İktidar ve İtiraz

19. Yüzyıl Osmanlısı’nda Bilime İhtiyaç

Bu ölüm kalım savaşında gerekirse askerliğiyle (ve yeni zamanların silahlarını kullanarak) zaten hizmet verecek vatandaş, özellikle iktisadi savaş bağlamında devlete, vatana, millete hizmet etmek istiyorsa, dünyayı ve kendini yeni bilimler gözünden görmeyi, yeni teknolojiler vasıtasıyla deneyimlemeyi öğrenmeliydi.
Okuma listesi
Editör:
Redaksiyon:

Bir bayram günü… İhtiyarlar, gençler, çocuklar giyinmiş kuşanmış, kırlara çıkmış. İhtiyarlar ağaçlara yaslanmış, eski günleri düşünerek hülyalara dalmış; çocuklar çayırlarda yuvarlanıyor. İnsanlık ruhu da bu manzarayı keyif ve neşe ile izleyerek bu topluluk üzerine kol kanat germiş bulunuyor. Bu insanlar arasında çeşit çeşit aşk ve muhabbetten ve saadetlerini artırma arzusundan başka ne bulunabilir?

Fakat bunlar insaniyetin koruyucusunun himayesine kanaat etmezler de, o kasabanın her burcuna birer Armstrong topu koyarlar. Mutluluklarına gıpta eden insaniyet düşmanları ile cenk etmeye hazırlanırlar. Oysa o Armstronglar değil midir ki insaniyeti mahveden başka Armstrongları davet ederek medeniyeti yangın yerine çevirenler?

… Peki bu dehşet verici şeyleri insan cemiyetinin içine sokan nedir? Şüphe yok ki, medeniyetin terakkisi. Medeniyetin terakkisi, insaniyeti muhafaza edeceğine dair insanlığın ruhuna teminat vermiş olduğundan, âlemi yakıp yıkmasına itiraz edecek bir kuvvete dahi rastlanmaz hale gelmiş. Medeniyetin terakkisi, bize şimendiferler, telgraflar sunar. Bir de bakar görürüz ki bu şimendiferler ciğerparesi çocuklarımızı mezbahaya bir saat evvel nakletmek, telgraflar da onların kara haberlerini bize bir an evvel ulaştırmak içinmiş. Allah Allah, bu ne saadet!

1872 yılında Basiret gazetesinde yayınlanan bir yazıdan1“İslamiyet ve Medeniyet” 13 Haziran 1872, 3. Osmanlı metinlerinden yapılan alıntılar okuma kolaylığı için kısaltılmış ve sadeleştirilmiştir. alıntıladığım bu cümlelerin ifade ettiği tavır, 19. yüzyıl Osmanlı metinlerinde karşımıza nadiren çıkar. Metnin devamını okuduğumuzda, medeniyetin terakkisinin insaniyete bir tehdit oluşturduğunu vurgulayan yazarın, yine de medeniyetin mahsullerini almak mecburiyetini inkâr etmediğini, insaniyeti koruma ihtiyacına ise İslam’ın cevap verebileceğini belirttiğini görürüz; bunu da belki nispeten daha aşina olduğumuz cinsten “muhafazakâr” bir yaklaşım olarak yorumlayabiliriz. Medeniyetin ilerlemesi ile insaniyet arasında bir çatışmadan bahseden yazarın ifadeleri, eski cemiyeti eşitsizlik ve çelişkilerden münezzeh bir tür cennet bahçesi gibi tasvir etmesi ve teknolojik gelişme, emperyalizm, kapitalizm çağında böyle bir cemiyetin geleceği olmadığına hayıflanması gerici” olarak değerlendirilebilir elbette. Ancak yeni teknolojilerin dünyasına kısmen de olsa endişeyle bakabilmesi, bu teknolojilerin hem genel olarak insanlığın, hem de yerel toplumsal ilişkilerin geleceğine etkisi üzerine biraz olsun eleştirel bir ton içermesi açısından, metnin alıntıladığım kısmındaki yaklaşımını önemsemek gerektiğini düşünüyorum. Bu ifadelerde muhafazakarlık ya da gericilik bulmaktan daha ilginç bir mesele var bence karşımızda: son dönem Osmanlı metinlerinde bu tür ifadelere neden sık sık rastlamıyoruz? Osmanlı dergi ve gazetelerinde yayınlanan ve yeni bilim ve teknolojilere değinen yazılar, neden çoğunlukla hayranlık, heyecan, ve gıpta hisleriyle dolu? Yaşanan büyük teknolojik değişimler karşısında Bu işin sonu ne olacak?” demek neden bu kadar zor?

