı, evrimsel psikolojiye yöneltilen tafsilatlı bir serzenişten oluşuyor. Evrimsel psikolojinin savunucuları olarak bilinen Steven Pinker ve Richard Dawkins gibi isimlerin “vok karşıtı” duruşlarıyla tanındığı düşünülürse, evrimsel psikolojiyi eleştiren bir bölümün kitapta yer alması kafa karıştırıcı. Neiman, hangi “vok” düşünürlerin evrimsel psikolojiye bağlı olduğunu söylemiyor. Halbuki, başka yazarlar, evrimsel psikolojinin popüler sağcı görüşlerle bütünleşmesi üzerine kapsamlı yazılar kaleme almıştır. Neiman’ın da aynı şeyi sol görüşler için yapmasını umuyordum. Ne yazık ki, bunu yapmıyor. Ancak, tahakküm ve boyunduruğun doğal (dolayısıyla iyi) düzen olduğunu iddia eden kendi gerici sosyal teorilerine ağırlık kazandırmak için “vok” kavramını kullanan, birçok sağcı hükümeti, neoliberal ekonomisti, sağcı kanaat önderini ve benzerlerini listeliyor.

“Vok” tanımlamaları, tasvirleri veya örnekleri olmadan ve hiçbir “vok” düşünürü alıntılamadan, Neiman, bir dizi yel değirmeniyle mücadele ediyormuş gibi görünebilir. Peki, tam olarak hedefi kim? Neiman bu endişeleri, “bu bilimsel bir kitap değil… Bilimsel bir inceleme Foucault veya Schmitt veya evrimsel psikoloji hakkındaki iddialarımı karmaşıklaştırırdı” diyerek yanıtlıyor. Bilimsel incelemeden kaçınmak iyi bir şey olabilir, ancak bilimsel olmayan kitaplar bile zaman zaman eleştirdikleri nesneye dair birkaç örnek verir. Ayrıca, “teori” kavramını bir kenara atması, sıklıkla bir düşünürün görüşünü birkaç farklı alıntıdan bir araya getirmesi ve tüm bölümleri basit ikiliklerin (evrensel v. tikel; adalet v. iktidar vb.) yapılandırması, kitabı Helen Pluckrose ve James Lindsay’nin Cynical Theories’i (2020) gibi “anti-vok” piyasasını dolduran benzer eserlerden büyük ölçüde ayırt edilemez hale getiriyor.

Adil olmak gerekirse, Neiman bir “vok” grup ismi veriyor: New York Times. “[New York Times] her zaman temsil ettiği ana akım neoliberal mutabakatı hala bünyesinde barındırsa da, 2019’dan bu yana giderek artan ve bariz bir şekilde vok oldu”. New York Times‘ın “vok” olduğu iddiasını, trans bireyler hakkındaki en son “vok karşıtı” ahlaki panikte aktif bir rol almasıyla; küçük hırsızlık vakalarını öne çıkarıp sistematik ücret hırsızlığını önemsiz gösterme takıntısını sürdürmesiyle; 1922’de Adolf Hitler’den 2016’da açıkça beyaz üstünlükçü Traditionalist Worker Party liderine dek aşırı sağcıların sempatik portrelerini yayımlamasıyla; veya New York metrosunda evsiz bir adamın göz göre göre öldürülmesini mazur gören yakın zamanlardaki görüşüyle bağdaştırmaya çalıştım. Sanırım bu vakalar ana akım neoliberal mutabakatın somutlaşmış halleri.

Sol Vok Değildir

Zayıf soykütüğü argümanınıyla beraber Neiman’ın kitabında ele alınan bir diğer tez, “vok”ların Aydınlanmanın evrenselcilik ilkesini reddettikleri ve dolayısıyla gerçek solcu olamayacakları fikridir. Soykütüğü argümanında olduğu gibi, Neiman bu ikinci tezi desteklemek için de örnek vermiyor.. Bunun yerine, en doğru ifadeyle sahte mağduriyet olarak tanımlanabilecek örnekler sunuyor: Holokost’tan sağ kurtulduğu konusunda yalan söyleyen Benjamin Wilkomirski; sahte bir şekilde siyah olduğunu iddia eden beyaz Amerikalılar; ve kendi kendine ırkçı bir saldırı tertip ettiren Siyahi bir aktör. Neiman’ın kitabını okuduktan sonra, bu örneklerin evrenselliğin reddini nasıl temsil ettiğini veya bu kişilerin “vok” olmaya çalışıp çalışmadıklarını anlayamıyorum.

