Birinci Mektup
“Bedenlerimiz artık bizi taşıyamıyor”
11 Nisan 2025
Belki de bunlar şimdiye kadar yazdığım en yürek burkan sözler. Oldum olası, evimi kaybetmekten veya yerimden edilip başka bir yere taşınmaktan daha acı verici bir şey olamaz diye düşünürdüm. Ama her gün yavaş yavaş gücümü kaybetmenin verdiği zayıflık hissi, belki de bundan da fena.
Artık takatim kalmadı.
Bir zamanlar zinde ve aktif olarak görülen genç bir insanın, birkaç adım bile atamadan baygınlık ve baş dönmesi hissetmeye başlayacağına kim inanırdı ki?
Bedenim beni taşımak için artık çok zayıf. Bir buçuk yıldan fazla süredir taze ve sağlıklı yiyecek yemedim. Son 41 gündür kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeğinde aynı konserve yemekleri yiyorum. Şimdiyse eldeki yiyeceklerin daha uzun süre idare etmesi için günde sadece bir öğünle idare etmeye çalışıyoruz. Gazze’de sınır kapıları açılmadığı sürece, yemeği bir nevi karneye bağlayıp açlıkla böyle başa çıkmak zorundayız. Yardım gelmesi engellendi. Temiz su yok. Hiçbir şey yok.
Altıncı katta yaşıyorum. Bacaklarım merdivenleri geri tırmanacak gücü kendinde bulamadığından evden çıkmaktan dahi kaçınıyorum. Ayrıca bundan sadece ben mustarip değilim, ailem de aynı durumda. Babam artık evden çıkamıyor, onun bedeni de pes etti.
Kaslarım eriyor. Yüzüm solgun. Her hareketimle bir savaş vermeye çalışıyorum. Bedenim içten içe sessizce çöküyor. Dahası, karşı koyacak gücüm kalmadı.
Tüm bedenim daimi ve tarifsiz bir acı içinde. Ancak acı bile azalmaya başladı. Lakin iyileştiği için değil, bedenim artık onu hissedemeyecek kadar zayıf olduğu için.
Gazze’de yürümek çorak bir arazide yürüyüş yapmak gibi geliyor. Açlık ve yorgunluktan zaten başınız dönüyor ve etrafınızdaki her manzara bunu daha da kötüleştiriyor. Molozların üzerine basa basa, yıkılmış evlerin arasından, kırık dökük sokaklarda yürüyorsunuz.
Kısa bir süre önce Şifa Hastanesi yakınlarında, her evin ya yanmış ya yıkılmış ya da zar zor ayakta durduğu bir mahalleden geçtim. Gözlerin algılayabileceğinin ve zihnin kaldırabileceğinin ötesinde yıkım o kadar eziciydi ki, dünya etrafımda bir anda hızla dönmeye başladı. Neredeyse düşüp bayılacaktım.
Eskiden her sabah sahil caddesinde koşardım. Yüzerdim. Güneşi, rüzgarı ve denizi hissederdim. Ama tüm bunlar elimizden alındı.
Geldiğimiz noktada en ufak bir gayret dahi soluğumu kesiyor.
Bu kıtlık sadece bir kriz değil, kasıtlı bir zulüm eylemidir. Her gün uyanıp yiyecek, yardım ve umut olmadığını ve olmayacağını bilmek yürek parçalayıcı. Çaresizlik boğucu. Sessizce öldüğümüz ise palavra! Herkesin gözü önünde açlıktan ölüyoruz ve dünya buna aldırış etmeden seyirci kalıyor. Şunu merak ediyorum: İnsanlık buradaki tüm ailelerin tel örgülerin ve duvarların arkasında eriyip gittiğini, çığlıklarının duyulmadığını, hayatlarının harcandığını bildiği halde, geceleri nasıl rahat uyuyabiliyor?
Yiyeceklerin tamamen tükenmesi ve açlığın masamızda önümüze koyduğumuz tek lokma haline gelmesi artık bir an meselesi.
Dünya, bizi kurtarılmaya değer bulmadan önce daha kaç kemik kırılmalı, kaç ses boğulmalı, kaç beden parçalanmalı?
İkinci Mektup
“Gazze açlıktan ölüyor, dünya izliyor.”
29 Temmuz 2025
Bedenlerimiz açlığın beşinci aşaması olarak adlandırılan felaket düzeyine yaklaşıyor. Bu noktadan sonra dönüş yok.
Son mektupta “Bedenlerimiz artık bizi taşıyamıyor” diye yazmıştım. Bugün ise şunu söylüyorum: Bedenlerimiz fiilen çöktü.
Baktığım her yerde, tükenen bir insan bedeni var. Bir kadın sokakta dizlerinin üzerine çöküyor. Bir çocuk artık yürüyemiyor. Bir adam ayakta ancak yalpalayarak durabiliyor. Bu görüntüler münferit değil. Gündelik hayatımızın ta kendisi. Her yerde varlar. Onlar biziz.
Gelgelelim açlık bir gecede ansızın başımıza gelmedi. Bedenlerimizin iflas seviyesine gelmesi neredeyse iki yıl sürdü. Ben bir haftada 15 kilo kaybetmedim. Bu, uzun ve yavaş bir bozulma süreciydi. Bedenlerimiz bir günde çökmedi. Bu kıtlık ani ve beklenmedik bir şey değildi yani. Burada taze bir olağanüstü hal de söz konusu değil. Olan biten kasıtlı, insan yapımı ve yavaş bir ölüm politikasından ibaret.