Bu soruyu, elbette bugün için de sormak, yapay zeka ya da biyomedikal teknolojilerdeki “devrim”ler karşısında epeyce pasifize olmuş günümüz toplumlarına da uyarlamak mümkün. Ama Osmanlı örneğinden devam edelim. Engelhardt’ın Kaptan-ı Derya Halil Rıfat Paşa’nın 1830’da Rusya dönüşünde söylediğini belirttiği söz, Osmanlı örneğini yorumlayan araştırmacıların en sık kullandığı örneklerden olabilir: “Her zamankinden de fazla ikna olmuş olarak dönüyorum ki, eğer Avrupa’yı taklit etmekte aceleci davranmazsak, Asya’ya dönmeye razı olmak zorunda kalacağız.”2Edouard Philippe Engelhard, La Turquie et le Tanzimat; ou, Histoire des réformes dans l’Empire Ottoman depuis 1826 jusqu’à nos jours (Paris: A. Cotillon, 1882), 2. Korkulan bu dönüş ihtimali, elbette temelde maddi güçsüzlükle ilgili –askeri ve iktisadi olarak Avrupa’ya mağlup olmamak için, Avrupa’yı güçlü kılan şeyleri Osmanlı’nın da temin etmesi gerekiyor. Bu yaklaşım daha sonra “muasır medeniyet seviyesi”ne yetişmek, hatta onu geçmek kalıbı ile ifadesini bulacak ve medeniyetin acilen temin edilmesi gereken araçlarını, ürünlerini tanımlamak için kullanılacak –o araç ve ürünleri farklı biçimlerde tanımlasa dahi, sorgulamaya imkan bırakmadan.

Misliyle karşılık

Araştırmacıların gösterdiği gibi, bu eğilimin erken dönemlerde İslami olarak meşrulaştırılması için kullanılan temel ilke “mukabele-i bi’l-misl,” yani benzeriyle karşılık vermekti.3Kahraman Şakul,“Nizâm-ı Cedid düşüncesinde batılılaşma ve İslami modernleşme” Dîvân İlmî Araştırmalar19 (2005): 117-15 ve Gültekin Yıldız, Osmanlı kara ordusunda yeniden yapılanma ve sosyo-politik etkileri (1826-1839) (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2008). Nizam-ı Cedit’le başlayıp Yeniçerilerin imhasına giden süreçte sıkça referans verilen bu ilke, hadislere ve Enfâl suresinin 60. ayetine dayandırılır: “Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın.”4https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1220/60-ayet-tefsiri Söz ettiğim dönemde Müslümanların, düşmanlarının kullandığı silahlara sahip olmasını meşrulaştıracak, hatta yeni muharebe araçlarını ve harp fenlerini edinmeyi bir tür dinî yükümlülük haline getirecek şekilde yorumlanan bu ayet için günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tefsiri de benzer bir değerlendirme yapıyor: “En uygun, maksadı gerçekleştirmede en etkili olan silahlar ile diğer araç gereçler, askerî eğitim, savunma ve savaş stratejisi gibi savunma ve zafer için gerekli olan her türlü askerî güç ve imkânlar,” Müslümanlarca edinilmelidir.5https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1220/60-ayet-tefsiri Bu açıdan, belki de ondokuzuncu asır başı Osmanlı’sından günümüzde savunma sanayiine yapılan yatırımlara da köprü kuran bir yorumlama biçimiyle karşı karşıyayız. Basiret yazarının sözleriyle yinelersek, binbir çeşit Armstrong topu, diğer Armstrong’ları davet etmeyi sürdürüyor dolayısıyla.

“Bedeviyet” içinde yaşayan kavimler bir yana, Çin’den Hindistan’a kadar medenileşmiş toplumların dahi Avrupa’nın karşısında duramaması, 19. asır Osmanlı yazarları için bir ibret teşkil ediyordu. Yüzyıl ilerledikçe, Avrupa’ya askeri gücünü verdiği düşünülen bilimsel ve teknolojik her şeyi edinme mecburiyeti, meşrulaştırmak için çaba dahi sarfedilmeyen, verili bir gerçek halini alacaktı. Ancak elbette “düşman” sadece ordusu ile değil, iktisadi gücü ile de Osmanlı’nın geleceğini tehdit ettiğinden, edinilmesi gereken araç ve ürünler silah ve askeri eğitimden ibaret olamazdı. İktisadi gücün dayandığı temel ise, yine bilim ve teknolojideki değişimlere referansla tanımlanıyordu:6“Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 23.