Neiman’ın “vok” mağduriyet konusuna girmesi, başka bir filozofla esaslı bir şekilde ilişki kurduğu tek sefer olan başka bir eleştiriye yol açıyor: Miranda Fricker’ın bakış açısı epistemolojisi üzerine yaptığı çalışmaya yönelik bir eleştiri. Bu, Neiman’ın felsefi basiretini sergilemesi için bir fırsattır. Fricker’dan feminist düşünceyi tartışan bir alıntıyla başlıyor: “Feministler… belirli bir iktidar ilişkisi yumağının en çetin yerinde yaşanan bir hayat, eleştirel anlayış sağlar [düşüncesini benimsemişlerdir].” Neiman’ın yanıtı kısadır: “Eleştirel anlayış güçsüzlükten doğabilir, ama bu her zaman böyle midir? …[G]üçsüzlük deneyimini siyasi otoritenin olmazsa olmaz bir kaynağı olarak yüceltebilir miyiz?”

Neiman, bakış açısı epistemolojisine veya feminist düşünceye adil bir yaklaşım sergilemiyor. Bunun yerine, iki farklı şeyi birbirine karıştırıyor: Bir yanda, seslerinin susturulması nedeniyle susturulmuş seslerin değerli bir bakış açısına sahip olabileceği gibi epistemik bir ilke var; diğer yanda ise, susturulmuş bireylerin kaçınılmaz olarak siyasi otoritenin bir kaynağı olduğu gibi çok daha güçlü bir iddia var. Bu ikinci iddiayı destekleyen hiçbir solcu entelektüel tanımıyorum. Belki de vardır, ama öyleyse de Neiman onların ismini vermiyor. Ayrıca, bu durumun “vok”ların evrenselliği veya diğer Aydınlanma değerlerini reddettikleri iddiasını nasıl desteklediğini anlamak da zor, çünkü hem bakış açısı epistemolojisi hem feminizm Aydınlanma değerleriyle tamamen uyumlu görünüyor.

Neiman, evrenselciliği “kabilecilik” ile karşılaştırarak, Nazi hukukçuların ırksal saflık hakkında geliştirdiği Nürnberg Yasalarına ve Amerika’daki “tek damla kuralı”na değiniyor.420. yüzyıl başlarında ABD eyaletleri yasalarına da giren bu kurala göre atalarından biri bile siyah olan, yani “bir damla” siyah kana sahip olan herkes zenci kabul edilir. (Ed.) Neiman’ın Naziler ve Amerikan beyaz üstünlükçülerini “vok” olarak nitelendirdiğini düşünmüyorum, ama yine de kitap, kendisinin sıklıkla bahsedip sağa atfettiği reaksiyoner kabilecilik eğilimlerine kapılan “vok” düşünürlere dair örnekleri içerseydi çok faydalı olurdu. Aksi takdirde, diyalektiğin kusursuz bir başarısı olarak, “uyanmış” solun basitçe kimlikçi sağın (yani beyaz üstünlükçülerin) farkına varılmamış ayna görüntüsü olduğunu varsaymak zorunda kalıyoruz; örneğin “[V]okların en takdire şayan dürtülerini destekleyen birçok teorik varsayım, nefret ettikleri bir entelektüel hareketten geliyor” deniyor. Bu tür bir iddia en iyi ihtimalle muğlaktır. Örneğin, Amerikalı muhafazakâr yazar Jonah Goldberg, Liberal Fascism (2008) kitabında, modern liberalizmin Nazizm ile bağlantılı olduğunu, çünkü her ikisinin de bir organik   tarikatı içerdiğini savunmuş ve bu iddiasını Hitler’in vejetaryenliğiyle desteklemiştir.

Neiman, yine de sağlam bir iddia ortaya koyuyor: “Evrenselcilik, solda, belirli kültürleri diğerlerine empoze etme girişimiyle (yani sahte evrenselcilikle) karıştırıldığı için topa tutuluyor: soyut bir insanlık adına, son tahlilde sadece egemen kültürün kendi zamanını, yerini ve çıkarlarını yansıtan bir sahte evrenselcilik.” Haklı olarak bunun “kurumsal küreselcilik adına her gün gerçekleştiğini” belirtiyor, ancak kurumsal küreselleşme Neiman’a göre “vok” değil. Bu bana kendisi de bir başka Aydınlanma çocuğu olan kapitalizm gibi geliyor. Bu, “vok”luğu küresel kapitalizmin yanında konumlandırma girişimi, Neiman’ın kitabındaki birçok örnekten sadece biri (örneğin, 3. Bölümün başında yer alan “zengin bir adamın evinde zaman geçiren bir grup adam” metaforu), “vok”luğu maddi ihtiyaçları yeterince karşılananların ayrıcalıklı bir duruşu olarak konumlandırmaya çalışıyor. Belki de bu doğrudur, ancak kanıt olmadan iddiaları pek ikna edici değil.