Gazze, modern tarihin en kötü insani felaketlerinden birine maruz kalıyor. Bu bir kuraklık değil. Bu bir doğal afet değil. Bu bir kuşatma.
Çoğu hastane ya hizmet veremiyor ya da kısmen yıkılmış durumda. Yakıt ve tıbbi malzeme kıtlığı, diyaliz, ameliyatlar ve acil servisler de dahil olmak üzere, hayati kamu hizmetleri felç oldu. Kanalizasyon sistemlerinin çökmesiyle birlikte sağlık umudumuz da çöktü. Sular kirlendi. Sokaklar çöp yığınlarıyla dolu. Solunum yolu enfeksiyonları ve ishal başta olmak üzere hastalıklar hızla yayılıyor ve bizleri sinsice öldürüyor.
Bağışıklık sistemlerimiz Gazze’deki her şey gibi çöküyor. Artık hastalandığımda, iyileşmem haftalar sürüyor; tabii eğer tamamen iyileşebiliyorsam. Bedenimin artık savaşacak gücü kalmadı. Filistinli gazeteci Anas al Sharif yakın zamanda yayımladığı bir yazıda şöyle demiş: “İsrail hava saldırılarından yaralı olarak kurtulanların, yaralarının ciddiyetine rağmen daha az kanadıklarını fark ettim. Bir doktora sorduğumda, aşırı açlığın kan trombositlerini ve vücut sıvılarını azalttığını, dolaşımı zayıflattığını ve kanamayı baskıladığını, ancak aynı zamanda vücudu dakikalar içinde hızlı çöküşe ve ani ölüme daha yatkın hale getirdiğini açıkladı.”
İçimizde hiçbir şey kalmadı. Kanayacak kanımız bile.
Eskiden, “Harekete geçmek için asla geç değildir” derdim. Ama şimdi geç. Birçoğu için zaten en baştan geç kalınmıştı. Entegre Gıda Güvenliği Aşaması Sınıflandırması (IPC), Nisan 2025’ten Eylül 2025’e kadar Gazze’de nüfusun yaklaşık %12’sini oluşturan 244.000 kişinin felaket düzeyinde açlıkla (IPC Aşama 5) karşı karşıya kalacağını öngörüyor. Bu, açlıktan ölümün artık sadece bir risk olmadığı anlamına geliyor. Bu gerçekliğin ta kendisi.
Üç ay önce, günde bir öğün yemekle hayatta kaldığımı yazmıştım. Şimdi, o tek öğün bile garanti değil. Gazze’nin kalbinden -yani açlığın tam merkezinden- size sesleniyorum. Yardımı silah olarak kullanan, gıdayı siyasete alet eden ve çocuklarımızın bir torba un taşıdıkları için vurularak katledilmesini izleyen dünya size diyorum: Ne zamandan beri gıdayı silah olarak kullanmak normal hale geldi? Bir torba unun karşılığı ne zamandan beridir ölüm cezası oldu?
İsrail, Mart ayından bu yana Gazze’ye yönelik bütün insani yardımları engelliyor. İsrail kontrolündeki ve ABD destekli Gazze İnsani Yardım Vakfı (GHF) ağı Mayıs ayı sonunda kuruldu. Bu ağ güya insani bir operasyon olacaktı, ancak deneyimli insani yardım kuruluşlarının erişimi engellenirken, bu vakfın çalışanları askeriye ve emniyet taşeronlarından seçilmişti. Birleşmiş Milletler’e göre, arada geçen sürede, gıda ve yardıma erişmeye çalışırken 1000’den fazla Filistinli İsrail güçleri tarafından öldürüldü. Bunlara GHF dağıtım noktalarının, BM konvoylarının ve insani yardım kamyonlarının yakınında vurularak katledilenler de dahil.
Gazze’deki Hükümet Basın Ofisi uyarıyor: Bebek maması ve gıda maddelerinin derhal girişine izin verilmezse, 100.000’den fazla çocuğun toplu katliamı kaçınılmazdır. Bugün itibarıyla 85’i çocuk olmak üzere 127 kişi açlık ve yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti. Sadece 20 Temmuz’da, sağlık yetkilileri bir günde 19 kişinin açlıktan öldüğünü açıkladı.
Bu basit bir açlık değil. Sistematik ve alenen silah olarak kullanılan bir imha hali. Biz ölümün eşiğine itildikçe, insani yardımlar bile bir muharebe alanı haline geldi.
AFSC, geçen hafta 100’den fazla STK’nın katılımıyla, Gazze’de felaket niteliğinde bir açlık tehlikesi olduğuna dair uyardı. Yazılan her bir raporu yayımladık. Her uyarıyı yaptık. Değişmeden kalan sorumuz şu: Dünya sonunda bize kulak verecek mi?
Çabalarımız bu soykırımı normal kabul etmeme yönünde küresel bir itiraza, basınca ve eyleme yol açmak zorundadır.
Çünkü kaybedilen her dakika, bir başka bedenin daha kırılması anlamına geliyor. Sizden şunu yapmanızı istiyoruz: Soykırımın derhal sona erdirilmesini talep edin, insani yardımın tam erişimine ve ablukanın kaldırılmasına çağrı yapın, temsilcilerinize ve hükümetinize bu savaş suçlarını finanse etmeyi bırakmalarını ve mümkün kıldıkları şeyi durdurmaları için baskı yapın ve bunu yaygınlaştırın. Hükümetlerinizin yaşananları görmezden gelmesini imkansız hale getirin.
Açlıktan ölmemize tek cevabınızın sessizlik olmasına razı gelmeyin! Zamanımız tükeniyor, ve inanır mısınız hayatlarımız da!