Yabancı diyarlardan vatanımıza gelip de gördüğümüz ve koşarak satın aldığımız, akıllara hayret veren o malları, onlar ilim ve fen sayesinde o dereceye ulaştırmışlardır… Çiftçilik, bağcılık ve bahçeciliğin en üstün seviyesine ulaşmak da yine ilim ve fen sayesinde mümkündür. Görmüyor muyuz ki Trieste’den memleketimize armut getirip satıyorlar; Avrupa’dan çeşitli ağaç ve çiçek getirip satıyorlar. Acaba bunlar bizim memleketimizin toprağında yetişmez mi? Yoksa yetişmesine havamız mı engel olur? Yahut, maarif ve sanayiyi ileri bir seviyeye getirmek için gereken işlere girişmeye ve bunları elde etmeye halkımızın aklı yetmez mi?

Ahalimizin zenginleşmesi, paralarımızın içerde kalıp dışarıdan para getirilmesi için, hepimiz el birliğiyle ilim ve fenne sarılarak sanayiyi ileri bir seviyeye getirmeliyiz. “Şu sanat bize uygun, bu sanat uygun değil; pîrimiz yapmamış, biz de yapamayız” gibi sözleri ve bahaneleri bir kenara bırakmalıyız.

Osmanlı zanaatkarları, ustalarından gördükleri şeyleri aynen yapan, ve Avrupa zanaatkarlarının aksine, müşteri farklı bir şey istese bunu yapabilecek bilgiye dahi sahip olmayan insanlardır bu makaleye göre. Diğer bir deyişle, ilim ve fen bilmedikleri için, sadece el yordamıyla, zihinlerini kullanmadan üretim yaparlar. Tarımda da durum farklı değildir: Osmanlı çiftçisi sadece atasından gördüğü gibi arpa, buğday ekmeyi bilir: “Avrupalı uzmanların sözlerine itimat etmek gerekirse, bir çiftçi ne kadar şey bilirse bilsin, kimya, jeoloji, botanik ve fizyoloji gibi ilimlere dair yeterli bilgisi bulunmadıkça, ayrıca yeryüzünün hangi noktalarında bitkilerin daha iyi yetişeceğini bilmek için ziraate büyük ölçüde yardımcı olan bu ilimlerin yanı sıra, biraz matematik, coğrafya ve kozmografya bilmedikçe, sahih ve muvaffak bir çiftçi olarak kabul edilemez.”7“Ziraat Dersi”, Vasıta-i Servet, no 1., 1880, 3.

Osmanlı hazinesi, gerçek ve başarılı” olarak kabul edilmesi imkansızlaşmış zanaatkar ve çiftçiler elinde zayıf düşer; Trieste armuduna muhtaç kalan memleketten Avrupaya para giderken, elbette Avrupa ile mücadele etmesi de imkansızlaşır. Burada en önemli problem ise, yazarların ısrarla vurguladığı gibi, yeni ilim ve fenlerden bihaber kitlelerdir. Çiftçi, artık ektiği tohuma, bahçesindeki ağaca baktığında bir alışkanlığın, atadan kalma bir adetin, kendisine biraz olsun para getiren mahsulünü değil, hakkında uzmanlar” tarafından üretilen bilgileri edinmeye mecbur olduğu bir organizma”yı görmelidir. Zanaatkar, imal ettiği şeyin sadece “yapılan” bir şey değil, hakkında belli bilgilere de sahip olunması gereken bir şey olduğunu anlamalıdır. Ve her ikisi de gündelik geçimlerinin ötesinde kaygılara sahip olmalı, vatanın iktisadi gücüne hizmet etme bilincini edinerek, hazineye katkı sağlayan insanlar olmayı amaç edinmelidir. Elbette iktisadın da uzmanları vardır; ve bu ilme dair bilgiye sahip olmanın önemi de, örneğin Ahmet Mithat gibi yazarlarca sıkça vurgulanacaktır, yine 1870’lerden itibaren…

Osmanlı vatandaşı ve bilim

Ancak mesele halkın bilimde ve teknolojide yaşanan gelişmelere dair bilgilerden mahrum olmasından ibaret değildir. Çok daha önemlisi, halk, bu bilgilere sahip olma isteğini, ihtiyacını hissetmez ve Osmanlı’nın içinde bulunduğu durumdan çıkmasının önündeki engel haline gelir. Ahmet Mithat’ın bir roman kahramanının ağzından söylediğine göre, Osmanlı devleti, asrın makineleriyle dolu fabrikalar yapmış, ama tam da bu nedenle bunlardan fayda görememiştir:8Ahmed Midhat Efendi, Müşahedat (Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 2018 [1891]), 191.