Evrenselcilik, Kant ve Marksizm

Neiman’ın “gerçek” ve “sahte” evrenselcilik arasındaki ayrımı, kitapta cevapsız kalan bir dizi kilit soruyu beraberinde getiriyor. Örneğin, ilk bakışta kabilecilik gibi görünen bir durumun örtük bir evrenselcilik olduğu durumu veya bunun tam tersini nasıl ele almalıyız? Neiman şöyle yazıyor: “Vok hareketler, birçok kişiyi, gerçek evrenselciler için bile, evrenselin çoğu zaman kahverengi yerine beyaz, kadın yerine erkek, eşcinsel yerine heteroseksüel algılandığını fark ettikleri için övgüyü hak ediyor.” Neiman şu bariz sorunun farkında değil: Önerilen herhangi bir “gerçek” evrenselciliğin “gerçek” olup olmadığını, örneğin evrenselci bir dil kullanan gizli bir kabilecilik olup olmadığını kesin olarak belirleyebilir miyiz?

Mesela Kant’ı ele alalım. Neiman, Kant’ı “döneminin adamı”, yani ırkçı olarak sunuyor. Kant, elbette döneminin adamıydı, ama Stella Sandford’un belirttiği gibi, “Kant dönemin standartlarına göre bile ırkçıydı”. Neiman, Kant’ın “ara sıra yaptığı ırkçı yorumları “, Avrupa merkezciliği ve sömürgeciliği kınama konusundaki daha büyük bağlılığı ışığında önemsizleştirmek istiyor. Burada iki temel sorun var. Birincisi, Kant’ın ırkçılığını sadece “ara sıra yapılan ırkçı yorumlar” olarak nitelendirmek adil mi? Kant, Aydınlanma figürlerinin tipik ırkçılığının çok ötesine geçti; örneğin, “Kırbaç yerine yarılmış bambu kamışı kullanın, (zira zencinin kalın derisi nedeniyle kırbaçla yeterince acı çekmeyecektir) böylece zenci çok fazla acı çekse de ölmeyecektir” gibi tavsiyeler verdi. İkincisi, Kant’ın ırkçılığını, esasen tertemiz bir felsefi miras içinde bir istisna olarak görmek adil midir? Huaping Lu-Adler’in Kant, Race, and Racism: Views from Somewhere (2023) başlıklı kitabının yakın zamanda yayımlandığı düşünülürse, bu tartışmalar henüz yeni başlıyor gibi duruyor. Kısacası, akademisyenlerin Aydınlanma’nın evrenselcilik modelleri ve bunların sözde çağdaş mirasçılarıyla eleştirel olarak ilgilenmeye devam etmeleri için iyi nedenler var.

Peki ya Marksizm? Kuşkusuz o da Aydınlanma’nın rasyonel ve ütopik düşüncelerinin evladıdır. Aynı zamanda sol cenahta olduğu düşünülebilir, ama Marksizm kabileci midir yoksa evrenselci mi? Kesinlikle, burjuvazi yerine proletaryaya odaklanması evrenselciliğini zayıflatıyor gibi görünüyor, ancak kökenlerinin Aydınlanmaya uzanması Marksizmi “vok” olarak etiketlenmekten kurtarıyor mu? Avrupa’nın köklü anti-faşist düşünce ve eylemler tarihi ne olacak? Anti-faşizm kesinlikle kabilecidir, bu yüzden belki de anti-faşist düşünürler artık solcu değiller ve belki de “vok” oldular. Frankfurt Okulunun bizzat faşizmin Aydınlanma’nın evladı olduğu iddiası ne olacak? Frankfurt Okulu “vok” mu? Bir iklim bilimci, sömürgeciliğin ve ırkçılığın çağdaş iklim politikaları üzerindeki kalıcı mirasını vurgularsa (örneğin, Malcom Ferdinand ve Romy Oppermann’ın çalışmaları), onlar fiilen “vok” mu olurlar yoksa gerçekten solcu mu? Ve benzeri sorular. Neiman bu bulmacaları çözmemize yardımcı olacak kadar net bir tablo sunmuyor.