Bu uyanıklık daha halkımıza gelmemiş. Fakat devletimize gelmiş. Hem çoktan beri gelmiş. Türlü mensucat için fabrikalar açılmış. Geçen yaz Boğaziçi’ne gitmiştim de görmüştüm. Şişe ve billur ve ispermeçet yapmak için bile fabrikalar açmış. Kâğıthaneler, ipekhaneler yapılmış. Ne yazık ki devletin, bunları yapmaktan maksadı anlaşılamamış. Bunlar, halkımızı o yola alıştırmak gibi bilgece bir düşünceyle açılmış oldukları halde, halkımız bunu anlayamamış. Maksadı anlaşılamadığı içindir ki, onları idare edebilecek memur ve onlarda çalışabilecek amele dahi yetişememiş. Binaenaleyh terakki eyleyememişler. Bazıları külliyen, bazıları hükmen metruk ve muattal kalmışlar.

Devletin çabalarının sonuç vermesi için, halkın yeni bilim ve teknolojiler ve bunlar sayesinde yapılan makineler hakkında sadece bilgi edinmesi değil; bunları önemli bulması, merak etmesi, istemesi ve en önemlisi, faydalarını anlaması gereklidir. Yine Hadika’dan alıntılarsak, “Medeniyet âleminde yaşamak, kendisine ve vatanına hizmet etmek, saygın ve değerli olmak isteyen kimseler,” ilim öğrenirler. Bunun zıddı olanlar ise cehalet içinde kaldıkları gibi artık itibar da göremezler.9“Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 22. Avrupa’nın ilim ve fennini almak, hem askeri hem iktisadi olarak Avrupa’ya mukabele edebilmenin temeli ise, Osmanlı toplumunun fertleri de da bu sürece katılabildikleri sürece “iyi vatandaş” olarak görülebilirler; aksi takdirde asalaktan ibaret kalacaklardır. Nitekim, “devlete yük olmak” tabiri, bu yazıda değindiğim türde makalelerde sıkça kullanılır; yeni bilim ve teknolojileri istememek, onlara şüpheyle bakmak, ya da en azından ilgisiz kalmak, neredeyse vatana ihanetle özdeş hale gelir.10“Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 22.

Okumuş, yazmış, fenlere aşina olmuş, sanat sahibi bir kimse, bilgisi sayesinde sanatını da ilerletip yaptığı işi de geliştireceğinden, bu yolla kazanacağı şöhret, sahip olacağı servet ve ayrıca bu sayede bütün vatan evlatlarına edeceği hizmetten pek çok yararlar doğar, ki onun sayesinde daha nice nice hüner ve marifet sahibi kimseler de yetişir. Acaba bu mu daha iyidir, yoksa geçimini devlet hazinesinden sağlamak mı daha iyidir?

Bilim ve teknoloji çalışmaları alanında sıkça kullanılan bir yaklaşıma referans vererek bilim ve toplumun eş-üretiminden bahsedebiliriz bu noktada. Bu perspektife göre, toplumsal yapılar, dünya görüşleri, kurumlar, politika ve güç ilişkileri bir yandan bilimsel bilgi üretimini etkilerken, aynı zamanda bilimsel ve teknolojik gelişmeler tarafından dönüştürülürler. Toplum -ve alanda kullanılan tabirle- teknobilim birbirini sürekli şekillendirir, bu anlamda birlikte üretilirler. Modern toplum, bir yandan bilimsel fikirlerin ve teknolojik gelişmelerin içine doğduğu bağlamı teşkil eder; ama bu toplumun üyeleri de, yukarıda bahsettiğim gibi, dünyayı bilimsel bilgi ve teknolojiler ışığında görecek ve deneyimleyecek şekilde dönüşürler. Bu dönüşüm, elbette her toplumda farklı şekillerde, farklı çatışmalar doğurarak yaşanır ve yine elbette zaman zaman kimi itirazlarla karşılanır. İnsana baktığında, Adem ve Havvanın neslini değil de, bir tür maymun” görmeye zorlandığını düşünenler de, mekanik dokuma tezgahlarının yeni dünyasında işlerinin ve haklarının ellerinden alınacağını gören usta tekstil işçileri de bu itirazlara örnek teşkil eder.