Kaçınılmaz olarak, Neiman’ın (ırksallaştırılmış ve cinsiyetlendirilmiş) somutlaşma düzeyinde işlediğini düşündüğü “vok” tikelcilik ile Aydınlanma’nın mirası olarak kabul ettiği soyut evrenselcilik arasında bir ilişki vardır. En iyi haliyle, kimlik temelli düşüncenin yeni biçimleri, gerçek bir hümanizm arayışımızı zenginleştirecektir. Bu bağlamda, iktidar ve adalet üzerine 3. Bölümde yaptığı tartışmada olduğu gibi, Neiman, evrenselciliğin/adaletin saf idealini kanlı canlı insanlığın gerçek dünyasının karmaşasıyla kirletme konusunda Kantçı bir hoşnutsuzluk sergiliyor. Belki de Neiman’ın Teori ile bu kadar sorunu olmasının nedeni, teorinin düzenli olarak kavramsal suları bulanıklaştırmaya çalışmasıdır.

Tüm bunlar, Aydınlanma değerlerinin bu savunusunda dikkat çeken bir eksiklik olduğunu göstermektedir: Neiman, Aydınlanma’nın evrenselcilik vaadinin bir naylon fatura, asla nakde çevrilemeyen bir çek, boş bir retorik olduğu yönündeki geleneksel solcu eleştiriyi ciddi bir şekilde ele almıyor. Bu eleştiriler, soyut evrenselcilik fikri, birçok insanın günlük deneyimlerinde hayata geçirilmiyorsa cazip olmasının ne önemi var diye soruyorlardı. Ekmeği yiyebilirsiniz ama adalet de sizi besleyebilir mi? Gerçek evrenselciliğin mümkün olup olmadığı konusundaki bu karamsar duruş doğru olsun ya da olmasın, Neiman, ilerlemenin bazı soyut ilkeler değil, çoğumuzu bastırmaya çalışan gerçek bir rakibe karşı her gün uğruna savaşmamız gereken bir şey olduğunu düşünen birçok solcu akademisyen ve aktivistin uzun süredir dile getirdiği bu etkili ve önemli eleştiriyi göz ardı ediyor.

Yok muhataplar, vok filozoflar

Bir noktada, Neiman “vok” bir muhatapla hayali bir diyalog kuruyor: “Ama Aydınlanma, sömürgeciliğin ideolojisiydi!” diyor meçhul “vok” birey. Neiman şu şekilde cevaplıyor: “Bu iddiayı ileri sürenler, Aydınlanma’dan önce sömürgeciliğin olmadığını mı sanıyor? Muhtemelen hayır.” Neiman, bir dizi acımasız imparatorluğu sıraladıktan sonra, “[b]ildiğimiz kadarıyla, sahip olmadıkları bir şey vardı: vicdan azabı” diyor. Bu, Neiman’ın iddiasına göre, Aydınlanma’nın sunduğu bir şeydir. Hadi, bunun doğru olduğu konusunda Neiman ile hemfikir olalım.

Caroline Elkins’in son kitabı Legacy of Violence: A History of the British Empire, bu vicdan azabının imparatorluğun sadistik yöntemlerinin dokusuna nasıl dahil edilebileceğini detaylandırır. Eric Williams’ın esprili bir dille “İngiliz tarihçiler, neredeyse İngiltere’nin Negro köleliğini yalnızca onu ortadan kaldırmanın memnuniyeti için tanıttığını yazarlar” dediği üzere, birkaç muhalifin sesi suçsuzluk anlatısının bir parçası haline gelir. Veya, Muhafazakar Parti Milletvekili Suella Braverman’ın Ulusal Muhafazakarlık Konferansı’nda (bu sefer ironi olmadan) öne sürdüğü gibi, “Bu ülkenin kölelikle ilişkisinin tanımlayıcı özelliği, onu uygulamamız değil, onu ortadan kaldırmada öncülük etmemizdir”. Elkins’in, Aydınlanma değerlerini savunan söylemin, kendi kendini haklı çıkaran bir propaganda biçimi olduğunu ileri süren argümanı burada dikkate değerdir: Biz, nihayetinde, medeniyiz ve “evrenselcilik, adalet ve ilerleme olanağını” kabul ediyoruz, oysa bu Aydınlanma ilkelerini reddedenler –kendi iyilikleri için– medenileştirilmeye ihtiyaç duyarlar.