Armstrong toplarının kendisinde uyandırdığı karamsarlığı, telgraf ve şimendiferin varolduğu yeni dünyanın karanlık yanını lirik bir tonda anlatan Basiret yazarı, metnin devamında düşüncelerini pek derinleştirmiyor ve daha iddialı sözler sarfetmiyor, yukarıda dediğim gibi. Devir,  yeni ilim ve fenlerin nimetleri” konusunda sahip oldukları bilgiyi kutsayarak ve kullanarak, bürokrasi ve entelektüel üretim alanlarında mücadelelere girişen kuşakların, Osmanlı tebasını da, bilimsel bilgi ve teknolojiyi elzem gören, hatta arzulayan vatandaşlara dönüştürmeye uğraştıkları bir devirdi; bu uğraşının temelini ise söz konusu olanın bir ölüm kalım savaşı olduğu ilkesi oluşturuyordu. Bu ölüm kalım savaşında gerekirse askerliğiyle (ve yeni zamanların silahlarını kullanarak) zaten hizmet verecek vatandaş, özellikle iktisadi savaş bağlamında devlete, vatana, millete hizmet etmek istiyorsa, dünyayı ve kendini yeni bilimler gönden görmeyi, yeni teknolojiler vasıtasıyla deneyimlemeyi öğrenmeliydi. Gerektiğinde İslamî yollarla da meşrulaştırılan bu tavır yeni bilim ve teknolojilerin büyük bir aciliyet içinde edinilmesi gerektiğini vurguladıkça, devlete ve vatana hizmet”i buna uygun biçimde hareket etmekle özdeşleştirdikçe, Armstronglu, şimendiferli, telgraflı bir dünyaya biraz olsun ikircikli gözlerle bakabilmek dahi imkansızlaştı. “Bizim terakki etmemiz ve medenileşmemiz ancak Avrupa’nın medeniyet ürünlerini vatanımıza nakletmekle ve Avrupalıların gittikleri yoldan gitmemizle mümkün olabilir,” diyen Şemseddin Sami, Osmanlı’nın durumunu şu sözlerle özetliyordu: “Biz ki yanı başımızda bulunan Avrupa milletlerinin maarifinden ve ürettiği bilgilerden neredeyse tamamen mahrumuz, bizim yeni şeyler keşfetmeye ne iktidarımız, ne ihtiyacımız vardır.”11Şemseddin Sami, “Terakki ve Maarif”, Hafta, 1 Ağustos 1881, 5. Böyle bir bağlamda, keşfedilen yeni şeylere, bunları keşfetme biçimlerine itirazımız olabileceği ihtimali elbette akla bile gelemeyecektir.

Notlar

(1) “İslamiyet ve Medeniyet” 13 Haziran 1872, 3. Osmanlı metinlerinden yapılan alıntılar okuma kolaylığı için kısaltılmış ve sadeleştirilmiştir.

(2) Edouard Philippe Engelhard, La Turquie et le Tanzimat; ou, Histoire des réformes dans l’Empire Ottoman depuis 1826 jusqu’à nos jours (Paris: A. Cotillon, 1882), 2.

(3) Kahraman Şakul,“Nizâm-ı Cedid düşüncesinde batılılaşma ve İslami modernleşme” Dîvân İlmî Araştırmalar 19 (2005): 117-15 ve Gültekin Yıldız, Osmanlı kara ordusunda yeniden yapılanma ve sosyo-politik etkileri (1826-1839) (Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi, 2008).

(4) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1220/60-ayet-tefsiri

(5) https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1220/60-ayet-tefsiri

(6) “Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 23.

(7) “Ziraat Dersi”, Vasıta-i Servet, no 1., 1880, 3.

(8) Ahmed Midhat Efendi, Müşahedat (Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, 2018 [1891]), 191.

(9) “Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 22.

(10) “Fünunun Sanayie Dahli Fıkrasının Mabadı”, Hadika, 21 Mart 1870, 22.

(11) Şemseddin Sami, “Terakki ve Maarif”, Hafta, 1 Ağustos 1881, 5.

Bunları okudunuz mu?