Neiman’ın, Aydınlanma retoriğinin Avrupalı olmayanlara karşı küresel çapta uygulanan şiddeti haklı kılmak ve temize çıkarmak için kullanılmasına verdiği yanıt, hayali bir vicdan azabına yönelik bir varsayıma dayanmaktadır: “Rousseau, Diderot ve Kant bu kalpazanlığı fark eder ve kendi ideallerinin ideolojiye dönüştüğünü gördüklerinde ağlarlardı.” Sanırım hayali bir vicdan azabı vicdansızlıktan daha iyidir.

Özetle, bazı isimsiz solcuların entelektüel olarak evrimsel psikolojiye, Martin Heidegger’e ve Carl Schmitt’e çok şey borçlu olduğunu varsayıyorum. Bu kişiler var olmalı ve Left Is Not Woke kitabının yegâne hedefi olmalılar. Bununlar birlikte, bu meçhul bireylerin, özellikle terimin yaygın kullanımı göz önüne alındığında, nasıl uygun bir şekilde “vok” olarak adlandırıldığını anlamıyorum. Neiman’ın kullanımı fazlasıyla kendine özgü. Bana göre, en azından, bu tanımlamaların birçoğu bazı solcuları ve bir tür solculuğu imliyor. Ve zaten onların çoğu için bir etiketimiz de var: “gerici”.

Solun bazı üyelerinin, hem geçmişte hem de günümüzde, gerici/tepkisel bir zihniyete kapılabileceği gerçeği göz ardı edilemez. Bu tartışmanın konusu değil ve Neiman için uygun bir hedef olabilirdi. Yani, Left Is Not Woke kitabının temeli göze çarpan bir şekilde eksik: Bazı solcuların dışlayıcı sınıf indirgemeci bir pozisyon benimseme, nihilizmi, “sıfır toplam” düşüncesini veya “güçlü olan haklıdır” retoriğini benimseme eğilimi üzerine herhangi bir tartışma bulamıyoruz. Bu, genellikle, cinsiyet, ırk, engellilik ve sınıf arasındaki karmaşık ilişkileri teorize eden ve “vok” olarak adlandırılan birçok düşünürün getirdiği karmaşıklıklara bir tepki olarak yapılıyor.

Bu tepkisel eğilim, önde gelen bazı sınıf merkezci solcuların LGBT+ karşıtı ve ırkçı politikaları savunmasına, Neiman tarafından yerilen aynı saflık anlayışını savunan sağcı gruplarla kızıl-kahverengi ittifaklar kurmasına ve “ironik” gelenekçiliğe, hiyerarşizme, kabileciliğe ve nihilizme düşmesine yol açmıştır. Örneğin, “dirtbag left” ve “Dimes Square” ile ilişkilendirilen bireyler ve grupları; gazeteci Glenn Greenwald; yazar Michel Houellebecq; filozoflar Nick Land, Nina Power ve Slavoj Žižek’in politik yönelimlerini düşünün. Ne yöne gidiyorlar? Neden? Genel olarak Neiman’ın teşhis kriterlerine uyuyorlar mı? Bence birçoğu, çeşitli düzeylerde uyuyor ve bunlar Neiman için gerçek dünyadan ilginç vaka çalışmaları olabilirdi. Yine de, şahsen, hepsinin –The New York Times ile birlikte– “vok” olarak teşhis edilebileceğine inanmıyorum.

 

Notlar

(1) İngiltere’de lise seviyesindeki öğrencilerin girdiği sınav (Ed.)

(2) İngiltere’de muhafazakar eğitim bakanı Michael Gove döneminde popülerleşen, bürokrat ve öğretmen meslek örgütlerini aşağılamak için kullanılan bir ifade (Ed.)

(3) Diğer ilkeler/maksimler, Nicelik, Nitelik, Bağıntı’dır. Bkz. Paul Grice (2022). “Mantık ve Konuşma”. Çev. Alper Yavuz. Posseible: Felsefe Dergisi 11.1, ss. 71–87. (Ed.)

(4) 20. yüzyıl başlarında ABD eyaletleri yasalarına da giren bu kurala göre atalarından biri bile siyah olan, yani “bir damla” siyah kana sahip olan herkes zenci kabul edilir. (Ed.)

 

Orijinal Başlık: Everything You Love Has Gone Woke
Yazar: Nathan Oseroff-Spicer
Türkçeye Çeviren: Aslı Ece Sovkuluk
Editör: Uğur Şen
Redaksiyon: Bekir Demir